Prof. Dr. Mustafa Durmuş
Kamuoyu yoklamaları Türkiye toplumunun işsizlik, hayat pahalılığı ve yoksulluk gibi ekonomik sorunları en yakıcı sorunların başında gördüğünü ortaya koymasına rağmen, çoğunluğumuz (biraz da bilinçli bir biçimde anlaşılamaz bir hale sokulan) ekonomiye ait konuları “sevimsiz” konular olarak görüyoruz, yeterince tartışmıyoruz.
Nasıl tartışılsın ki? Üniversitelerin ekonomi bölümlerinde dahi ekonomik konular soyut modeller altında, gerçekten tamamen kopuk olarak; TV’lerde ise sadece uzmanların anlayabileceği teknik bir dille ve borsa, döviz, faiz, altın piyasasında olup bitenlerle sınırlı olarak ele alınıyor.
Yoksulluk ve açlık sürecine girdik
Oysa bir süredir toplum olarak çok ciddi bir yoksullaşma ve açlık süreci yaşıyoruz. Korona salgını ile birlikte, bu süreç hem daha fazla insanı içine aldı, hem daha da hızlandı.
Bu durumun nedenleri ise çok açık. Bir yandan tarihimizde daha önce karşılaşmadığımız büyüklükte bir gelir bölüşümü adaletsizliği ve işsizlikle karşı karşıyayız, diğer yandan uygulanan parasal genişleme, bol kredi politikaları yüzünden enflasyon ciddi olarak yükselişe geçti. Doğruluğu tartışmalı resmi verilerle dahi enflasyon iki haneli olarak artmaya devam ediyor. Kısaca hayat dar gelirliler, yoksullar, emekçiler için çok daha pahalı artık.
Öte yandan TÜİK, sunduğu ekonomik büyüme, işsizlik ve enflasyon verilerinde gerçek durumu gizlediği, verileri makyajlayarak sunduğu gerekçesiyle haklı olarak eleştiriliyor. İşin kötüsü artık toplumdaki TÜİK’in verilerine ilişkin bu kuşkulu bakış giderek yaygınlaşıyor.
Şüphesiz bir kamu kurumu olarak TÜİK’in bu duruma gelmesini (tıpkı Merkez Bankası ve kamu bankaları gibi) devlette yaşanmakta olan ve karar almayı tek bir odağa bağlayan mevcut dönüşümden ayrı düşünmemek gerek.
Ancak her türlü manipülasyona ya da karartmaya karşın gerçekler var olmaya ve kendilerini dayatmaya devam ediyor. Böylece makyajlama her zaman gerçekleri farklı göstermeye ya da üzerini örtmeye yetmiyor. Nitekim işsizlik ve enflasyonda gizlenmeye çalışılan gerçek durum, tüketim harcamalarının dağılımıyla ilgili olarak sunulan verilerde kendini gözümüze sokuyor.
Tüketim harcamalarının dağılımı bize neyi anlatıyor?
İktisatçılar ekonomik refahın bir göstergesinin gelir (ve servet), diğerinin tüketim harcaması olduğu konusunda genelde uzlaşırlar. Bir başka anlatımla insanların elde ettikleri gelirler üzerinden ne denli refah içinde olduklarını (ya da tersi) bazen istatistik oyunları yüzünden yakalayabilmek zor olsa da, kapitalist sistemin temel sürükleyici harcama biçimi olan tüketim harcamaları aracılığıyla bunu görebilmek mümkün olabiliyor.
Bu bağlamda TÜİK’in her yıl yayınladığı ve 16 Temmuz’da 2019 yılına ait verileri içeren, hanehalkı tüketim harcamalarının dağılımını gösteren son bülteni çok önemli. TÜİK dışında başka bir veri kaynağımız olmadığı için bu verileri (sorgulayarak da olsa) kullanmak durumundayız.
Önemli zira bu bültende veriler, grafikler var, eklerinde ise “şeytan ayrıntıda gizli” dedirtecek türden tablolar yer alıyor. Meraklılar bülteni ve eklerini TÜİK’in sayfasından indirebilirler. (1)
Bu bülten ve eklerindeki tablolar, TÜİK tarafından yapılan Hanehalkı Bütçe Anketlerine dayalı olarak hazırlanıyor. Bu anketler de 1 Ocak–31 Aralık tarihleri arasında bir yıl süre ile her ay değişen sayıda örnek hanehalkına uygulanıyor. 2019 Hanehalkı Bütçe Anketi de, her ay farklı 1.296 örnek hanenin dönüşümlü olarak izlenmesi yoluyla yürütülmüş ve toplamda yıl boyunca 15.552 hanehalkına anket uygulanmış.
Bu noktada anketlere katılan hanehalkının tanımlanmasında yarar var. TÜİK bunu; “tek başına yaşayan kişiler ile aralarında akrabalık bağı bulunsun ya da bulunmasın aynı konutta yaşayan, barınma, gıda vb. ihtiyaçlarını ortaklaşa karşılayan, hanehalkı hizmet veya yönetimine katılan kişilerden oluşan topluluk” olarak tanımlıyor.(2)
Hanede yaşayan kişi sayısı ve hanelerin hangi bölgelerde olduğu açıklanmıyor
Dikkatinizi çekmiştir, bu tanımda bir hanede ortalama kaç kişinin yaşadığı belirtilmiyor. Oysa ortalama hanehalkı harcamasının miktarının yeterli olup olmadığı, hanedeki insan sayısına göre değişir. Sonuç 2-4 kişilik bir hanede farklı, 8-10 kişilik bir hanede çok daha farklı olacaktır.
Anket ve verilerle ilgili ikinci sorun kuşkusuz bu hanelerin hangi bölgelerde olduğunun açıklanmaması. Oysa ülkenin Kuzeyi ile Güneyi, Doğusu ile Batısı arasında ciddi gelir farklılığı olduğu gibi, ciddi bir tüketim düzeyi farklılığı da, bu tüketimin dağılımı farklılığı da söz konusu.
Bu farklılıkları dikkate almaksızın yapılan toptancı analizlerin bazı bölgelerde yaşayan bazı halkların çok daha yoksul oldukları gerçeğini gizlemeye yaradığı ileri sürülebilir.
2019 anketinin çarpıcı sonuçları
Sözü edilen bu bültende geçen yılki anketlerin sonuçları şöyle özetleniyor (3):
2019 yılında ülkede hanelerin bütçesinden en fazla pay yüzde 24,1 ile konut ve kira harcamasına gitmiş (2018’de bu pay yüzde 23,7 imiş). İkinci sırada yüzde 20,8 ile gıda ve alkolsüz içecekler yer alıyor (2018’de bunun payı yüzde 20,3 imiş). Üçüncü sırada ise yüzde 16,5 ile ulaştırma hizmetleri geliyor (2018’de bunun payı ise yüzde 18,3 ü imiş). Kısaca haneler bütçelerinin yüzde 61’inden fazlasını bu üç temel ihtiyacı karşılamak için harcamışlar.
Bu verilerle ilgili ilk sorun bunların içinde, su, enerji (elektrik), ısınma (doğal gaz) gibi zorunlu ihtiyaçlar için yapılan harcamaların yer almaması. Oysa bu kalemlere yapılan harcamaların sürekli gelen zamlarla da ciddi bir şekilde arttığı ve bunun emekçilerin bütçesinde önemli bir yere sahip olduğu herkes tarafından biliniyor.
Gıda harcaması içerisinde ise en fazla paya et, balık ve deniz ürünleri için yapılan harcamalar sahip görünüyor. Düşük gelirli haneler (tahmin edilebileceği gibi), yüksek gelirlilere göre gıdaya iki kat daha fazla pay ayırmışlar. En yoksulların toplam bütçelerinden gıda ve alkolsüz içeceklere ayırdığı pay yüzde 30,7 iken; en yüksek gelirli ailelerde bütçenin sadece yüzde 15,3’ü gıda ve alkolsüz içeceklere gitmiş.
Tüketim biçimlerinin farklılığı sınıfsal ayrışmanın bir yansıması
Bu durum da verilerle ilgili ikinci tartışmayı gündeme getiriyor. Çünkü sanki en yoksullarla, en zenginlerin aynı tür ve nitelikte gıdayı tükettikleri gibi bir izlenim yaratılmış. Oysa tüketim harcamaları, sınıfsal ayrışmanın en iyi yansıtıldığı kalemlerden biridir.
Bu ayrışma kendini; bu sınıflara mensup insanların alış veriş yaptıkları yerlerin, tükettikleri gıda ve alkolsüz içeceklerin niteliklerinin ve sonuçta bunların fiyatlarındaki farklılıklarda gösterir.
Buradan hareketle, zenginlerin lüks gıda harcamaları için ayırdıkları gelirin, kaynağın yoksul ailelerin toplam bütçelerinin dahi çok üstünde olduğunu ileri sürebiliriz.
Bu gerçeği görebilmek için, gıda ürünlerinde; örneğin Migros ve A101’deki ya da BİM’deki fiyat farklılıklarına bakmak ya da yoksul mahallelerdeki semt pazarlarına yolu düşürmek yeterli olur.
Kısaca TÜİK’in bu bülteninde yer alan verilerin (anketler üzerinden) sahadan ziyade masada hazırlanmış olma olasılığı çok yüksek.
Aylık hanehalkı harcaması 4.972 lira olabilir mi?
Diğer yandan bültenin kendinde yer almayan ama bir ayrıntı gibi eklerde sunulan bir tablo var ki bizce mızrağın çuvala sığmadığını asıl o tablo gösteriyor. Aşağıda da yer verdiğimiz bu tabloya göre;
Geçen yıl hanelerin ortalama olarak harcama bütçesi 4.972 lira, (neredeyse 5.000 lira) imiş (2018’de bu rakam 4.446 lira idi). En büyük harcama kalemleri olarak, haneler bunun 1.196 lirasını konut ve kiraya; 1.033 lirasını gıda ve alkolsüz içkilere ve 818 lirasını ulaştırmaya harcamışlar.
Bu hane halkı harcamasının yanı sıra, bültende ayrıca hanelerdeki kişiler için harcama rakamları hesaplanmış ve kişinin eşdeğer harcama miktarı aylık 2.465 lira olarak belirlenmiş.
TÜİK’ten gelen dolaylı itiraf: Asgari ücretliler ve emekliler açlık sınırının altında yaşıyor!
Böylece TÜİK dahi mevcut asgari ücretin, kişinin tek başına yaşaması halinde bile zorunlu harcamalarını karşılamaya yetmeyeceğini (zira net asgari ücret sadece 2.324 lira) kabul etmek durumunda kalıyor (kaldı ki tek başına yaşayan bir kişinin kira için sadece 593 lira ayırdığını, ya da kendi payına bu kadar düştüğünü varsayıyor).
Hanelerde ise ayda ortalama 4.972 lira harcanıyormuş. Bunun olabilmesi içinse bir hanede iki tane asgari ücretliden fazla çalışan olmalı. Çünkü iki asgari ücretin toplam tutarı ancak 4.648 lirayı buluyor.
Geçen yıl (Korona salgını henüz yokken) Türkiye’deki asgari ücretli sayısı resmi ve kayıt dışı işçilerle birlikte 10 milyonu buluyordu. Ortalama ücret ise bunun çok üstünde değildi. Ülkedeki emekli sayısı 12 milyon civarındaydı ve bunun de neredeyse yarısı asgari ücretin çok altında bir ücret alıyordu (bu durum hala geçerli).
Bu nedenle TÜİK’in hanehalkı harcaması bülteni işçi sınıfının üçte ikisine yakın bir kısmının gerçek durumunu yansıtmıyor. 5.000 lira aylık geliri olmayanlar ya açlık sınırında yaşıyorlar ve ciddi biçimde yetersiz beslenme sorunları yaşıyorlar. Ya da bu harcamaları karşılayabilmek için sürekli borçlanıyorlar.
Bir diğer olasılık ise aldıkları yoksulluk, hayırseverlik yardımlarıyla, köyden gelen gıda desteğiyle veya kayıt dışı faaliyetlerden sağladıkları düzensiz gelirlerle geçimleri sağlamakta olmaları.
Zorunlu tüketimin bankalara yapılan borçlarla ya da siyasal iktidara ve sermaye gruplarına siyasi olarak borçlu kalmak anlamına gelen hayırseverlik yardımlarıyla ya da kayıt dışı faaliyetlerden elde edilen gelirlerle yapılabilir duruma gelmesi, hem etik olarak sorgulanması gereken bir durum, hem de yurttaşlarımızın büyük bir kısmının ne hale geldiğinin bir göstergesi.
İnsanımız hızla mülksüzleşiyor, yoksullaşıyor, sırada açlık var
Korona salgını sonrasında asgari ücretli bir işe sahip olmanın dahi imkânsız hale geldiği, gerçek anlamda işsiz sayısının 10 milyonun üzerine çıktığı, 1 yıl daha uzatılacak olan ücretsiz izinli sayılma uygulamasıyla işçilerin günde sadece 39 lira ile geçinmeye mahkûm edildiği ve ülkedeki tarımsızlaştırma politikaları yüzünden köyden gelen gıda desteğinin de iyice azaldığı gerçeği dikkate alındığında emekçilerin nasıl bir yoksullaşma sürecinin içine girdiklerini görmemek mümkün değil.
İşin kötüsü siyasal iktidarın bu tabloyu tersine çevirmek gibi bir çabası ya da niyeti olmadığı gibi, Korona Salgını fırsat bilinerek bu tabloyu daha da derinleştirecek adımlar atılmaya devam ediyor.
İşsizlik, yoksulluk ve beraberinde gelebilecek açlık… Bunlar ne yükseltilen militarizmle körüklenen milliyetçilik, ne de Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla körüklenen siyasal İslamcılık hamleleriyle üzerleri örtülemeyecek kadar büyük ve ekonomik oldukları kadar, sosyal ve siyasal sorunlar.
Radikal çözümler radikal tutumlar ve politikalar gerektirir
Bu sorunları ortadan kaldırabilecek radikal çözümler üretmemiz gerekiyor. Böyle radikal çözümlerinse, bu sorunları yaratanlarca, onların destekçileri konumundaki büyük sermayenin örgütlerince üretilemeyeceği açık.
Keza çözümün, bu sorunları yaratan sisteme karşı çıkmaksızın, pansuman niteliğinde çözüm üreten sözde muhalefet partilerinden ya da iktidarın içinden çıkarak rol çalmaya niyetlenen yeni siyasal partilerden gelmeyeceği de açık.
Bu çözümler, nihayetinde sorunların en çok etkilediği kesimlerden, onun mağdurlarından ve bunların ekonomik ve politik örgütlerinden gelmek zorunda. Tarih bize bu gerçeği defalarca öğretti, öğretmeye de devam ediyor.
Anahtar sözcükler: Hanehalkı tüketim harcaması, TÜİK, açlık, işsizlik, yoksulluk.
Dip notlar:
- TÜİK, Hanehalkı Tüketim Harcaması, 2019 (16 Temmuz 2020).
- Agb.
- Agb.