Metin Gülbay
Biz okullarda şu bilgiyle büyüdük: “Türkler Orta Asya’dayken Şamanist bir inanca sahipti, Anadolu’ya gelen Türkler ise zaten Müslüman idiler”. Oysa bu iki tarih arasında neredeyse iki bin yıl** kadar bir zaman aralığı var.
İkinci bir yanlış da Türklerin Orta Asya Hunları yani Hsiung-nular zamanında da tek tanrıya inandıkları savı. Bunu da Hsiung-nular’ın Şamanizmin yanı sıra Göktengri inancına da sahip olmalarına dayanarak ileri sürüyorlar. Oysa Göktengricilik şu andaki tek tanrılı dinlerdeki tek tanrı değil, öncelikle bunun bilinmesi lazım.
Milliyetçi çevrelerin inatla ileri sürdükleri bu tez, eski Türklerin puta tapan bir halk olmadığı, zaten Göktanrıya inandığı, bunun da şimdiki Tanrı-Allah gibi bir inancın neredeyse aynısı olduğunu belirterek tarihi bilgiyi eğip büküyor kendi ideolojik çıkarları doğrultusunda. Tabii ki tarihi belgeler bu savı doğrulamıyor.
Bu yazıyı uzunluğu dolayısıyla iki bölümde okuyacaksınız. Bu hafta ilk bölümü yayımlıyoruz.
Göktengricilik ve Şamanizm
Hsiung-nular ile başlayalım. Acaba hangi inanca sahiplerdi diye sorarak başlamadan önce açıklık getirmem gereken bir konu var.
Hsiung-nular ile Hunlar aynı kişiler midir? Artık kabul edilmiş anlayışa göre Asya’daki Hsiung-nular (Şyunnu diye okunuyor) ile Avrupa’ya giden Hunlar aynı kökenden gelmektedir ve her ikisinin de Hunlar diye adlandırılmasında bir sakınca yoktur. Ancak Hunlar denilince hangisini kastettiğim anlaşılmadığı için ben yazımda Asya’dakiler için Hsiung-nular adını kullandım. Hsiung-nu devletinin bir konfederasyon biçiminde olduğunu da belirtmem gerekiyor. Türkler yönetici klanı oluşturuyordu ancak bu imparatorluk içinde birçok başka halk da yer alıyordu ki alıntılarda da göreceğiniz gibi Şanyü Motun 26 halkın egemenlik altına alındığından söz eder.
Alıntıların bazılarında Hsiung-nu yerine Hun sözcüğü kullanılmış, ben de değiştirmedim.
“Hsiung-nu halklarının ana dini muhtemelen Tengricilik idi.”1
Başta da söylediğim gibi Tengriciliğin yanı sıra Şamanizm de Hsiung-nular’ın inanç sisteminde yer alır.
“Eski Türk dini tarihi içerisinde tespit edilen en eski terim ‘tanrı’dır. Çin yıllıklarında, Hunların Gök Tanrı’ya inandıkları yer almaktadır. Şanyü Motun’un unvanı da yine bu Gök Tanrı inancıyla ilişkilidir. Hükümdar, tanrının kutunu almış olup yeryüzündeki temsilcisi konumundadır. Eski Türkçede maddi bir varlık olan ‘gök’ ile ‘tanrı’ kavramı aynı kelime ile anılmıştır. Her iki kavram Tengri kelimesiyle ifade edilmiştir. Gök kelimesi de bunun sıfatı olarak kullanılmış ve Gök Tanrı merkezli bir inanç sistemi gelişmiştir.”2
Motun adı size yabancı gelmesin, yanlış bir okuma sonucu bu bize Mete diye tanıtıldı. Oysa doğru adı Motun’dur. Şanyü ise Hsiung-nu liderleri için kullanılan bir unvandır. Bu kısa açıklamadan sonra devam edelim.
“Bu inanç sisteminde göğün kutsiyeti gayet açıktır. Bununla bağlantılı olarak göğe ait tüm unsurları kıymetli ve kutsal görmüşlerdir. Bu durum, geleneklerinde izlenebilmektedir. Örneğin Hunlar, güneşin doğup battığı yönlere büyük saygı göstermişlerdir. Güneşin doğduğu yön olan doğuya da özellikle önem atfetmişlerdir. Ki bu durum da kimi örneklerde tespit edilmiştir. Bazı kurganlarda ölülerinin başlarını doğuya çevirmişlerdi. Üstelik evlerinin kapısı da doğuya doğru açılırdı. Hun hakanı da bizzat toplumsal geleneklerin ve ibadetlerin uygulayıcısı idi. Hakan, sabah çadırından çıkıp şafakla birlikte eğilip güneşe saygı gösterirdi. Güneşle birlikte Ay da önemli bir yere sahipti ve hakan, aynı selamlamayı geceleri de Ay’a karşı yapardı. Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre ise Hunlar bir işe başlayacak olurlarsa yıldızların ve ayın durumunu dikkate alırlardı. Güneş, ay, yıldız, yıldırım ve fırtınayla ilgili inanışların hepsi gök kültü ile bağlantılıydı.”3
Acaba bu bilgiler Göktengri ile Allah’ın aynı olduğunu gösteriyor mu? Açıkça belirtiliyor ki Güneş’e ve Ay’a selam verme, doğu yönünü kutsal sayma âdeti var Hsiung-nular’da ve İslam’da bunların hiçbiri yoktur. Başka şeyler de var Hsiung-nuların inanç sistemlerinde…
“Asya Hunlarının şanyüsü Mo-tun, M.Ö.176’da Çin imparatoru Wendi’ye yazdığı mektupta kendisinin göklerdeki tanrı tarafından tahta oturtulduğunu, girdiği savaşları ‘Gök Tanrı’nın inayeti’ ile kazandığını, 26 kavmi yenerek hepsinin Hun olduğunu, yay çekebilen tüm bu kavimlerin artık bir aile olduğunu belirtmiştir. Görüldüğü gibi tüm başarılarını Tanrı’nın lütfu olarak görmüşlerdir. Benzer bir örnek Motun’un oğlu Laoşang Şanyü’nün yine Çin imparatoru Wendi’ye yazdığı mektupta görülür: ‘Gök ile yer tarafından yaratılmış ve Güneş ile Ay tarafından tahta oturtulmuş Hunların büyük şanyüsü, Han Sülalesi İmparatorunun sağlık durumunu saygıyla sorar.’ Hunlar tanrının iradesinin ve varlığının hayatın her yerinde ve her anında olduğuna inanmışlardır. Zaferler kazanmaya, devlet kurmaya, toprak almaya ve tahta çıkmaya hep Gök Tanrı yardım etmiştir.”4
Gök tanrı inancıyla ilgili çok fazla belge ve bilgi var ama bu kadarı meramımı anlatmaya yeterli sanırım. Gelelim Şamanizme…
“Şamanizm’in Hunlar arasında var olduğu Çin kaynakları tarafından bildirilmektedir.”5
“Hun inanç sisteminde Şamanizm’e ait unsurlar, gök ile ilgili inanışlar ve atalar kültü ön plana çıkmaktadır. Hayvancılık, çoban kültürü ve doğa ile iç içe olmak, inançlarına da yansımıştır. Bu sebeple dini geleneklerinde hayvan motifine de sıkça rastlanmaktadır. Kültürde çok yönlü bir önem taşıyan hayvan ögesi ata, rehber, kurban, boy ongunu ve totem olmuştur.”6
Hsiung-nular için doğanın kutsallığı
Hsiung-nuların doğayı da kutsal kabul ettikleri biliniyor.
“Eski Türkler Gök Tanrı’ya inandıkları gibi içinde yaşadıkları tabiatı da kutsal saymışlardır. Bu tabiat kültü ise genel çerçevede yer-su (yir-sub) olarak anılmıştır. Dağ, su, ağaç, orman, kaya kültleri ‘yer-su’ altında toplanmıştır.”7
“Aynı zamanda bunlar yalnızca cansız birer varlık değil ruh sahibiydiler. Her birinin ruhu vardı. Bu kültler İç Asya coğrafyasında yüzlerce yıl varlığı korumuştur. Bölgedeki kimi gelenekler bugün dahi bu kültlerle bağlantılı olarak yaşamaya devam etmektedir.”8
Köktürkler’in inanç sistemleri
Köktürkler var sırada. Onların inanç sistemleri neydi acaba?
“Şamanlık, Göktürkler’de kağan ve çevresinden çok halk arasında yayılmış ve benimsenmiştir. Yazıtlarda bu inançtan söz edilmez. Bizanslı gezginler Menander (6.yüzyıl) ve Theophylakt (7.yüzyıl) Şamanlığın günümüzde iyi biçimde tanınmasını sağlamışlardır.”9
Jean Paul Roux ise Orta Asya adlı yapıtında “6.yüzyılda Türkler’in Budist olduklarını çok önceden biliyorduk; bu şaşırtıcı bir bilgi değil, çünkü Çinliler 556 ve 572 arasında Şang’an’da (Xian) Türkler için bir tapınak inşa ettirmişlerdir” der. Ancak şöyle devam eder:
“Türkler’in Budistliği Bugut yazıtlarının doğrulamak istediği bir söylencedir. Fakat bu yazıtlar ne kompozisyonlarıyla ne üsluplarıyla ne de cümle kuruluşlarıyla Budist bir metnin özelliklerini taşımaktadır… Söz dağarcığı çok açık biçimde Mazdeist söz dağarcığıdır.” (s.133)
Bu durumda Köktürklerin din konusunda siyasi çıkarları doğrultusunda davrandığını ileri sürmek pek yanlış olmasa gerek. Sanki saray çevresi Budizmi kabul etmiş ancak halk şamanlığa devam etmiştir. Ama bu Budizm de yoğun Mazdeist öğeler içermektedir.
Diğer boylar ve inanç sistemleri
Bundan sonrasını karışık gideceğim çünkü o kadar çok Türk asıllı boy var ki her birini teker teker ele almam olanaksız. Bunun yerine çeşitli alıntılar yaparak Türklerin inanç sistemlerine ilişkin genel bir bilgi verme yolunu deneyeceğim.
“Gerdizi İrtiş boylarında yaşayan Kimekler’in bu ırmağı ululadıklarını, ona yükündüklerini, yani secde ettiklerini ve hatta onu kendi rableri (huday) tanıdıklarını yazar… Kaşgarlı’da ızuk=ıduk Tağ sözü de geçiyor ve bu sarp ve uzun dağ (el-cebelu’l-mani’u’t-tavilu) şeklinde izah ediliyor. Bilge Kağan’ın da Ötüken Yış’ı (ormanlık dağ; Altın Yış =Altay dağları) ıduk ile vasıflandırdığını gördük. 11. yüzyılın Gazneli müelliflerinden Gerdizi, eski kaynaklara dayanarak aşağı Çu ırmağının sol kıyısındaki köylerden bahsederken bu köylerin yanındaki dağı Türkler’in uğurlu saydıklarını, bu dağın üzerine and içtiklerini ve Ulu Yaradan’ın orada oturduğuna inandıklarını belirtir.”10
Iduk sözcüğünün “Şamanist Türklerde bir koruyucu ruha, binit olmak üzere salıverilen, binilmeyen, boş bırakılan at” anlamına geldiğini söyleyelim.
Gök, dağ ve ırmak da Türklerin kutsallar arasında. Tengri’nin dağda oturduğuna inanıyorlar.
“İslamiyetten önce Türkler’de boğa ve inek cinsinden hayvanlar bir ruhun veya tanrının sembolü olan ongunlardan sayılıyordu. Nitekim İslamiyet’ten sonra tespit edilen rivayetlerde Şamanist Yakutlar boz ineği kutsal ataları arasında sayıyorlardı.
İslamiyet’ten evvelki Türkler’de boğa veya öküzün alplık ongunu veya timsali olduğu da anlaşılmaktadır. Alplık ongunu olan öküz veya boğa, dolayısıyla yiğitliğin ve güçlülüğün de timsali olmaktadır. Zaten boğanın adına bazı sıfatlar ekleyerek çocuklara isim verme geleneği Orta Asya’da hâlâ yaşamaktadır.”11
Ongunun “Tengricilik inancında, içinde bir ruhu barındıran bir cisme verilen ad” olduğunu belirtelim. Bir nevi totem yani.
“İslam’ın emirlerine uyarlarsa ne ile geçinirler”?
Tarihi kayıtlardan anlıyoruz ki Türkler’in İslamı kabul etmelerinin önünde bazen pratik nedenlerden kaynaklanan engeller de çıkmış.
“Deşt-i Kıpçak’taki Moğol ve Türk göçebeleri arasında (14.yüzyıla doğru Moğollar’ın Türkleşme processus’u artık oldukça derinleşmişti) İslamlık başarı kazanamamıştı. Burada Türk hanlarından birisi tarafından 13. yüzyılda Emevi halifesi Hişam’ın (724-743) elçisine söylenen sözleri hatırlamak kabildir: ‘Türkler arasında ne berber, ne kunduracı, ne terzi vardır; eğer İslamlığı kabul eder ve İslamlığın emirlerine uyarlarsa, ne ile geçinirler?”12
Hazarlar Yahudi miydi?
Türkler Şamanizm, Göktengricilik, Hıristiyanlık, Budizm, doğaya tapınma vb. inançlara sahip olmuşlardır ama hiçbiri Yahudilik kadar dikkat çekmemiştir. 7 ile 11. yüzyıllar arasında hüküm süren Hazar Devletinde yalnız Yahudilik yoktu, birçok din bir arada var olabilmişti.
“Hindistan’da doğmuş olan Budizm’in Çin yönündeki yayılma yollarından biri Orta Asya olmuş; orada sağlam ara durakları inşa etmiş ve bugün artık bildiğimiz gibi ana yollara, M.S. ikinci yüzyıldan başlayarak, Hintli, Parth, Yüe-çi misyonerler salmıştı.
Bunlardan birçoğu, Türkler tarafından nasıl iyi karşılandıklarını anlatan tanıklıklar bırakmışlardır.
574 ile 584 yılları arasında Tu-ku-e’lerin yanında kalmış olan Jinagupta onların arasında serbestçe vaaz vermişti. Prabhakaramistre (626) onlara Budizm’in yasasını öğretti ve onları coşturdu: ‘Hükümdarda, son derece özel bir güven ve uysallıkla karşılaşmıştı.’
Hiuan-Thsang ise, konuğu olduğu bu kimselerin erdemlerini ve anlayışlılıklarını anlata anlata bitirememektedir. Dolayısıyla, demek ki, tıpkı Yahudiler’in, Bizanslılar’ın pogromlarından kaçabilmek için Hazarlar’a sığınmaları gibi bir ara Çinliler’in zulmüne uğrayan Budistler’in Türkler’e sığınmaları için de içlerinde onlara yönelik en küçük bir eğilim bulunması yeterli olmuştu.”13
Dinin Hazarlar’da tamamen siyasi bir işlevi olduğu ortaya çıkıyor. Okurken hangi sınıfların hangi inanca sahip çıktığına dikkat edin.
“Hazar Kağanlığı’nın önemli bir özelliği, kağanlıkta tam bir din hoşgörüsünün hüküm sürmesiydi. Hazar Halkı’nın büyük kısmı şamanlığa mensup olup, eski Türk dinini devam ettirmişlerdi. Fakat üst tabaka, kağan, beyler ve saray erkânı Yahudi dinindeydiler. İslamiyet de yaygındı. Bilhassa tüccar zümresinin Müslüman olduğu bilinir. Hıristiyanlar da az değildi… Hazarlar’ın üst tabakasının Museviliği kabul ederken, siyasi düşünceyle hareket etmiş olmaları akla çok yakındır.
Komşuları olan Bizans’ın Hıristiyanlığı ve diğer büyük komşusu Abbasiler’in Müslümanlığı karşısında, Hazar beylerinin, büyük dinlerden üçüncüsü olan Museviliği benimsemekle, Bizans ve Abbasiler’in siyasi nüfuzlarından uzak kalacaklarını düşünmüş olmaları mümkündür.
Aynı Hazarlar gibi, Bulgarlar da komşusu Ruslar’ın nüfuzundan uzak kalıp, bağımsız yaşamak için, Müslümanlığı kendiliğinden, siyasi amaç gereği kabul etmişlerdir. Abbasiler nasıl olsa uzaktı…”14
Bulgarların da böylece Türk asıllı halklardan olduğunu öğrendik. Kafkasya dahil Karadeniz’in kuzeyindeki Türk asıllı Hazar Devleti’nin kuzeye doğru ittirdiği Bulgarlar bugünkü Çuvaşistan’ın olduğu bölgede İdil Bulgar Devleti’ni, batıya ittirdiği Bulgarlar ise 1.Bulgar İmparatorluğu’nu kurdu. 1. Bulgar İmparatorluğu, 680’de Asparuh komutasında oluşturuldu. Bugünkü Bulgaristan, Arnavutluk, Bosna, Hırvatistan, Yunanistan, Macaristan, Kosova, Makedonya Cumhuriyeti, Moldova, Karadağ, Romanya, Sırbistan, Slovakya, Türkiye’nin Trakya bölgesi ve Ukrayna topraklarını içine alan devasa imparatorluk daha sonra kuzeyden gelen Slav kavimlerini de bünyesine kattı. 9.yüzyılda Kağan 1.Boris Hıristiyanlığı benimseyerek kağanlık unvanı yerine knezlik unvanını aldı. Aynı dönemde Türk devleti niteliğini yoğun Slav akını dolayısıyla kaybetmeye başlayan Bulgarlar hızla Slavlaştı.
Buraya kadarki okumalarımızdan anlaşılıyor ki hangi dini benimsemiş olursa olsunlar Türklerin yönetici sınıf dışındaki büyük çoğunluğu Şamanizmden vazgeçmedi. Hem Hıristiyan hem Şamancı, hem Yahudi hem Şamancı, hem Budist hem Şamancı, hem Müslüman hem Şamancı oldular.
“11.yüzyılın başında başka bir göçebe topluluk, Selenga’nın kaynağından Tarbagatay ve İrtiş Vadisi’ne kadar uzanan geniş topraklara, Kereyitler’in batısına yerleşen Naymanlar da Hıristiyanlaşmaya başlar.
Bir yüz ya da yüz elli yıl sonra neredeyse tamamen Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir, fakat aşamalarını bilmiyoruz. İnançlarının niteliği kuşkuludur, çünkü Şamanizm 12. yüzyılda hâlâ etkisini sürdürmektedir ve hükümdarları ünlü Küçlüg, Buda dinini kucaklamakta oldukça oynak davranır; kötü bir Hıristiyan olduğu gibi kötü bir Budisttir de.”15
Hıristiyanlık da Türklerin gözde dinleri arasındaydı
Türk boylarında Hıristiyanlığa ilgi epey eski bir zamanda başlamıştı. Yukarıda adını andığım ünlü Fransız Türkolog Jean Paul Roux’dan uzunca bir alıntı yapacağım izninizle. Orta Asya ve Türkler’le ilgili 25 kitabın sahibi olmasıyla bunu hak ediyor sanırım.
“Türkler Hıristiyanlık’la öteki halklardan daha fazla ilgilenirler. 560’tan sonra bu din Türkler arasında yayılmaya başlar. Bu gelişimi tahmin edebiliyoruz ve bu konuda bazı kanıtlarımız da var, örneğin 591’de Sasani Bahram’ın hizmetinde çalışan ve alınlarında haç işareti taşıyan paralı Türk askerler, bu haçı alınlarına annelerinin büyük bir açlık salgını sırasında Hıristiyanlar’ın önerisiyle yaptığını anlatır.
624’de Merv Piskoposu Elie bir Türk şefinin ve tüm kavminin Hıristiyanlığı kabul ettiğini duyurur. Aynı şekilde 781’de de bir din değiştirme olayından söz edilir. 7 ya da 8. yüzyılda Çu üzerinde 14.yüzyıla kadar varlığını koruyacak bir topluluk için –belki de bunlar kimilerinin Hıristiyan sandıkları Karluklar’dır- bir kilise inşa ettirilir.
Sekizinci yüzyılda ‘Türkler’in ülkesi’ için bir piskoposluk kurulur, ama bununla aynı dönemde Semerkant’ta kurulan piskoposluk karıştırılmamalıdır. Başka bir tane de bilinmeyen bir yörede, Nihavend civarında kurulur. 893’te Talas’ta Araplar bir kiliseyi camiye çevirir.
Özellikle Sogdiyana’da camiye çevrilen tek kilise bu olmasa gerek. Daha önce de söylediğimiz gibi Buhara’nın en eski camisi büyük olasılıkla bir zamanlar kiliseydi…
Uygurlar’ın zamanında 8.yüzyıldan 13.yüzyıla varan dönemde Hıristiyan topluluklar Kansu vahalarında, özellikle de Sin-kiang vahalarında çok etkindirler. O dönemde Uygurlar arasında Hıristiyanlar’ın tam oranını belirlemek olanaksız görünmektedir, ama 13.yüzyılda Avfi, Uygurlar’ın Hıristiyanlığı benimsediğini söylemekte hiçbir sakınca görmemiştir ve Barthold’u da bu konuda inandırmış görünmektedir. Plan Carpi daha temkinli davranır, yalnızca Hıristiyanlığın Uygurlar’da belli başlı dinlerden biri olduğunu söylemekle yetinir.
Kan-çu’da en az üç kilise vardır; Sin-kiang’da daha da fazladır. Oysa Gardîzi, Hoten’de yalnızca bir kilise olduğunu ve İslam ordularının işgalinden önce de bir mezarlık bulunduğunu söylemektedir.
Vahanın doğusundaki Buyalik şehri Turfan Nesturileri’nin merkezidir; burada Süryanice olduğu kadar Sogdca ve Türkçe de yazılmış bölük pörçük Hıristiyan metinleri bulunmuştur… 13.yüzyılda Kaşgar ve Hami’de hâlâ piskoposluklar vardır.”16
Alman asıllı Rus Türkoloğu Wilhelm Radloff (1837-1918) Türkolojinin babası sayılır. 81 yıllık yaşamının 60 yılını bu konuyla uğraşmaya adamıştır. Ondan alıntı yapmadan Türklerle ilgili bir yazı yazmak mümkün değil tabii ki.
“Kuznetsk Teleütleri’nin bir kısmı bundan bir müddet (1860’lı yıllardan söz ediliyor) önce Biys İlçesi’ne göçmüş olup, şimdi Katunya boyundaki misyoner köylerinde oturmaktadır. Bu göç, Kuznetsk Teleütleri’nden bir kısmının Hıristiyanlığı kabul etmesi yüzünden vukubulmuştur, çünkü putperest Teleütler artık Hıristiyanları yanlarında görmek istememişlerdir.”17
19.yüzyılın ikinci yarısında Şamanist Türkler’den söz ediliyor, lütfen atlamayın.
Dipnotlar
* Wade-Giles yazımında “Hsiung-nu”; burada “Hs”, HŞ sesine benzer kuvvetli bir “Ş” ‘dir. Yine aynı biçimde “Şyunğnu” okunur. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Tart%C4%B1%C5%9Fma%3AHiung-nu)
** Hiung-nu adının o zamana göre eski Çincede karşılığı olan H’yenyun adına ilk olarak MÖ 822 yılında yazılmış “Şarkı Kitapları”nın birinde yer alan bir şiirde rastlanır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Hiung-nu)
1 (https://tr.wikipedia.org/wiki/Hiung-nu#:~:text=Bu%20kabilelerden%20baz%C4%B1lar%C4%B1%20 birle%C5%9Ferek%20Hiung,ana%20dini%20muhtemelen%20Tengricilik%20idi.)
2 Gülşah Çoban, Kenkol Bölgesinde Hun Kurganları ve Kültürü, s.62, yüksek lisans tezi, 2020, Hacettepe Üniversitesi, http://www.openaccess.hacettepe.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11655/22580/G%C3%BCl%C5%9Fah%20%C3%87oban-%20Yeni.pdf?sequence=4&isAllowed=y.
3 aynı yapıt s.62.
4 aynı yapıt s.63.
5 İlya Aleksandroviç Meikşan, “K Voprosu Ob İzuçenii Mirovozzreniya Hunnu Tsentralnoy Azii”, Archeologiya, Etnologiya, Paleozkologiya Severnoy Evrazii İ Sopredelnıh Territoriy, NGPU, Novosibirsk, 2007, s.116.
6 Çoban, s.61.
7 Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1976, s.30-31.
8 Çoban, s.63.
9 Türkler’in Dili, Fuat Bozkurt, Kapı Yayınları, s.97.
10 Faruk Sümer, Eski Türkler’de Şehircilik, S.16-17.
11 Yaşar Çoruhlu, Türk Sanatı’nda Görülen Boğa (öküz, inek) Figürleri’nin Sembolizmi, Türk Dünyası Tarih dergisi Mayıs 1995
12 A.Yu.Yakubovskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, S.99.
13 J.P.Roux, Türkler’in Tarihi, S.115.
14 İklil Kurban, Yaşlı tarihin Yankısı, S.41-42.
15 Roux, Orta Asya, S. 241
16 Roux, Orta Asya, s. 219.
17 W.Radloff, Sibirya’dan 1.Cilt, S.205.