Unutmamak

Akın Olgun

Emel Anne’ye, Almanya Alevi Federasyonunun öncülük ettiği, Yol Bir Sürek Bin Bir adlı geceye geldiği gün, “yol sizi yordu mu?” diye sorduğumda, “Ali İsmail nerede anılıyor, hatırlanıyorsa oraya giderim. Yeter ki unutulmasın” diyerek vermişti cevabını. O günden beri, verdiği cevap dönüp duruyor içimde.

Unutmanın, tüm yaşadıklarımızın, yaşatılanların en kahredici yanı olduğuna kim itiraz edebilir ki?

Biliyoruz, her şey olup bittikten sonra geriye unutmamanın mücadelesi kaldı her zaman.

Biliyoruz, kötülük ne zaman “yanımıza kar kaldı” diyerek ellerini ovuştursa, bir ses bozdu hep karanlığın hükmünü. O ses, seslerin inadı yıllardır bu toprakların atan kalbi ve yaşadığımızı hissettiren gücü oldu.

Tıpkı Cumartesi Annelerinin yıllar yılı yaptıkları gibi.

Kimse unutmasın diye verdikleri sözlerin peşini hiç bırakmadılar ve sözlerinin her önü kesildiğinde, yeni sözler ekleyerek, “unutun” diyenlere karşı kaldırıp başlarını, hakikati sürekli öne taşıdılar.

Ömürler devrildi o yıllar içinde, çağrıları rüzgârlara, yağmurlara, kışa, fırtınalara karıştı. Eğer hissediyorsanız, bir martının çığlıklarında da bulursunuz o sesleri, bir kırlangıcın kanatlarında da. Unutmamak hissetmektir çünkü. Unutmamak sahiplenmek, dokunmak ve sevdiğinize, sevdiklerinize bir parça da onlar adına sarılmaktır. Birbirimizin yüzüne bakabiliyorsak hala, inanın ki bundandır.

Adaleti, hakikati ve en önemlisi zapturapt edilmiş tüm umutları ve onların ayağına vurulan prangaları birileri söküp, “buradayız, hiçbir yere gitmiyoruz” diyebiliyorsa,  kazanan bizim insanlığa dair sözümüzdür hiç kuşkusuz.

Elbette akıl da kirlenir, bilinç de bozulur, vicdan da çürür.

Neye izin veriyorsak, orası kırılır ve yen içinde kalmaz. Duyulsun diye kırılan yanımız, ibreti âlem için tüm topluma anons edilir ve güç, böyle büyütür “hiçbir şey değişmiyor” duygusunu. 

“Düşman” olarak işaretlediklerini önümüze atıp, “tekmeleyin” diyenlerin derdidir bu. Çaresizliklerden, mecburiyetlerden tutup, kurban seçtiklerinin önüne sürükleyip “tükürün” diyerek, suçlarına ortak etmeye çalışanlara dair “hayır” diyebilenlerin ödediği bedel ağırsa eğer, sözün yükünü paylaşmakta tereddüt edişimizdendir.

Demirtaş içerideyse, Cumartesi Anneleri bir sokağa sıkıştırıldıysa, Taybet Ana’nın cenazesi yerdeyse, Ceylan’ın gözleri bizi arıyorsa, Uğur’un bedeninde on üç mermi deliği varsa, milletvekilleri, belediye başkanları sürüklenip götürülüyorsa, yoksulluktan canına kıyıyorsa insanlar, işsiz kendini yakıyorsa, intihar ediyorsa bir öğretmen, doğan çocuğunu kapı önüne bırakıyorsa anneler, ah yerde kalıyor, acı duyulmaz oluyorsa ve ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, birkaç kınama ile herkes dönüyorsa dükkânına, işçiler yalnız, adaletsizliğe uğrayanlar kimsesiz ve yüzbinlerin, milyonların yarınlara dair şüpheleri, birbirlerine dair şüphe etmeye dönüşüyorsa, hepimiz kaybediyoruz demektir. Hiç birimizin saklanamayacağı yerdir işte tam burası.

Adaletin kantarını bozanlar, bizlere ömür boyu cezalar tartıyorlar şimdi. Evlerimizden, iş yerlerimizden, sokaklarımızdan, mahallelerimizden sürüklenip götürülüyoruz.

“Yasal “haydutlar dolaşıyor seslerimizin, itirazlarımızın, taleplerimizin peşinden.

Perdelerin arasından bakıyoruz götürülenlere, kapıların aralığından bakıyoruz. Küçük aralıklara sıkışmış bir çift göz olmayı kabullendikçe, zalim karşısında küçülüyor, mazlum karşısında çatallaşıyor dilimiz. Sığındığımız “oh olsun” tesellilerinde birbirimizin yalancısı, yalancıların borazancısı oluyoruz. Böyle kazanıyorlar. Böyle kaybediyoruz biz de.

Emel Anne’nin sözü gelip duruyor önümüzde. 

İnat etmenin, yaşatmanın, yaşanılanları unutturmamanın ve bir arada durmanın bir çağrısı olarak dokunmalı bu söz hepimize. İçimizde dolaşmalı, en zor anımızda, en zor dönemlerimizde sarıp sarmalamalı hayatlarımızı.

Demirtaş’ın Ketıl’ı böyle konuşur oluyor, “Barış, demokrasi, özgürlük, eşitlik” diyenlerin sesi böyle inat ediyor. Rabia Naz’ın babasının sesi böyle yükseliyor. Soma’nın madencileri böyle yürüyor, Mızraklı’nın meşruluğu bundan sapasağlam.

“Yeter ki unutulmasın” diyerek, koşan, koşuşturan, sarıp sarmalayan bir inadın yaşamasıdır bu. Unutmamaktır yani.

Unutmamak hissetmektir çünkü. Unutmamak sahiplenmek, dokunmak ve sevdiğinize, sevdiklerinize bir parça da onlar adına sarılmaktır. Birbirimizin yüzüne bakabiliyorsak hala, inanın ki bundandır.