Hacer Buyruk
Öyle zannediyorum ki aşk, mevcudiyetinin, müktesebatının insana verdiği en hazin yük ile en derine, yükseliş olan batıştır.
./.
Sınırlarından değil içten kuşatmış kendi kendini, tel tel yakmış mum sandığı saçlarını; canların canı, ah canların canıdır, seyreyleyin sular altındaki bu virane şehri.
Seyreyleyin dokunmadan, ses etmeden, görünen o ki, dönmeyecek geri. Batık bir bedendir, içinde türlü balıkların hayretle, ilgiyle gezdiği, batık bir bedendir, sim halatlarıyla bağlandığı, denizatlarının kendi düş kıyılarına doğru çektiği; gecesine onun, gece getiren, denizyıldızlarının kalbinde yüzdüğü; kimimizin penceresinde ansızın görünen yeşil kuyruklu kuşu, o sularda, hayallerinin kollarında ve acısının sütüyle büyüttüğü. Batık bir bedendir, gelecek zamanlarda çoktan anlatılmaya başlamış bir masalda geçtiği. Sılası yıldızlarla anılan zamanlar ötesinde, batık bir bedendir, batık bir su şehri, masalının gurbetinde.
Dağılmış mavi ummana ummanının kara safrası. Ateşiyle ağırlaşan alnına, eğdirdiğinde başını, su perileri konuşmaya başlar onun dudaklarından. Uyandırmayın uykusundan, sayıklasın varsın aşkını ve acısını ah canların canı; tutmayın kolundan, görmüyor musunuz o bileklerinden yaralı. Yosun ormanlarında kaybolacak az sonra, görmüyor musunuz kederden örülü, boynuna astığı nişanı, görmüyor musunuz yutkunuşunda ortaya çıkan mührü ve hepimiz içindir, vazgeçmediyse rüyasından.
Orada sanıyor sevgilisini, derinde, dipte, kendiyle bir ve aynı yerde, işte bunun için fısıltıyla sesleniyor onun adını, canının içinde çırpındığı son nefesiyle ah canların canı, demir tozu gibi cer çekiminde. Ağıtlar yakıyor bu yabancıya, gözyaşlarıyla istiridyelere inci mayalayan denizkızları.
Onu önce bir kuyuda bulmuşlar, günyüzüne çıkarmışlar, götürüp yıkamışlar, kül saçlarını yeminlerle taramışlar, kan ter içindeki giysisini götürüp gömmüşler –hâlâ adı konmadığından mahzun kalmış bir çiçek doğmuş o mezarın üstünde-, zor yutkunuyormuş, kanından alıp, kaşık kaşık yedirip karnını doyurmuşlar, ellerini bileklerinden kesmişler. Fakat bu simsarlar unutmuşlar bu körün, bu uyurgezerin ayağını bağlamayı, neyse ki unutmuşlar, yürümüş suya doğru, vurgun cezbinde.
./.
Yeşil kuyruklu o kuş, belirdi yine iki penceremde.