Denge ve Denetleme Ağı (DDA) 10 yıldan bu yana yapılan araştırmalardan hareketle Türkiye’de Demokrasi Talebi Raporu’nu hazırladı.
Rapora göre, her 5 kişiden 2’si kendisini ikinci sınıf vatandaş gibi hissediyor. Toplumun yarısı seçimlerin adil ve eşit yapılmadığı görüşünde.
Yargı baskı altında, bağımsızlığını yitirdi ve siyasallaştı. Medya denetlemedikçe güven kaybetti, sosyal medya ana haber alma kaynağına dönüştü.
Kurumlara güven azaldı, partilere güven düşük. Toplum darbelere karşı çareyi demokrasinin güçlendirilmesinde görüyor.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Türkiye toplumunun birey ile yurttaş olma, özgürlük ile güvenlik, korkuları ile umutları arasında sıkışmış bir toplum olduğunu söyledi.
Aysu Demirel Özdemir
Denge ve Denetleme Ağı, 2010 yılından günümüze siyasette ve toplumda yaşanan değişimleri ve bu değişimlerin vatandaşların demokrasi algısını nasıl şekillendirdiğini inceledi. Rapor, internet üzerinden yapılan toplantıyla kamuoyuna duyuruldu.
DDA Direktörü Hayriye Ataş, raporda yer alan bulguların hem Türkiye’nin güncel siyasetine hem de uzun vadede demokrasi algısı ve pratiklerine dair önemli mesajlar sunduğunu söyledi. Ataş, “Türkiye’de demokrasi talebine ve algısına ışık tutacak bu araştırmanın, anayasal reformlar, siyasi ve hukuki düzenlemelere bir arka plan oluşturacağını düşünüyoruz” dedi.
10 yılda 267 bin kişiyle yapılan görüşmeler incelendi
KONDA’nın 2010-2019 yılları arasında toplamda 266 bin 993 kişiyle yüz yüze görüşerek gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçları üzerinden hazırlanan raporla vatandaşın demokrasiyi nasıl tanımladığı, demokrasi için kriterlerinin ne olduğu irdelendi. Araştırma verileri, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “eşit vatandaşlık”, “ifade özgürlüğü”, “yerel yönetimler” ve “örgütlenme özgürlüğü” başlıkları altında ele alındı.
‘Kişiye göre karar veriliyor’
Rapora göre toplumun yarısından fazlası mahkemelerin, kişinin iktidarla ilişkisine ve gelirine göre karar verdiğini düşünüyor. 10 kişiden 3’ü kişinin Kürt olup olmamasının yargı kararını etkilediği görüşünde. Kişinin cinsiyetinin mahkemelerin kararında etkili olduğunu düşünenlerin oranı ise yıllar içinde artıyor.
Yüzde 61: Yargı baskı altında
Mahkemeleri “adaletin dağıtıldığı yer” olarak görenlerin oranındaki düşüş eğilimi de dikkat çekiyor. Mahkemeye yolu düşen 10 kişiden 3’ü, hukuk sistemine güveninin azaldığını belirtiyor.
Toplumun yarısından fazlası yargının siyasallaştığına, iktidarların savcı ve hakimlere baskı uyguladığına inananların oranı giderek artıyor. 100 kişiden en az 61’i yargının tamamen siyasallaştığı görüşünde.
Vatandaş kanun önünde eşit muamele görmek istiyor
Rapora göre 10 kişiden en az 9’u adaleti, “herkesin dini, kökeni, cinsiyeti, fikri, dili, rengi ne olursa olsun eşit olması” diye tanımlıyor. Ama aynı zamanda 5 kişiden biri, adaletin “güçlülerin kendi haklı çıkarma yolu” olarak kullanıldığı görüşünde. Bu da toplumun bir kesiminde yargı önünde eşitlik ilkesine inancın sarsıldığına işaret ediyor.
Kadın cinayetlerinde mahkemeler taraflı
Denge ve Denetleme Ağı’nın raporunda, Türkiye’nin değişmeyen gündemi kadına yönelik şiddet konusunda da çarpıcı verilere yer verildi. Buna göre, toplumun yüzde 3’u kadın cinayetlerinde mahkemelerin taraflı karar verdiğini düşünüyor.
5 kişiden 1’i ‘kanun beni korumaz’ diyor
Suç işlemedikçe kanunlar ve mahkemelerin kendisini koruyacağına inananların oranı yüzde 67 olsa da, yüzde 20’lik bir kesim aksi görüşte.
Üç kişiden biri hukukun, hata yapan devlet ya da onu temsil eden bir kişi olduğunda kendisini korumayacağına inanıyor. Yüzde 41’lik bir kesim ise devletin kurum ve memurlarının hukuk dışına çıktığını düşünüyor. Bunun aksini düşünenler ise yüzde 35’de kalıyor. Sonuçlar, hukukun kişi ve kurumlara eşit yaklaştığı algısının toplumun önemli bir kesiminde karşılık bulmadığına işaret ediyor.
‘Özgürlük’ beklentisi ‘beka’ beklentisinin üzerinde
Anayasa’nın temel esas ve ilkelerine ilişkin yapılan araştırmaların sonuçları da dikkat çekici. Buna göre Anayasa’da adalet, eşitlik ve özgürlük beklentisi, “devletin bekası” beklentisinin üzerinde yer alıyor. 4 kişiden 3’ü, yargının devleti değil bireyi koruması gerektiğine inanıyor.
Devlet güvenliği kişilerin güvenliğinden önce görenler fazla
Yine toplumun yarısından fazlası, Anayasal hak ve özgürlüklerin Terörle Mücadele adına sınırlandırılamayacağını düşünüyor. Ancak yüzde 24’lük bir kesim bireysel hak ve özgürlüklerin bu gerekçeyle sınırlandırılabileceği fikrinde. Yine “devletin güvenliğinin kişilerin haklarından önce gelir” önermesine katılanların oranı yüzde 56’yı buluyor.
Görüşülen kişilerin yüzde 51’i “anayasa halkın görüşleri alınarak ve değerlendirilerek Meclis’te yapılmalıdır” diyor. Vatandaş anayasa süreçlerine aktif olarak katılmak istiyor.
5 kişiden 2’si: Kendimi ikinci sınıf vatandaş gibi hissediyorum
Rapora göre her beş kişiden ikisi farklı nedenlerden dolayı ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. Yine her beş kişiden ikisi kendisini ikinci sınıf vatandaş gibi hissettiğini ifade ediyor.
Toplumun tamamına yakını herkesin mahkemede adil yargılanması, kamu hizmetlerinden eşit ve adil biçimde yararlanması ve kültürel kimlik ya da cemaat olarak yaşayabilme özgürlüğünün tanınması gerektiği yönünde görüş belirtiyor.
Ancak hala din, dil, etnik köken, toplumsal cinsiyet gibi kriterleri vatandaşlığın şartı olarak ortaya koyan bir kesim bulunuyor.
Azınlık haklarının sınırlandırılabileceğini düşünenler azalıyor
Çoğunluk isterse azınlığın haklarının ortadan kaldırılabileceğini düşünenlerin oranı ise düşüyor. 2014’te toplumun yarısı bu yönde görüş belirtirken, 2017’de bu oranının yüzde 32’ye düşmüş olması raporda, “toplumun demokratikleşmesi konusunda önemli bir ilerleme” olarak değerlendiriliyor.
Ancak başta Kürtler, Aleviler ve Müslüman olmayanlar ile eşcinseller olmak üzere, farklı kesimlerin toplum nezdinde eşit vatandaşlar olarak değerlendirilmesi ve onlara eşit haklar tanınması konularında dile getirilen çekinceler, eşit vatandaşlık algısı konusunda daha alınacak mesafe olduğuna işaret ediyor. Öteki ile akrabalık kurma, iş ortaklığı ve komşu olma konularında çekinceler söz konusu.
İfade özgürlüğü
Rapora göre, farklılıklara açık olmak, toplumunun genelinin dışında fikirler beyan edilmesi konusunda çekinceler hala sürüyor. Bunun tüm toplumun ifade özgürlüğünü ilgilendiren bir konu olduğu, bunun neden demokrasinin olmazsa olmazı olduğu konusu yeterince kavranmış değil.
Geleneksel medyaya güven azalıyor
Medyada büyük dönüşümün yaşandığı 2010’lu yıllarda geleneksel medyaya olan güveninin hızla azaldığı rapora da yansıdı.
Gazeteler ve televizyonları haber alma aracı olarak görenlerin oranı ciddi biçimde düşerken, haber kaynağı olarak başvurulan gazete ve televizyonlardaki çeşitlenme de azaldı.
Medyanın siyasi iktidarın yanlışlarını yazmalarının, halkı bu konularda bilgilendirmelerinin demokrasinin gereği olduğu önermesini “kesinlikle doğru” bulanlar yüzde 31’den yüzde 68’e yükselse de, gazetelerin bu görevlerini yerine getirmediklerine olan inanç da bir o kadar keskinleşmiş durumda. Başka bir ifadeyle medyanın dördüncü kuvvet olarak denge ve denetleme görevini yerine getiremediği düşünülüyor.
Diğer yandan haber almak için büyük oranda sosyal medya ve internete yönelen vatandaş, bu platformlarda da sağlıklı ve doğru bilgiye erişemediğini düşünüyor.
Toplumun yarısı seçimlerin adil ve eşit biçimde yapıldığına inanmıyor
Rapor, toplumun çok büyük kesiminin seçimleri demokrasinin vazgeçilmezi olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Ancak iki kişiden biri, seçimlerin adil ve eşit bir ortamda gerçekleştiğini düşünmüyor.
Siyasi partilere güven ise oldukça düşük. 6 kişiden sadece biri siyasi partilere güveniyor. Siyasi parti üyeliği oranı da oldukça düşük. Seçimler ve siyasi partiler dışındaki örgütlenme biçimlerini vatandaş meşru görse de, küçük bir kesim tarafından benimseniyor.
Gösteri, yürüyüş, imza kampanyası gibi araçları meşru görenler toplumun yarısını oluştursa da, siyasi talepli bir eyleme katılmayı tercih edenlerin oranı yüzde 15’e ulaşmıyor.
Vatandaşın yerelde beklentisi katılımcılık
Yerel yönetimlerin ek vergi, anadilde hizmet, yerel kaynakların kullanımı gibi konularda yetki sahibi olması konusunda toplumda çekimserlik hakim görülüyor. Toplumun 3’te biri bunu desteklerken, 3 biri karşı çıkıyor. Diğer üçte bir ise arada kalmış durumda. Bu çekimserliğin kaynağında ise Kürt meselesinin yattığı görülüyor.
Bununla birlikte vatandaşlar, yerel yönetimlere daha etkin bir biçimde yer almak istiyor. 3 kişiden ikisi halkın mahallesi ve kentiyle ilgili verilen kararlara katılma hakkı olması gerektiği görüşünde.
Ağırdır: Türkiye toplumu ikircilikli durumda
Toplantıda konuşan KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, 10 yıllık verilerden hareketle “Türkiye toplumunu ikircikli olarak görüyorum” dedi. Ağırdır, ailesine katılmış Kürdü, solcuyu, AKP’liyi kabullenenlerin camın ötesine baktığında ötekini gördüğünü söyledi.
Ağırdır, “Türkiye toplumu birey olmak ile yurttaş olmak sıkışmıştır. Türkiye insanı özgürlük ile güvenlik arasında sıkışmıştır. Türkiye insanı korkuları ile umutları arasında sıkışmıştır” dedi.
8.5 milyon insan İmar Affı’na başvurduğuna dikkat çeken Ağırdır, bunun çok önemli bir gösterge olduğunu söyledi. Değerler ile pratikler arasında fark bulunduğunu ve değerlerin hızla siyasallaştığını ve “biz” duygusunun hızla parçalandığını söyledi.
Toplantıda değerlendirme yapan Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Fuat Keyman da 2017-2018’den itibaren vatandaş-iktidar temelli kutuplaşmaya dikkat çekti.