Metin Gülbay
İlkokuldan lise sona kadar bize öğretilen tarihe göre babası 2.Bayezit’in tahttan kendi isteğiyle çekilmesi üzerine Selim tahta çıkmıştır. Hatta çekilme konusu bile tüm resmi tarih açıklamalarında geçmez. Resmi derken Osmanlı dönemi tarihçilerinin ezici çoğunluğundan söz ediyorum. Peki bu resmi tarih yazımının dışında bir şey mi olmuştur ki kuşkularını dile getirenler vardır. Yani 2.Bayezit tahttan gönüllü olarak çekilmemiş midir? Oğlu 1.Selim tahta elini kolunu sallayarak geçmemiş midir?
Hayır böyle olmamıştır.
1. Selim’in tahta aday iki ağabeyi daha vardır. Aslında Bayezit’in sekiz oğlu olmuş ama beşi kendisinden önce ölmüştür. Bayezit en büyük oğlu Ahmed’i taht için en uygun aday olarak görmektedir. Bayezit bu konuda yalnız da değildir. Saray bürokrasisi de aynı düşüncededir ve Ahmed için çalışmaktadır. Bir de ortanca kardeş Şehzade Korkud vardır. Selim Trabzon sancağına atanıp, başkentten uzakta, orada ikamete mecbur tutulmuştur. Ahmet Amasya, Korkud Teke (bugünkü Antalya, Burdur gibi illeri de içine alan geniş bir alan) sancağının başında bulunmaktadır. İstanbul’a en yakın sancağa Ahmed atanmıştır, yani tahta çıkacak şehzade sanki böylesine açık biçimde tercih edilmiştir. Osmanlı şehzadeleri sancakları yöneterek deneyim kazanmakta sonra tahta çıkmaktadır. Tabii babaları yani sultan öldükten sonra. 1.Selim en küçük kardeş olmasına ve babası tarafından tahta layık bulunmamasına rağmen Osmanlı tahtına çıkabilmiştir. Bu çıkış tahmin edebileceğiniz gibi çok kanlı bir yol izlemiştir.
Selim ile babasının arasının ne zaman ve hangi nedenle açıldığı bilinmemekle birlikte O’nun Trabzon’a 1487 gibi erken bir tarihte atandığından hareketle bu işin epey eski bir tarihte olduğunu söylemek pek de mantık dışı olmaz.
Osmanlı devletinde tahta çıkabilmek için en büyük erkek olmak gerekmemektedir. En büyük erkeğin tahta çıkması kuralı çok ileri bir tarihte, 1876 Anayasası ile getirilmiştir. Moğol-Türk geleneğine göre “en uygun olan kişi” tahta çıkabilir. Bu da o dönemde en savaşçı anlamına gelmektedir. Aynı zamanda askerleri en çok ikna edebilen, onların güvenini kazanan anlamına da gelmektedir. Eğitimin çok olmasının bu işte pek bir anlamı yoktur. Ahmed de Korkud da küçük kardeşleri Selim’den çok daha entellektüeldir. O dönemin koşullarıyla olaylara bakmakta da büyük yarar vardır, devleti genişletecek yani hazineyi para ile doldurabilecek yetenekteki bir kişinin tahta geçmesi askerler ve halk için en uygun ve yararlı seçenektir.
Selim’e niye “yavuz” lakabı verildiği konusunu bir sonraki yazıya bırakarak bu yazıda yalnızca tahta çıkış konusuna odaklanacağım. Böylece birinci cümlede sorduğumuz soruya yanıt vermiş olacağım.
Trabzon’da vali olan Selim, babasının, ağabeyi Ahmed’e olan eğilimini bildiği için tüm hareketlerini buna göre ayarladı. Selim 1509’da babasından oğlu Süleyman’ı Şebinkarahisar’a atamasını istedi. Bayezit Ahmed’in baskısıyla bu isteği kabul etmeyerek Süleyman’ı Kırım’ın güneyinde bulunan Kefe’ye atadı. Selim epey zorlu bir süreçten ve diğer istekleri de babası tarafından kabul edilmedikten sonra 1510’da yani oğlu Süleyman’ın Kefe’ye atanmasından bir yıl sonra Kırım’a geçti tabii babasının emri dışına çıkarak. Kimi tarihçiler Selim’in oğlu için Şebinkarahisar’ı istemesinin bilerek yapılmış bir tercih olduğunu onun asıl isteğinin Süleyman’ın Kefe’ye atanmasını sağlamak olduğunu ileri sürer. Selim böylece tahtı Ahmed’e bırakacağı iyice anlaşılan Bayezit’i arkadan vurmak için Kırım’dan aşağılara inip Balkanlar’daki savaşçı beyleri, akıncıları ikna ederek hep beraber İstanbul’a yürüyüp tahta çıkmayı tasarlamaktadır. Sonuç, bu amacına ulaşmasını sağladığına kuşku olmadığını göstermektedir. Selim Rumeli’de iken Korkud 1511 yılında Teke sancağında başlayarak tüm Anadolu’ya yayılan Şahkulu ayaklanmasıyla meşguldü ancak ayaklanmayı bastıramamıştı. Şahkulu güçlerinin üzerine gönderilen Karagöz Paşa güç durumda kalınca Ahmed ve Korkud’un askerleri ona yardıma gönderilmek istendi ancak iki şehzade de yerlerinde değildi, Karagöz Paşa bu yüzden ayaklanmacıların eline geçti ve Kütahya Kalesi dışında kazığa oturtularak yakıldı. Bu olay askerlerin ve halkın gözünde Ahmed ve Korkud’un itibarını yerle bir etti. Öte yandan Ahmed’in oğlu Murad’ın Kızılbaşlara katıldığı söylentisinin de şehzadenin itibarının daha da zedelenmesine yol açtığı belirtiliyor.
Sonunda olaylar Balkanlar’daki akıncı beyleri ikna ederek çevresine toplayıp epey güçlü bir hale gelen Selim ile babası 2.Bayezit’i savaş alanında karşı karşıya getirdi. Çorlu’da yapılan savaşta 2.Bayezit’in ordusuna yenilen Selim oğlunun yanına Kefe’ye (bugünkü Ukrayna) kaçtı. Bayezit da yol haritasını Selim’i Kefe’de tutmak ve Ahmed’in tahta çıkmasını böylece rahatlatmak olarak belirledi.
Bayezit’in planı neredeyse gerçekleşmek üzereydi. Ahmed’in ordusu Üsküdar’a kadar geldi, tabii tahtı devralmak amacıyla. Ancak bunu haber alan yeniçeriler “Ahmed’i sultan olarak kabul etmeyiz, Selim’den başkasını dinlemeyiz” diyerek ortaya çıktı. Bayezit bunu görmezden gelip Ahmed’i tahta çıkarma hazırlıklarına devam edince de beş bin yeniçeri Ahmed yanlısı eğilime sahip devlet adamlarının evlerine saldırdı. Ancak evlerinde bulamadı. Ahmed bu gelişmeler üzerine sancağına geri dönmek zorunda olduğunu görünce hiç olmazsa Anadolu’ya hükmetme sevdasına düştü, adamlarını oraya buraya atamaya başladı. Oğlu Alaeddin köyleri talan ederken kendisi de Konya’ya saldırdı ve aldı.
Arşiv kaynaklarından sürekli olarak Selim ile iletişim halinde oldukları anlaşılan yeniçeriler bunun üzerine Bayezit’in yaşlı ve hasta olduğunu ileri sürerek Selim’in tahta geçmesini yeniden istedi. Rumeli beylerinin de Selim’in arkasında durması sonucu Bayezit yeniçerilerin bu isteğine uymak zorunda kaldı. Bu kargaşa içinde ortanca oğul Korkud İstanbul’a geldi. Belki kardeşlerinin yarattığı kargaşadan yararlanarak babasının tahtı kendisine vereceğini ummuştu. Korkud’un gelmesine hiç de sevinmeyen Bayezit onun bu isteğini reddetti. Yeniçeriler de saygı gösterdikleri bu şehzadeye dokunmadı ama tahtın Selim’e bırakılması isteğini yineledi.
Korkud bunun üzerine kardeşi Selim’in İstanbul’a gelmesini beklemeye başladı. Selim ordusuyla 24 Nisan 1512’de sur içinde kalan Yenibahçe’ye kadar geldi. Bu noktada belirsizlik vardır. Bazı tarihçiler Selim’in bir gece kaldıktan sonra babasından tahtı devraldığını ileri sürer. Bazıları ise Selim’in burada kalıp imparatorluk birliklerinin desteğini kendi gözleriyle gördükten sonra babasının sarayına gittiğini belirtir. Selim’in Yenibahçe’de ne kadar kaldığı tam olarak söylenmez ama 16.yüzyıl tarihleri O’nun burada bir hafta kaldığını ya da kalmaya mecbur olduğunu kaydeder ki bu da tahtın el değiştirmesinin pek de sıkıntısız olmadığını gösterir.
Belki de Bayezit ile Selim arasında yapılan uzun pazarlıklar sürenin uzamasına neden olmuştur. Bayezid’in Selim’i tahtı teslim etmek için değil serdarlık görevini devretmek için İstanbul’a çağırdığını belirten tarihçiler bu sıkıntının kaynağına ilişkin bazı ipuçları verir. Bayezit’in ayrıca orduyu Selim’in kumandasına (serdarlığına) vererek büyük oğlu Ahmed’in Konya’yı işgal eden güçleri üzerine gönderme planları yaptığı da ileri sürülür. Bu da Bayezit’in tahtı isteyerek değil zor yoluyla terk ettiğini göstermektedir. Muhyiüddin Çelebi, sultanın tahtı hiçbir zaman Selim’e bırakmayı düşünmediğini, Mustafa Âli ise Selim’i “başından atamadığı için onu tahta çıkarmak zorunda kaldığını” belirtir. 16. yüzyıl şairlerinden Tâlibî Selim’in tahta çıkışına ilişkin şöyle tarih düşer: Padişah oldı cihanda seyf ile Sultan Selim. (Selim dünyada kılıcı sayesinde sultan olmuştur.) Bazı anonim kayıtlarda ise Selim yanlılarının vezirleri ölümle tehdit ettikleri belirtilir.
Bayezit’in tahtı zorunlu olarak bıraktıktan sonra kendi isteğiyle ölene dek yaşamak üzere Balkanlar’a, çok istediği Dimetoka’ya gitmek üzere yola çıktığını yazan tarihçilerin yanı sıra Yusuf b. Abdullah aslında Selim’in Bayezit’in Edirne’de oturmasını istediğini söyler. Selim babasının da kendisi gibi Balkanlar’da güç toplayıp tahtı elinden almak için harekete geçmesinden korkmakta bu yüzden onun Dimetoka yerine Edirne’de yaşamasını istemektedir. Bayezit bir biçimde yola çıkar, Selim’in Yunus ve Kasım Paşa gibi iki önemli devlet adamını ve bazı yeniçeri bölüklerini babasının yanına katması da O’nun babasının Dimetoka’ya gitme isteğini engellemeye dönüktür.
Zaten Bayezit ne Dimetoka’ya ne de Edirne’ye gidebilir. 26 Mayıs 1512 günü İstanbul’da ayrıldıktan kısa bir süre sonra yolda “aniden” hastalanarak ölür. Osmanlı tarihçilerinin çok büyük bölümü reddetse de çeşitli Avrupa kaynakları ve birkaç Osmanlı kroniği de Bayezit’in Selim’in emriyle zehirlendiğini yazar. Osmanlı tarihçilerinin büyük çoğunluğunun sorunsuz bir taht değişimi olduğunu yazmalarının ana nedeni belki de şehzade kavgalarıyla kan kaybetmiş olan devletin gücünün daha da azalmasını önlemenin yanı sıra meşru olmayan yollarla bir şehzadenin tahta çıktığının duyulmasının imparatorluğa vereceği büyük zarardır.
Ancak Avrupalı gözlemciler Bayezit’in ölümünde zehir şüphesini açık biçimde dile getirir. Saray-ı hümayunda 2. Bayezit ile 1.Selim’e iç oğlanı olarak hizmet eden ve Bayezit’in son yolculuğunda maiyetinde bulunan Cenevizli Giovanni Antonio Menavino, Yahudi hekim Ustarabi’nin yaşlı sultanı zehirlediğini söyler. Aile bağları Bayezit’in sadrazamları Mesih ve Hersekzâde Ahmet Paşalara uzanan Theodoro Spandugino da sultanın Selim’in emri ile zehirlendiğini varsayar. İstanbul’da yaşayan ünlü Venedikli Donado da Lezze benzer biçimde Selim’in babasını öldürmeye karar verdiğini söylerken, Bayezit’in Dimetoka’da oturmasının henüz rakip kardeşleriyle yüzleşmemiş olan Selim için önemli bir risk oluşturacağını belirtir. 16.yüzyılın son çeyreğinde bir süre 3.Murad’ın saray hekimliğini yapan Yahudi haham ve hekim Domenico Hierosolimitano da açıkça Selim’in tahta çıkabilmek için babasını katlettiğini söyler. 17.yüzyılın başında yazan Richard Knolles ise Selim’in ‘babasını öldürmeye engerek yılanı gibi kararlı’ olduğunu ve düzmece Yahudi Hamon’un yardımıyla zehir kullanıp ‘bu lanet olası planı’ gerçekleştirdiğini söyler.
Osmanlı tarihinde tahttaki bir sultanı zorla indirip sonra da onu zehirleyerek öldüren tek şehzade olan 1.Selim’in daha sonra kardeşleri Ahmed ve Korkud’u, onların oğullarını, diğer şehzade çocuklarını öldürttüğünü söylemek sanırım gereksiz. Osmanlı tarihçileri bir ağızdan Selim’i temize çıkarma gayretinde olsalar da bir iki tane “ayrık otu” vardır. Tarihçi Şükrî’nin “Selimname”si ile Hezarfen Hüseyin Efendi’nin Tenkihü’t-tevarih’inde Bayezit’ten Şehit diye söz edilir. Hezarfen “şehitlik şerbetini içmişti” sözleriyle belki de Bayezit’in normal yollarla ölmediğine bir göndermede bulunacak cesareti göstermişti.
Keşfî Mehmed Çelebi Selimnamesi’nde (19a-19b) Bayezit’in ölümünü şöyle anlatır: “Bir sabah sultanın … pembe yanakları, safra fazlasından ötürü nilüfer gibi sararıp soldu … başı ve gövdesi söğüt gibi titriyor, bedeni ateşler içinde yanıyordu, dudaklarında uçuklar oluştu ve başı çok kötü döndüğü ve ağrıdığı için aklını yitirdi.” Bu anlatı da Bayezit’in eceliyle ölmediğine gösterilen kanıtlardan biridir. Tarihçi Mustafa Cenabî, Bayezit’ten ve Selim’den çok sonra 1580’lerin sonunda bu olayı anlatırken “onlar” sözcüğünü kullanır. Cenabî “onlar”ın Bayezit’in abdest alacağı suyun içine zehir koyduklarını bunun da sultanın ölümüne yol açtığını yazar. 1600’lerin sonunda yaşayan Evliya Çelebi Bayezit’in “mesmûmen merhum” olduğundan söz eder. Yani yerilmiş, kınanmış, kötülenmiş olarak öldü, der. Bir başka ünlü tarihçi Peçevî İbrahim Efendi ise Selim’in “babası Sultan Bayezidi dahi tesmim” ettiğini söyler. “Tesmim” zehirlemek anlamına gelmektedir.
1.Selim’in çok kısa süren sultanlığını ve kendisine “yavuz” lakabının niçin verildiğini de bir başka yazıda ele alacağım tabii yine kısaca…
NOT: 1. Selim’in tahta nasıl çıktığını anlattığım bu yazıyı yazarken çok geniş ölçüde tarihçi H.Erdem Çıpa’nın Yavuz’u Yaratmak yapıtından yararlandım. Kitap Yayınevi tarafından yayımlanan bu yapıt Sultan 1.Selim hakkında yazılmış en ayrıntılı ve olayları gerçek biçimde aktaran en önemli kaynaklardan biridir.