Prof. Dr. Mustafa Durmuş
Haziran ayından bu yana dünya ekonomisini bekleyen risklerle ilgili çok sayıda araştırma yapıldı, sayısız anket düzenlendi. Yazılarımda zaman zaman bunlara ben de değiniyorum. Bugün burada sadece 3 tanesine (özetle) yer vereceğim.
Dünya Zenginler Kulübü kâr ve servetin azalmasından endişe duyuyor
Bunlardan ilki Dünya Ekonomik Forumu’nun 347 kıdemli risk analisti ile birlikte yürüttüğü bir anket. (1)
Bu ankette “küresel bir ekonomik çöküşe neden olabilecek en ciddi risklerin neler olabileceği” soruluyor. Risk ise, olumsuz etkilere neden olan belirsizlikler ya da durumlar olarak tanımlanıyor. Sonuç olarak; bu risklerin 10’unun ekonomik, 9’unun sosyal, 6’sının jeopolitik, 4’ünün teknolojik ve 2’sinin ekolojik riskler olduğu tespiti yapılıyor.
Ankete katılanların yüzde 68,6’sı en büyük risk olarak ekonomik durgunluğun uzun sürmesi ihtimalini (1.Sıra); yüzde 56,8’i başta KOBİ’ler olmak üzere şirket iflaslarını (2. Sırada); yüzde 55,9’u perakende ve turizm gibi bazı sanayilerin çöküş riskini (3. Sıra) ve yüzde 49,3’ü yüksek yapısal işsizliği, özellikle de genç işsizliğini (4.sıra) dünya ekonomisinde çöküşe neden olabilecek en büyük 4 risk olarak görüyor.
Risk sıralamasının tamamına baktığımızda küresel sermayenin önceliklerinin neler olduğu da ortaya çıkıyor.
Örneğin aralarında Türkiye’nin de yer aldığı “Yükselen Ekonomilerin çöküşü” risk sıralamasında yüzde 38 ile 8. Sırada; “Salgının ikinci dalgasının yaşanması” yüzde 30,8 ile 10. Sırada, “artan otoriterleşme ve demokrasi ihlalleri” yüzde 23,3 ile 13. Sırada, “artan eşitsizlikler ve sosyal ayrışma” yüzde 21,3 ile 15. Sırada, “sağlık hizmetlerinin giderek çok daha pahalı hale gelmesi” yüzde 14,7 ile 24. Sırada ve “karbonsuzlaştırma çabalarının zayıflaması” yüzde 4,6 ile 29. Sırada yer bulabiliyor.
Kısaca “Zenginler Kulübü” olarak da anılan Dünya Ekonomik Forumu’nun anketine katılan küresel sermaye çevreleri ekonomik çöküşe neden olabilecek en önemli faktör olarak kendi kârlarını ve servetlerini azaltacak ekonomik durgunluk ya da kriz hallerini görüyor.
Böylece, toplumun yüzde 99’unun asıl sorun olarak gördüğü; devasa boyutlara ulaşan yoksulluk, açlık gibi olguların yanı sıra, azgelişmiş ekonomilerin çöküşü, ikinci dalganın yaşanması, faşizan rejimlerin ortaya çıkması ve ekolojik bozulmalar gibi sosyal ve ekolojik sorunlar diğerleri kadar riskli görülmüyor.
McKinsey: Kuzey Amerika ve Yükselen Ekonomilerden umut yok!
İkinci anket McKinsey’in düzenli aralıklarla büyük sermaye şirketlerinin yöneticileri ile yaptığı anketlerden biri. Bu anket Korona Salgınının yine bu küresel karar alıcıların alacağı kararlar üzerindeki etkilerini yansıtmayı amaçlıyor. (2)
Temmuz ayında düzenlenen bu ankete göre: dünyada genel olarak iyimser bir beklenti söz konusu, ancak özellikle Kuzey Amerika ve Yükselen Ekonomilerde bu beklenti kötüleşmiş durumda.
Öyle ki bu ekonomilerin önümüzdeki 6 ay içinde daha iyiye gideceğini düşünenlerin sayısı Temmuz’da (Haziran’a göre) Kuzey Amerika ülkelerinde yüzde 13 ve genel olarak Yükselen Ekonomilerde yüzde 10 azalmış durumda.
Ankette yer alan bir senaryoya göre (A1); önümüzdeki 1 yıl içinde, Korona sonrası sağlık alanında alınan önlemler ve izlenen ekonomi politikalarının ülkelerinde kısmen etkili olacağını, ancak “ekonomik büyüme, gelir ve kârların Korona önceki düzeylere gelmesinin zaman alacağını” kabul edenler çoğunluğu oluşturuyor.
Özcesi bu anket de, beklendiği gibi, küresel sermaye çevrelerinin en büyük endişesinin ekonomik büyümedeki, dolayısıyla da kârlardaki ve servetlerdeki azalma olduğunu gösteriyor.
Dünya ekonomik risk haritasında Türkiye’nin yeri
Üçüncü araştırma ise New York Life Investment ve Visual Capitalist’in Korona Salgını sonrası dünyadaki 241 ülkeyi içeren bir makroekonomik risk ölçme ve değerlendirme çalışması. Buna uygun olarak da bir küresel risk haritası hazırlanmış.(3)
Kullanılan veriler Euler Hermes adlı bir rating kuruluşunun verileri. Kriz riski 4 ana kategoriye göre hesaplanmış: Politik Risk, Yapısal Yatırım Ortamı Riski, Ticari Risk ve Finansal Risk.
Tanımlamaya göre, “politik risk asıl olarak bir ülkedeki tüm gücün tek elde toplanmasından” oluşuyor. Aynı zamanda kurumların bağımsız olmaması ve sosyal uzlaşma ve bütünleşmenin yokluğu ya da derecesi de (ayrımcılık ve ötekileştirme) politik riski artırıyor.
Sonuç olarak bir ülkenin makroekonomik riski, o “ülkenin yüksek düzeyde bir borç geri ödeme güçlüğüne (temerrüt) düşmesi” olarak tanımlanıyor.
Bu çerçevede ülkeler 4 grupta yer alıyor: Düşük Riskli Ülkeler, Orta Riskli Ülkeler, Kırılgan (hassas konumdaki) Ülkeler ve Yüksek Riskli Ülkeler.
Risk, en düşük 1,0 puandan en yüksek 4,0 puana kadar yükseliyor. 1,0 puana sahip bir ülke düşük risk grubunda bir ülke olarak nitelendirilirken (ABD ve tüm Batılı ülkeler bu grupta yer alıyor), 4,0 puana sahip bir ülke en yüksek risk grubunda yer alıyor ve rengi açık pembe oluyor. Kırılgan grup ise 3,0 puana sahip ülkelerden oluşuyor ve bu ülkenin rengi kırmızıya dönüşüyor.
Bu çerçevede 4,0 puana sahip riskli ülkelerin tipik örneği olarak yüzde 41’e yakın enflasyon oranı ile Arjantin karşımıza çıkıyor. Bu ülkenin bu yılın sonunda yüzde 12 küçülmesi bekleniyor (buna rağmen sadece 3 gün içinde Korona Salgını nedeniyle yapılan nakit yardımlarının tüm ülkeye etkin bir biçimde ulaştırıldığının da altı çiziliyor).
Brezilya, Rusya, Türkiye, Uganda, Tanzanya aynı risk grubunda
Kırılgan grup olarak adlandırılan ve en yüksek riskli ülkeler grubunun bir tık altında yer alan 3,0 puanlı ülkeler arasında Yükselen Ekonomilerin tipik örnekleri olarak kabul edilen Brezilya, Rusya ve Türkiye dikkat çekiyor.
Rusya’nın, otoriter yönetiminin yanı sıra, ekonomisine Batı devletlerince konulan yaptırımlar ve Suriye savaşındaki rolü yüzünden ciddi politik riske sahip bulunduğu belirtiliyor.
Orta vadede “C” düzeyinde bir ratinge sahip olduğu belirtilen Türkiye ise kısa vadede 3,0 puan ile Kırılgan ülkeler grubunda yer alıyor. Aynı risk sınıflandırması altında (C-3,0) Uganda, Tanzanya, Tuvalu, Vanuatu ve Vietnam gibi çok yoksul ülkeler de yer alıyor.
Araştırmada ayrıca, borç geri ödeme kapasitesi açısından (iflas, temerrüt ve uluslararası tahkime gitme bağlamında) Türkiye’nin oldukça yüksek bir riske sahip olduğu da vurgulanıyor.
Kısacası Türkiye’de yaşamakta olduğumuz ekonomik ve politik sıkıntılar ve bizi bekleyen riskler uluslararası kuruluşların araştırmalarının öngörülerine uygun gerçekleşiyor ve ülke (resmi söylemin aksine) makroekonomik risk haritasında en kötünün bir tık altı olarak yer alıyor.
Anahtar sözcükler: Küresel makroekonomik risk, Politik risk, Dünya Ekonomik Forumu, Euler Hermes, Mc Kinsey, Borç temerrüdü.
Dip notlar:
- İman Ghosh, “What’s At Risk: An 18-Month View of a Post-COVID World”, https://www.visualcapitalist.com/whats-at-risk-an-18-month-view-of-a-post-covid-world (24 June 2020).
- (“The coronavirus effect on global economic sentiment”, https://www.mckinsey.com (27 July 2020).
- Dorothy Neufeld “The World Macroeconomic Risk Map in 2020”, https://advisor.visualcapitalist.com/risk-map (3 September 2020).