Türkiye’de 12 Eylül öncesi ve sonrasında devam eden ölüm cezası uygulaması, 3.10.2001 tarih ve 4709 Sayılı Kanun’la Anayasa’nın 38. maddesinde değişiklik yapılarak “Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilemez.” hükmüyle belirli istisnalar dışında kaldırılmıştı. Mevzuatta yapılan pek çok değişiklik sonrasında en son 14.7.2004 tarihli ve 5218 Sayılı Ölüm Cezasının Kaldırılması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’la birlikte ölüm cezası “ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis” cezası olarak yeniden düzenlenmiştir.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinden sonra idam cezasından kolay kolay vazgeçmek istemeyen devlet yetkililerinin ifadesiyle “idamdan beter” bir cezalandırma biçimi olarak “ölünceye kadar” sürecek olan ve infaz koşulları itibarıyla da kabul edilemez nitelikteki bu infaz rejimi, insanlık dışı bir cezalandırma olarak tarihteki yerini almıştır.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, hem şartla salıverilme olanağı bulunmaksızın ‘ölünceye kadar’ tek başına tek kişilik hücrede yaşamak zorunda bırakılmak, hem de infaz koşullarının ağırlaştırılmış olması sebebiyle katlanılması güç bir cezalandırma biçimidir.
Dünyanın
hiçbir yerinde müebbet hapis cezalarının şartla salıverme olanağı ve tahliye
umudu olmaksızın ‘ölünceye kadar’ sürdürüldüğü bir infaz uygulaması yoktur. Cezanın
infazı sürekli biçimde hukuki denetimden geçirilir ve belirli koşulların yerine
getirilmiş olmasıyla birlikte infaz sona erdirilir. Bu açıdan bakıldığında, müebbet hapse mahkum
mahpusların geleceğe dair bütün umutlarını yok etmesine ve cezaevinde öleceği
günü beklemesine yol açan bu cezanın kendisi ve uygulamadaki sonuçları da ‘insanlık
dışı’, ‘onur kırıcı’ ve ‘aşağılayıcı’dır.
Bir diğer önemli konu, idam cezasının yerine
getirilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla birlikte, geçmişte haklarında
idam cezası verilmiş olup da dosyaları Meclis’te bekletilen hükümlüler eskiden
36 yıl yatmaktayken, bu yasayla birlikte cezanın infazı ölünceye kadar
süreceğinden ‘kazanılmış haklar’ın ortadan kaldırılması ve ‘aleyhe hükümlerin
geriye yürümezliği ilkesi’nin ihlal edilmiş olmasıdır.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla birlikte infazı süresiz hale getirme yetmiyormuş gibi cezanın infaz koşullarını hafifletmek yerine, tam tersine bir yönelimle infaz koşulları da kabul edilemeyecek boyutlarda ağırlaştırılmıştır. 5275 Sayılı Yasa’nın 25. maddesi uygulamaya konulunca, zaten adlilerle siyasiler arasındaki ayrımcı mevzuat ve uygulama yetmiyormuş gibi bu sefer siyasiler arasında da ağırlaştırılmış müebbete mahkum edilenler “ziyaret”, “havalandırma”, “haberleşme vb.” haklardan çok daha az yararlandırılmaya başlamışlardır.
Tek kişilik hücreye alınan ağırlaştırılmış müebbetlerin daha önce tam gün olan havalandırma süreleri günlük yalnız bir saate düşürülmüş olup bu süre içerisinde yan hücredekiler de dahil olmak üzere, kimseyle temas ettirilmemekte, ortak havalandırmaya çıkarılmadıkları gibi selamlaşmalarına dahi izin verilmemektedir.
Ayrıca diğer siyasi mahpuslara belirli gün ve saatlerde kendi aralarında “sohbet hakkı” tanınırken, yeni yasayla birlikte ağırlaştırılmış müebbetlerin bu hakları ve diğer mahpuslar gibi aileleri dışında arkadaş ziyaretine gelebilecek 3 kişiyle görüş yapabilme hakları da ellerinden alınmıştır.
Aileleriyle olan görüşmelerinde ise daha önce aylık 4 kez olan ziyaret hakkı 2’ye, yine daha önce ayda 4 kez olan telefonla görüş hakkı da ayda 2’ye düşürülmüş, anne, baba, kardeş ve çocuklar dışındaki 3. derece akrabalarıyla görüş hakkı ortadan kaldırılmıştır.
Ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilenlerin diğer mahpuslardan yalıtılmış biçimde, her türlü insani ilişkiden soyutlanarak yaşamak zorunda bırakılmaları ağır bir tecrit uygulamasıdır ve insan haklarına aykırıdır.
Son derece ağır bir izolasyon yöntemiyle yalnızlaştırmayı hedefleyen bu uygulamalarla birlikte mahpuslara tecrit ve tretman uygulamaları dayatılmaktadır.
Cezaevi idaresinde belirlenen eğitim ve iyileştirme programlarına katılarak belli haklardan yararlandırma, keyfi kurallara karşı gelenlere disiplin cezası verme biçiminde bir ödül-ceza ikilemiyle karşı karşıya bırakılan mahpuslar açısından süreklilik halini alan disiplin cezalarıyla birlikte hak gaspları yaşanmakta ve cezaevi yaşamı iyice çekilmez hale getirilmektedir.
Ceza İnfaz Yasası’ndaki her şeyi ‘suç’ sayan anti demokratik hükümlere ek olarak, yine aynı yasayla idareye tanınan geniş yetkilerin sınırsız biçimde kullanılmasıyla hak ve özgürlüklerin rahatlıkla ve keyfi biçimde ortadan kaldırılmış olması büyük bir hukuksuzluğa neden olmaktadır.
Bu yasal zorbalığın en önemli özelliklerinden biri de ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilenlerin ölümcül düzeyde ağır hastalıkları olsa dahi cezalarının infazına ara verilemeyeceğine dair hükümdür.
Ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum olanlarla ilgili “şartla salıverme” yasağından ötürü bu konumdaki mahpuslar asla serbest bırakılmamakta cezaevinde ölüme terkedilmektedirler. Bu durum genel anlamda siyasi mahpuslara, özel olarak da ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilenlere yönelik insani olmayan yaklaşımın ve zalimliğin bir göstergesidir ki burada artık cezalandırmadan öte, cezaevinde öldürme amacı vardır ve devlet için onlar zaten yaşayan bir ölüdür!
Bu nedenle, insan doğasının inkarına ve mahpusların devlet tarafından yok sayılan, ölü sayılan bir nesneye dönüştürülmek istenmesine karşı çıkmalı, yasal olmakla birlikte hukuk dışı olan bu acımasız ve zalimce cezalandırma yöntemine karşı var gücümüzle mücadele etmeliyiz.