BİLGE İNSANLARIN, ZORLUDAN ZOR HAYATLARI… (2)
Adnan Genç
Dünkü yazımızdan gelen tepkiler gayet iyi. Bir okur dostumuz şöyle diyor: Yazdıklarınız üzerinden empati kurmamak mümkün değil. Kibele’nin topraklarında hem bunca üretken, hem de bunca çilekeş kadınların bulunması, anlaşılır gibi değil. Bir örnek de ben vereyim, size: Dedemin ikinci karısı, (Giresun ve çevresindeki bütün Rumları açık denizdeki bir gemide yakan katil YN) Topal Osman’ın adamlarından kaçıp dedemin lokantasına sığınmış; dedem, önlüğü tak bulaşıkları yıka ben onları oyalarım, demiş. Gerçek adını bilmiyorum, dedem ona Müslüman ismiyle Hanife diye seslenmiş ve kızı da öyle kurtarmış…
Dizimizin bugünkü bölümünde mimar bir dostumuz var… Elif Özdemir… Zöhre annesinin; 9 kişilik büyük bir aileyi ayakta tutma çabasını; topluca ve birey olarak varoluş mücadelelerini anlatıyor: Kendisinde bıraktığı izleğe göz atarak… Işıklar içinde uyusun, Zöhre Anne…
Elif Özdemir ve Zöhre Annesi…
Çok sık sorar ve hesap yaparım; “Annem o sırada kaç yaşındaydı?“… Kimi zaman çocukluk, gençlik, erişkinlik günlerimden bir anı düşündürür… Kimi zaman yakın yaşlarımdan veya olgun dönemlerimden kendi tepkilerime bakıp düşünürüm. Ve merak ederim. Niyetim, annemin o yaşlara ait duygusunu-tepkisini hatırlayıp, kendi halimle ilişkilendirmek, bulduğum ipuçlarıyla bazen kendimi, bazen annemi çözmeye çalışmaktır… Sonuç hep şaşırtıcı olur. Bambaşka zamanların, dünyaların, hayatların iki kadını… Nesi benzeyecek ki!
Annem beni dördüncü çocuğu olarak doğurduğunda yirmialtı yaşındaymış. Misal, ben bu hesabı yakın zamanda yaptım ve dehşete kapıldım… Çok çok gençmiş… Oysa ki ben annemi hep beyaz saçlı gördüm, gittikçe arttı beyazları. Neneli dedeli, kalabalık ailenin sessiz insanıydı annem… Sessizliği sakinlik anlamına gelmezdi. O yıllarda çocuklarıyla büyümek bir kadını ne kadar var edebiliyor ise o kadar var hissettirebiliyordu kendini. Babam annem için, artık yaşlandıkları, elele tutuşup yürüdükleri günlerde “Bir çocuk gibi seviyorum onu” derdi.
Çok genç yaşta evlenip, korunaklı memleketten gittikçe büyüyen şehirlere göçmüş, yabancısı olduğu hayatların arasında eş, anne, kadın olmuş annem. Çocukluğum ve ilk gençliğmden hatırlarım; annem her koşulda, yakınmasız, büyük bir beceri ve uyumla hayatı kurar, ailenin uzak yakın tüm çemberlerini kontrol edebilirdi.
Onu anlatan cümleler kursam derdim ki;
İlişkileri mesafeli, güvenilir samimiyette, sözü açık ve net, müdanasız kâmil Annem… Çocuklarını sessizce seven, canları acıyınca çığlığını koyveren Annem… Dokuz nüfusu elde olanla yedirip, içirip, geleni boş çevirmeyen cömert Annem… Göz göz yapıp bütçe denkleştiren, “Aman ha! mesleğiniz olsun, kimsenin eline bakmayın” diyen direngen Annem… “Bizde yoksa, kimsede yoktur” deyip almaya değil, her zaman vermeye hazır Annem… İlk gün okuldan kaçınca üç ay bana sırada eşlik eden sabırlı Annem… ‘Kara hesabı’ güçlü, kontrolü yüksek, son dönem boşluğunu saymazsak hafızası fil Annem… Ana dilinin mesellerine, büyüdüğü iklimin özlü söz ve hallerine hakim Annem…Yalansız, sırdaş Annem…
Yıllar içinde annem de değişti tabii… Birkaç yıl evde kalan tek cocuk bendim. O sessiz, ben ondan sessiz, eve döndüğümde benimle sohbet açma isteklerini hatırlıyorum, karşılayamadığım… Bir gün otobüste şoför ve yolculara laf atmalarıma takılıp “Sen konuşur muydun?” demişti şaşarak… Üzmüştüm onu. Annemle ilgili unutamadığım hallerden biridir, cezaevine beni ilk kez yalnız ziyarete geldiğindeki sevinci… Otobüse, vapura, dolmuşa binmiş/yalnız… Sırada beklemiş/yalnız… Yiyecek, giyecek kontrolleri vs. hepsi yalnız… Bütün görüş boyunca annem bunları anlattı… Mutluluğunu, heyecanını görmeliydiniz… Yıllar sonra babam ev anahtarı taşımaya başladığında da aynı sevinç ve hafifliği yaşamıştı annem…
Babamı beklenmedik şekilde uğurlayınca annem daha fazla kalmak istememişti… Bu dünyada kalış süreleriyle pek de ilgilenmezdi… Yeter ki evlat acısı görmesin… Gitmeden önceki son sözü de ”Aaamannnn, gidersem de giderim” oldu. Annem gideli sekiz yıl oluyor, az zaman değil ama bir vesile, aklıma geldiğinde yokluğuna hâlâ şaşarım.
Annemin beş çocuğu vardı; kızlar, oğlanlar… Doğaldır ki herbirimize, değişen duygu ve deneyimi ile başka başka anneler yansıttı.. O yüzden eminim herbirimiz annesini farklı anlatırdı…
Değişmeyen tek şey O’nun, Zöhre Annenin herbirimizde var ve biricik olması…
Dr. Demet Taşpınar’in Refika annesi…
Anneannem Refika Zeytin 1926’de Erzurum Aşkale ilçesinde, o zamana göre varlıklı bir ailede doğmuş. Sadece ilkokulu bitirmesine izin verilmiş. Gerçi o bölgenin ‘Sünni Müslüman’ toplumu için bu bile şaşırtıcı. İlkokulun son yılında Nenehatun Kız Öğretmen okulunun sınavlarını kazanmış. Aynı zamanda anneannem kendine güvenli ve güzel sesli bir kız ve şarkı söylemeyi çok seviyor. Okula gönderilmesine dayısı karşı çıkıp bu okursa bir de şarkıcı olur. Kız kısmı okumaz deyip okula gönderilmesine engel oluyor. Dayının aslında korktuğu anneannemin özgüveni olmalı. Anneannem hayatımda tanıdığım en kendine güvenli ve dürüst insandı. Sesi de çok güzeldi en zor uzun havaları bile yaşlıyken bile çok güzel eksiksiz söylerdi. Zeki Müren’i çok severdi. Televizyonda çıkınca namazını ertelediğine şahit olmuştum. Zaten dinle fazla içli dışlı değildi. İbadetini yerine getirmesi gereken en kısa zamanda bitirilmesi gereken bir eylem gibi görürdü.
Hiç unutmuyorum bir kez tüm Ramazan bizim köye yağmur yağmıyor fakat karşı Alevi köyüne yağınca ya bu Allah’ın da kafası karışık biz onun için oruç tuttuk o yağmuru tutmayanlara gönderiyor dediğini, hatırlıyorum. Anneannem yine düşündüğünü Allah’ın onu cezalandıracağını umursamadan söylemişti.
18 yaşına geldiğinde civar köylerden Aşkale’ye gelip giden dedem, anneannemi görüp aşık oluyor ve evleniyorlar. Anneannem kasabadan köye (Yeniköy) gidince oranın en eğitimli ve güzel giyinen kadını olarak tabii ki dikkat çekiyor.
Dedem o zamanlar pek varlıklı değil. Anneannem dedemle tarlada birlikte çalışarak varlığını artırıyor. Her sabah kalkıp güzel giysilerini giyip tarlaya kocasını ziyarete gidiyor gibi çıkıp, orada bir kenarda giysilerini değiştirerek tarlada dedemle birlikte çalışıyor. Bizim köyde kadınlar tarlada çalışmaz köyün içinde hayvanlarla ilgilenmek, eve su getirmek, yemek, tandır, ekmek, temizlik, çocuk bakımı gibi işlerini yaparlar.
Tarlalar köyün dışındadır ve oradaki işler erkeklerindir.
Dışarda her zaman ehram denen yünden dokunmuş bir örtüyü tüm vücutlarına sararlar. Çocukken nasıl hem ehramı tutup hem su ve çocuk taşıyabildiklerine şaşırmışımdır. Anneannemin desteğiyle dedemim mali durumu düzeliyor ve köyün muhtarı oluyor. Bildiğim kadarıyla da ölünceye kadarda muhtar olarak kalıyor.
Anneannemin aykırılıkları nedeniyle kendisine ‘deli kadın’ lakabı takılıyor. Ama bu aslında içinde sen bizden daha zeki ve özgüvenlisinin işareti olarak yüzüne söylenirdi. Benim köy anılarım anneannemi köyden çıkarmaya ikna ettiğimiz 12 yaşından sonra pek yok. Ama anneannemin yaşlandığında bile hâlâ böyle seslenildiğini onun da bundan gocunmak yerine hoşlandığını hatırlıyorum.
Dedem muhtar olduğu için genelde köyün erkekleri dedemin ergiş odasında (erkeklerin zaman geçirdiği, çay içip sohbet ettiği erkek odası) toplanıyorlar ve akşamları kumar oynuyorlar. Köyün kadınları erkeklerin eve geç geldiği ve evle ilgilenmediği için kocalarından şikâyet edince bir akşam anneannem sopayı alıp erğiş odasına girip kumar oynayan erkekleri döverek evlerine gidip aileleriyle ilgilenmelerini söylüyor.
Yani anneanneme deli denmesinin haklı çıkaracak anekdotlardan biridir de budur. Anneannem köydeki tüm deli, kimsesizlere yardım eder beslermiş. Bir çobanları da deliymiş ve kendini yıkamıyormuş.
Deli Vehbi’nin banyosu…
Anneannemin evinin yüksek tavanlı ve tavandan penceresi olan duvarlarında her zaman parlatılan bakır, pirinç kaplarla kaplı rafların olduğu aynı zamanda ekmeğin yemeğin pişirildiği tandırın ve çocukken üzerinde sallanmayı çok sevdiğim tavandan uzun iple asılı yayık (sütten yağı ayırmak için sert bir şekilde uzun süre çalkalanan bir alet) bulunduğu geniş bir girişi vardı.
Oraya leğeni koyup, suyu hazırlayıp Deli Vehbi’yi yani çobanı yıkanmaya çağırmış. Çoban kaçınca arkasından köyde arkasından kovalamış. Tabii nerdeyse kendi yaşında bir erkeği yıkamak için köyün içinde kovalaması, anneanneme deli unvanına yakışan bir eylem olmuş.
Dedem kanserden erken ölünce anneannem küçük teyzemle köyde kalmakta ısrar etti ve teyzem evlendikten sonra da yıllarca köydeki evini ve yaşantısını bırakmak istemedi. Bize ziyarete geldiğinde hemen dönmek isterdi. Sonunda çocuklarının zorlamasıyla tekrar doğduğu kasabaya döndü, orda daha rahat bir ev inşaa edildi. Çok yaşlanıp kendine bakamayacak kadar sağlığını yitirince çocuklarının evine getirildi ve vefat edinceye kadar annemle yaşadı.