Hacer Buyruk
Ben sana ne yaptım biliyorum ki sen, saplandın bir acı söz gibi, bıçak gibi, içeriye içerden, kendinden kendine kalbim.
Bağış verdim dizelere, seni sert sularda denedim; sen de beni sana bağışla, hem affedilişim olsun tarafından, hem mahkûmiyetim, kapanayım gözyaşları içinde dizlerine.
Bağışla.
Göze ceviz kadar görünen, onu alıp giden gemide, güverteye bile çıkmayan sevgiliye seslenir gibi seslendin evet; seni duydum, en uca kadar koştum güvertede, üzülme artık. Herkes duyabilir de kimse göremez kalbini, ben seni o rıhtımda, insanlar içinde, kan ter içinde ve çıplaktın, gördüm. Ve bilsen ne güzeldin, bir denizkızı gibi, ne karaya ne denize aittin. Duydum ve gördüm ancak, genişledi aramızdaki deniz git gide, sana sesimi yetiştiremedim.
Ağlayan yıldızım, tacımın tacı, bağışla.
Yanlarıma doğru açtım ya kollarımı, ben bir korkuluk değilim oysa, korkulan olsam da, üzgünsün ve üzgünüm; şimdi, bedenim beşik olsun sana, seni yeniden büyüteyim, salındırayım salınışımla. Sen de bir arya söyle bana, bir ağacı oğlu sanan bir ana ninni söylesin, etrafında bir uygu gibi döne döne, gövdesinde balta saplı oğluna.
Bağışla. Çırpınıp durma, keskinsin ve batıyorsun kendine, batar gibi bir deniz kendi derinliğine; kilitle bileklerimdeki kelepçeyi, anahtarını at bilinmeze, bir daha olur olmaz dokunamayayım sana.
Erişemesin, kardeşim gelse kapına, erişemesin ki, ben seni nasıl oldu da, kafesteki kuş oradan kaçmak ister gibi kaçmak istettim kendimden; yokladın, göğsümdeki kafesi, kaburgalarıma çarpa çarpa. Sevgili kuşum, mümkün olsa salıvermez miydim seni, doğurmaz mıydım, adamaz mıydım sana, gidişinle ölecek olsa da bedenimi. Başka bir yerde yaşayabilmek yok oysa sana. Biraz daha sabret, fikredeceğim, bulacağım nasıl olacağını, göğsümün kafesinde bir sema yaratacağım sana.
Bağdat’ım, kalbim, bütün yanlış hesapların döndüğü, kandan, candan terazim benim, sana yaptıklarım için, beni bir daha bağışla.