Dilşa Deniz
Amerikan kamuoyunu aylarca meşgul eden azil süreci -senatodaki Cumhuriyetçi çoğunluk nedeniyle- beklendiği gibi Trump’ın suçlandığı her iki maddeden de beraatıyla sonuçlandı. Aylarca süren tartışmalar, tanıklar ve aleni durumlar böylece herhangi bir sonuca yol açmamış oldu gibi görünüyor.
Demokrat kamuoyundan bir kesimin sonucun böyle olunacağı tahmin ediliyorken (Senato çoğunluğu), Demokratların aylarca bütün enerjilerini buraya aktararak boşa harcamalarına yönelik eleştirilerine, “Hayır temsilciler görevlerini yaptılar. Sonuç ne olursa olsun Amerikan Anayasası ve demokrasisi için ellerinden geleni yapmaları bir görevdir ve bu yapılmıştır” biçiminde savunulmaktadır.
Bu arada Demokratların, Cumhuriyetçilerden ülke demokrasisi ve Anayasasının korunmasına yönelik destek ummaları da boşa çıkmış oldu. Sadece bir Cumhuriyetçi senatör, Mitt Romney, başkanın yetkilerini kötüye kullandığı için azledilmesi gerektiği yönünde oy kullandı. Böylece ilk maddeden 48 evete karşılık 52 hayırla Trump aklanırken, sanırım Trump da bu süreçte zafer turu atmaktan vaz geçerek bir “fedakarlıkta bulundu.” Daha önce karar ile ilgili açıklama duyurusu yapılmış olmasına rağmen, kendisine verilen tavsiye ile bunu iptal etmek zorunda kaldı.
Bu arada yeni gündem artık 2020 Kasım seçimleri. Bu nedenle özellikle Demokrat partinin aday belirleme süreci tam hızla devam ediyor. Her ne kadar Amerikan seçim sistemi yoksul adayların seçime katılmasını engelleyen bir sistem olarak oldukça antidemokratik olsa da yine de kampanyasını mucizevi bir biçimde kotaranlar için de bir aralık sunmaktadır.
Demokrat adaylar içinde ekonomik olarak güçlü olanların, beyazların ve elbette erkeklerin seçiminin daha baskın olduğu eleştirileri devam etse de bu dönemde, bu eleştirileri bir nebze de olsa dindiren bir iki aday var mesela.
Bunlardan biri ve en güçlü olanı Bernie Sanders ve diğeri ise kadın aday Elizabeth Warren. Her ikisi de hem ekonomik olarak güçlü olanlarla yoksullar arasındaki gelir ve vergi adaletsizliklerini dile getirmekte ve Demokrat Partinin adaylar listesinin ilk iki sırasında yer almaktadırlar. Daha önce en güçlü adaylardan biri olan ve Trump’ın oğlu üzerinden kendisini vurmaya çalıştığı Joe Biden ise bir hayli gerilemiş durumda. Trump’ın azil sürecinde onun ismi de bir hayli yıpranmış gibi görünüyor.
Bu demokrat adaylar arasında, milyarder Michael Blomberg ve Tom Steyer gibi kendi kendilerini finanse eden iki milyarder aday da bulunmaktadır.
Bu arada Trump’ın Michael Bloomberg’i hedefe aldığı eğlenceli tweetleri var. Neden Bloomberg’i hedefe koyduğu çok anlaşılmasa da -belki de milyarder olarak ve pek çok konuda benzerlikler taşıdığı içindir- onu hedefleyen tweetler atmakta. Bu tweetlerde kendisine Mini Mike biçiminde Walt Disney kıvamlı hitaplar kullanıyor olması ilgi çekici.
İkisi arasında milyarder olmaları dışında da hayli benzerlikler var. Mesela Bloomberg hakkında da kadınlar tarafından yapılan cinsel saldırı ve cinsiyetçilik suçlamaları var. Aradaki en önemli fark, herhalde Bloomberg’in sera gazı emisyon azaltımı için ABD’nin katılımını savunuyor ve hatta bu anlamda bireysel olarak kendisinin maddi yardımda bulunabileceğini belirtiyor olması.
Trump 2020’de Cumhuriyetçilerin en güçlü adayı durumunda şu anda. Burada da Türkiye’den aşina olduğumuz benzerlikler var. Örneğin sağ ve sol kitlelerdeki davranışlar çok ciddi benzerlikler taşıyor. Sağın basit, sert ve liderin ne yaptığına bakılmaksızın emir-komuta ilişkisi kurabildiği adaylara yönelen psikolojisi burada da aynen çalışıyor.
İlişkiyi sadece Türkiye üzerinden kurduğumuz bu durum, Dünyanın en ileri ülkelerinden biri olan ve demokrasisinin güçlü olduğunu düşündüğümüz ABD’de aynen işliyor. Bu emir komuta psikolojisini okuyan ve kullanan kişiler sağ cenahta -her zaman olmasa da- çoğunlukla başarıya ulaşıyor.
Sağın ve adaylarının başka bir önemli özelliği de gündelik dildeki basitliği ve yaklaşık 500 sözcükle konuşarak tüm hayatını geçirebilen kitlelere ulaşma özelliği. Trump, böyle biri. Konuştuğunda bir Amerikan başkan beklentisi içinde olan, özellikle biz dışarıdan gelenleri, oldukça şaşırtıyor. Beden dili, kullandığı kavramlar, bir söylediğini bir süre sonra inkâr etmesi vb. bir dizi çelişki sol-demokrat kesimi şok ederken, Cumhuriyetçi kamuoyunda normal veya eğlenceli bulunabilmektedir, tıpkı Türkiye’deki sağda olduğu gibi.
Bu nedenle bütün bu azil sürecinde ortaya dökülen şeyler, Trump’ın popülaritesini düşürmediği gibi, aksine gücünü Cumhuriyetçi kitleler arasında arttırmış gibi görünüyor.
El Bağdadi ve Kasım Süleyman’ın öldürülmeleri bu sürecin yönetilmesinde başarılı olarak kullanıldıkları görülmektedir.
Cumhuriyetçi kamuoyunun Trump ile ters düştüğü belki de yegâne konu IŞİD’e karşı savaşan Kürtlere yönelik politikaları. Onu da farkındaysanız bir yandan Türkiye’yi memnun etmeye çalışırken öte yandan da Kürtlere saldırı heveslerini de dizginlemeye çalışarak dindirmeye çabalamaktadır. Bu durum, Cumhuriyetçi kamuoyunu dikkate almak zorunda kaldığı az sayıda konudan biri gibi görünüyor.
Bir sonraki yazıda ABD’nin sosyalizmi yeniden keşfine odaklanacağız.