Bir hatırlamadır ilkini, vitrinde giysi bakarken, camda şeffaf yüzünü gördüğündür, ‘bahar’ adı dündür ki tekrar yaratır kendini, ‘son’ adı sendedir; içinden geçtiğindir, sükûta ermiş kan, çokça kesilmiş tırnak, geceyi bitirmiş saç olmaklığın; kimsesiz sevinçlerin, büyüdüğün üzünçlerin, karşılıksız sevmekliğimin.
(Bak, bir kez daha bak özlediğim yüzüne, benim gözlerimle.)
Sonbahar: İçinden geçmekliğidir şeffaf yüzünün, arkadaki bisikletlinin. Denize düştüğündür, aşka dönüştüğün, dertler deştiğin, yaz sonu gelmiş olmalıklığından mıdır, hem bir serinliğin hoş tesiri vardır üstünde, hem sevimsiz bir üşümekliğin. Bürünüp ete kemiğe, geri mi gelmiştir ne, yakınlarda bir yerdedir sanki gençliğin.
(Bul da onu, benden selam söyle.)
Vitrindeki kareli gömleği, yıllar ve yıllar öncesi bedeninin giymekliğidir; mavisi uzak zamanların hülyası ile deniz tutmuş gibi başınıdöndüren, bacaklarını sendeleten; pare pare kırmızısıyla, daha az önce öpüşmüşsün gibi (oysa yıllar geçti üstünden), gayri ihtiyari, sol elini dudaklarına götürten.
(Anımsa, gözlerimden yaş gelirdi beni öperken.)
İşte o iki ad, avuçlarından yapışık ikizler olarak doğar mevsim olmaklığa: bir adı son olsa da, bir adı bahardır; iki akıl, dört kolun ucunda, iki duygu ve başka başka eyleyen, iki el vardır.
(Bir daha hiç binmek istemedim vapura, o son gün denizi ağlayarak geçtiğimden.)
O ad, sonbahar, içinden geçiyor yaprakların, yaşayan yeşili alıp, donuk altını vererek, seslerini onların, dokunuşun izini alan, kıtır kıtır, kolalı kumaşlara benzeterek. O ad, sonbahar, ad olmak istiyor olmalı, söylenirken için bir tuhaf olduğu, sevgili adına benzeyerek.
Geçip gidiyorken bir başka beldeye, ne mutlu, bütün mevsimleri gördüm evimin penceresinden diyebilene. Geçip gidiyor o ad, odaların içinden; içinden geçerken kopardığı resimlerini kalbinin, duvarlarına asarak. Ve geçip gidiyor ağaçlar bahçede, incecik esimlere dökerek kendini yaprak yaprak. İçinden geçiyor suların, sıcağını alıp, ılığı vererek, buharlığın puslu telaşını tersine çevirerek; gitmiyor da su, akmıyor da hani, içine işliyor içine işleyenin sonbahar.
İçinden geçiyor ömrün sayfalarının, öfkeyi alıp, hüznü vererek ve içinden geçiyor insanın, siyahı alıp saçlarından, tel tel gümüşü vererek.
İçinden geçiyor rüyadakinin, yastıktaki başının yönünü değiştiriyor olduğundan anlaşılıyor ki, bir zaman çözdüğü sevgilinin düğmesini, hiç sitemsiz, ilikleyerek.
Öylesi usul ki, öylesi derin, öylesi kıpırtısız, içe açıyor kendini işte böylelikle, zamanın doğurduğu ikiz çiçek, bir adı son olsa da bir adı bahar olan günleri, kokusunu yükseltiyor ağzından, güzel söyleyenin, o son baharın amberini.
Bir sevinçli haber alır gibi alın onun kokusunu, bir papatya tacını alır gibi.
(Acı kokusu kalmış olmalı ellerinde, yazda niçin hırpaladın karanfili?)
Aşka mekân yapmadınızsa bedeninizi, hiç gözyaşları içinde birgün kendinizi bir denizin kıyısında bulmadınızsa, o denizi ağlayarak geçmedinizse hiç, Güneş hiçbir gece uykusuzluğunuza doğmadıysa, ne çıkar bu mevsimde üstüne düşündüğünüz, neşter değmiş kalbinizi. Ve hatta, bir türlü acımayan o, narkozun tesirinde sonsuz bir kayıtlıksızda kaldı da bu bile olmadıysa; en büyük deneyimini, unutuşa adadıysa:
Karşılaştığınız kim varsa, bakmamışsınız henüz, iyi haberler aldınızsa da, almamışsınız, görmemişsiniz, bilmemişsiniz henüz, öyle olduğunu sansanız da, düşünmemişsiniz henüz.
(Sahi ne görmüş cerrah, ona kalbini sorsana.)
Bir adı son olsa da bir adı bahardır, adında bahar olsa da, şöyle anılır bizim oralarda: kış öncesi.