Facebook paylaşımlarından birinde “devlet ile hükümet aynı şey değildir. Kutsal olan Hükümet değil DEVLETtir! Hükümet milletin memurudur. Hükümete karşı olmak, devlete karşı olmak demek değildir! Devletimi çok seviyorum o yüzden akp’yi istemiyorum.” yazıyordu (yazım hatalarına karışmadım).
Metin Gülbay
İnsanın aklını karıştıran cümleler bunlar.
Evet hükümet ile devlet tabii ki aynı şey değildir.
Hükümet kutsal da değildir.
Peki ama devlet kutsal mıdır?
Devlet niçin kutsaldır?
Kutsallığı nereden almıştır?
Biraz bu sorulara yanıt arayalım isterseniz. Basit bir anlatımla devletin ne olduğuyla başlayalım.
Devlet bir kişi veya bir organ değildir. Bunu herkes biliyor değil mi! Devlet diye bir kişi var mıdır desem, hemen “tabii var, Devlet Bahçeli” diyecek binlerce kişi çıkacak muzipçe gülerek. Evet ama söz ettiğim devletin bildiğiniz gibi Devlet Bey ile hiçbir ilgisi yok.
Devleti ben hep bir araba gibi düşünürüm. Hükümeti de direksiyona geçip o arabayı sürecek olan sürücü. Vidalarına kadar sayılırsa bir araba 30 bin kadar parçadan oluşurmuş. Devlet de binlerce organdan oluşan devasa bir yapıdır. Ama bu yapı kendi kendine hareket edemez, onu sürecek/yönetecek bir sürücü gerekir.
Biz her dört yılda bir işte o sürücüyü seçiyoruz. Millete, eğitim, iş, sağlık hizmeti sağlayacak, ama suç işleyenleri yargılayacak hapse atacak bir yapıdır devlet. Tabii kurallar çerçevesinde. Bu kurallara da yasa diyoruz bildiğiniz gibi. Yasaları biz yani milletin bireyleri yapıyor meclis eliyle, yani milletvekilleri yani bizim seçtiğimiz bireyler eliyle.
Devlet nasıl ve niçin ortaya çıktı?
İç içe geçmiş iki soru aslında bu, ama tek bir yanıtı var. Nasıl sorusunun yanıtını vermek için niçin sorusunun yanıtını da bulmak gerekiyor, iki soruya aynı anda yanıt bulmak gerekiyor yani.
Önce…
Devlet ezelden beri var olan bir yapı değildir. Milleti olmayan devlet ise yoktur. İnsan topluluğu gerekir devletin oluşabilmesi için. O topluluk kendi iç işleyişini düzenlemek için kurallar yani yasalar belirler, meclis ortaya çıkar böylece. Yasaları meclisler yapar.
Sonra yasaları uygulayacak birtakım başka yapılar ortaya çıkar, yargı örneğin. Bunun içinde yargıçlar, savcılar falan vardır. Bunlar yasaları uymayanları yargılar işte o insanları bulup yargının önüne getirmek de bir başka yapının emniyetin görevidir. Milletin bireyleri hem yargıç, savcı olurlar, hem de emniyet görevlisi yani polis. Bu arada milletin başka milletlerin saldırılarına karşı korunması için de ordu denilen bir yapı oluşturulmuştur ki en eski yapı da budur aslında.
Başka yapılar da oluşturulmuştur. Örneğin eğitime gereksinim duyunca okullar ortaya çıkmıştır. Bu yüzden bazı bireyler öğretmen olarak görev yapmaya başlamıştır. Bu kişilerin öğretmen olarak kabul edilmesine eğitim sisteminin başındaki yöneticiler karar verir. Eğitim bakanlıkları bu yüzden ortaya çıkmıştır. Üniversiteler de bir gereksinimden ortaya çıkmıştır. Millet daha da fazla eğitim almak istediği için.
Milleti oluşturan bireylerin, hayatın koşullarına göre oluşturdukları organlar giderek devlet denilen yapıyı ortaya çıkarmıştır yani.
Güncel örnek olsun diye söylüyorum, ülkedeki ormanları da korumak ve geliştirmek gerekince orman bakanlıkları kurulmuştur. Bireyler devlete birkaç kol daha eklemiştir böylece. Sağlık bakanlığı da, ulaştırma bakanlığı da, iletişim bakanlığı da, tarım bakanlığı da, sanayi bakanlığı da, ticaret bakanlığı da maliye bakanlığı da şu bakanlığı da bu bakanlığı da hep milletin gereksinimini karşılamak üzere oluşturulmuştur.
Bazen bazı bakanlıklar kapatılmış ya da birleştirilmiş sonra yine ayrılmıştır. Yani devleti büyütmek veya küçültmek hep bireylerin hükümetler eliyle yaptığı bir tercihtir. Devlet kendi kendine büyümez veya küçülmez. Devleti, onu kuran insanlar büyütür veya küçültür.
Görüldüğü gibi devlet insanların yarattığı ve hep oynadığı bir yapıdır. Kutsal falan değildir. Kutsal olan şey insandır, insanların oluşturduğu millettir, milletlerdir.
Bize yeni bir devlet lazım
Devlet ile ilgili söyleyeceklerimi burada keseyim çünkü başlıktaki iddiamı anlatacak yerim kalmayacak.
1999 yılında bir deprem yaşadık. Resmi rakamlara göre, depremde 18 bin 373 kişi hayatını kaybetti, 48 bin 901 kişi yaralandı. 5 bin 840 kişi de kayboldu. Deprem günlerini hatırlayın. Hükümet yani devlet denilen arabanın sürücüsü ki üç taneydi, olağanüstü beceriksiz çıktı. Hemen hemen hiçbir şey yapamadılar. Millet kendi olanaklarıyla birbirinin yardımına koştu, yaralarını sardı, acılarını paylaştı. O güne kadar çok güvenilen ve hep kötü günde yanında olacağını düşündüğü devletin ortalarda olmayışını gören millet şaşkınlığa uğradı. (Konu dışı olacak ama 2002 seçimlerinde bunun hesabını da sürücüye kesti. Üçlü koalisyon baraj altında kalarak meclise bir tek milletvekili bile sokamadı.)
Yüz yıllardır büyük bir özenle oluşturduğu yapının yani devletin yanlarında olmaması insanların ona olan güvenini sarstı ama yıkmadı tabii ki. Çünkü ne yazık ki bu millete hayatın her alanında devletin dediğini yapması, ona kesin olarak itaat etmesi öğretilmişti. Onu itaate mecbur kılmak için de devletin kutsal olduğu söylenmişti. Kutsal olana saygı duyulur. O talep ederse hatta can verilir. Oysa bunu söyleyenler aynı milletin yöneticileridir. Hükümetin başındakiler, ordunun başındakiler, şunun bunun başındakiler, yani “başlar” “bize itaat edin” diyemedikleri için devleti kutsallaştırarak kendi emirlerini onun üzerinden hayata geçirir. “Devletin bekası için” diye başlarlar sözlerine. Bu yüzden devleti kutsallaştıranlar yöneticileri kutsallaştırır aslında. Ama bunun asla farkına varamazlar.
Marks’ın yabancılaşma kuramı gibi. İşçiler minik minik makine parçalarını yapar ama o parçaların ne işe yaradığını asla düşünmezler. Düşünmeyince de ne ürettiklerini bilemezler, yani yaptıkları işe yabancılaşırlar. Yaptıkları iş, onlar için hafta sonunda ödenecek paradır. Halbuki bazen bu yaptıkları kendilerine grev esnasında su sıkan tomaların bir parçasıdır, ya da makineli tüfek parçasıdır ama hiçbir işçi bunu düşünemez. Tabii bu söylediklerim Marks’ın zamanına ait şeyler, bugünle karıştırmayın, şimdi işler çok daha karmaşıklaştırılarak yürütülüyor ki kimse ne olduğunun farkına varamasın.
Devletin yüksek çıkarları için bireylere her türlü iş yaptırılır, hatta insan bile öldürtülür. “Bunlar benim düşmanım bunları ortadan kaldıralım” diyecek birine kimse dönüp bakmaz bile, ama “devletimizin yıkılmaması için şu şu insanların ortadan kaldırılması gerekir” dendiğinde göreve hazır on binlerce kişi çıkar. Çünkü devlet kutsaldır.
Devlete kutsallık yüklenmezse işleri yürümez
Demek ki önce devlete bir kutsallık kazandırılacak sonra da “devletin ayakta kalması için, yaşaması için, bekası için” gibi gerekçelerle, yöneticilerin çıkarları korunacaktır. Devletin değil de yöneticilerin çıkarlarının korunduğunun farkına varanlarsa ortadan kaldırılacaktır. İşler böyle yürütülürse kimse de çıkıp “biz niye adam öldürüyoruz, kim ki bu öldürdüklerimiz” demeyecektir. Yılın flaş ismi Sedat Peker bu soruyu sordu biliyorsunuz ama mızrağın ucun kendisine dokununca.
Bu sistem bazı uyanıkların hoşuna bile gidecek ve olayın aslını anladıkları için onlar da kişisel çıkarlarını devletin bu kutsallığına yaslayarak devam ettirmek isteyeceklerdir. Mafyanın devletle iç içe geçmesi işte böyle gerçekleşir.
Şu sıralar ülkenin doğusu da batısı da yangınla boğuşuyor. Devlet yine ortada görünmüyor. Çünkü sürücü yine berbat. Hem araba kullanmayı bilmiyor hem de trafik kurallarını hiçe sayıyor. Devletin olanaklarını kendi çıkarı için kullanmaktan başka hiçbir şey onu ilgilendirmiyor.
Ne yapacağız?
Bu kez sürücünün beceriksizliği deyip geçmesek iyi olacak. Çünkü bu yapıyı, yani devleti biz kurduk, hep beraber. Doğru ya da yanlış kurduk ama ortada oluşturduğumuz bir yapı var. Fakat artık işimize yaramadığını da görüyoruz. Şimdi onu işimize yarar hale getirmek gerekiyor.
Bu nasıl olacak peki?
Bunun yanıtı kolay değil. Ama bu yanıtı milletin bulmasından başka çare de yok. Çünkü organizmanın yani devletin gerçek sahibi o. Bu devlet eğer bu milletin eseriyse ki öyle, o zaman onu işlevsel hale yani kendine yararlı hale getirecek olan da yine millet. Ama öncelikle milletin gözlerini açıp bu organizmanın sahibinin kendisi olduğunu görmesi gerekiyor. Çünkü milletin bir kısmı hâlâ kendi sahibinin devlet olduğunu düşünüyor. Yani öncelikle demirin tersine bükülmesi gerekiyor. Milletin “devlet denilen şeyi biz kurduk, devlet bizi yaratmadı” demesi lazım. “Devlet kutsal falan değil, kutsal olan biziz, devlet bizim arabamız” demesi lazım.
Eğer bu kararı ne kadar çabuk verirsek işler o kadar hızla yoluna girecek yani normale dönecek. Millet bu yanlışını enine boyuna tartışıp ortak bir karar varmalı. Bunu yapabilmek için de en azından şu sorulara yanıt bulmalı:
Devletin bana karşı görevleri neler, bunları yerine getiriyor mu, her ay verdiğim vergilerle maaş alan memurlar ki hükümet de bunlar arasındadır, bana iyi hizmet veriyor mu, memnun muyum bu hizmetten, memnun değilsem bu hizmetin düzeyini ve kalitesini artırmak için ne yapmam gerekiyor, hangi kurumlar düzgün çalışmıyor, onları nasıl düzeltebilirim, kimler devleti benim için en mükemmel biçimde çalıştırır?