Hacer Buyruk
(2018 – İstanbul) Walter Benjamin “anılar kokulara yapışır” demiş. Evimdeki yoğun rutubet kokusuna, iki üst kattaki komşumun çaldığı çello sesi yapışıyor. Bir başka yerde rutubet kokusu aldığımda bu sesi anımsar mıyım bilmem ama başka her yerde çello sesi zihnimde hep rutubet kokusunu varedecek, bunu biliyorum.
./.
(Anılar, duygular değişse de tesiri saklı kalanlar, seslere de yapışır mı? Bir’leşir mi?)
(2019 – Ankara) Yeni taşındığım evde de çello sesi duyuyorum, öyleyse muhakkak burada ve işte bir kez daha, çello çalan bir komşum olmalı. İçimden rutubet kokusu yükseliyor; telleri olan bir rutubet kokusu bu, arşe denen çello yayının kalbimin üstünde, bir ok, bir yaydan çekilir gibi çekilip, kendi kendini vurarak ortaya çıkardığı rutubet kokusunun sesi. Pencerelerden dışarıya, çellosuyla yürümekte olan komşumu görmek için bakıyorum, onu görmek istiyorum, belki, sesi görmek istediğimden, onu görmek istiyorum. Yıllardır ilk defa evimin pencerelerinden kar yağışını görüyorum.
(Şehirler, kitaplar, fikirler, aynalar, insanlar terk ettim; sesi terk etmek mümkün mü? Ve başka neleri? Her şeyi terk etse, terk eden neyi, neleri terk etmeyerek Terkeden’dir?)
Ama henüz onu görmüyorum, karşılaştığım yeni komşularıma soruyorum; kuaförden gelen müzik sesi olabilir diyor, bir başka nedenle kapısını çaldığım ve o an’a kadar, bence sesin geldiği dairedeki. Hayır, ben çello sesi duyuyorum, bir ezgi çalışıyor o her kimse ama tam çıkaramıyor henüz.
Yürüyüşlere çıkıyorum, nefesim de gitgide açılıyor, İstanbul’un bedenimdeki tesiri yavaş yavaş çekiliyor olmalı. Geceleri çello sesi gelmeye devam ediyor, Ay’ın, odamın içinde olma arzusu ile görünüşünü, işte bu sese uyandığımdan fark ediyorum. Ay ışığında, yatak odamda çello dinliyorum ve bu ses, bu yeni evde, bu yeni gök altında, ipince bir ip ile kalbimdeki öbür ucu da ipince olan bir anımla, gelen günlere ve yer şehre, beden şehrimi bağlıyor.
( “Evin orada ya, onun için orayı seviyorsun, evin burada olunca, burayı seveceksin” annem böyle demişti, şehirlerin içi, şehirlerin canı, insanın evi; öyle ise, sevecek miyiz bedenimizi sevdiğimiz ve onunla olmak istediğimiz gibi, ölüm bizi bir başka şehre aldığında, yeni evimizi?)
Birkaç ay sonra kulağımdan çello sesi tamamen siliniyor. Belki de çello çalan bir komşum bu evde hiç olmadı, belki, ben onu görmeden taşındı, bilmiyorum. Belki o ezginin bir türlü çıkarılamaması, benim zihnimin besteyi bir türlü bitiremeyişidir. Fakat inanıyorum ki, ses, asla terk edilmiyor.
Ve yine inanıyorum ki, denedi Ay Işığı Sonatı’nı yeniden bestelemeyi ve çello ile çalmayı, terk edilemeyen. Ve yine deneyecek, mızıka çalan çocuğumun denediğini. Orada duruyor mızıka, mutfak tezgâhının üstünde, suyun ve tuzun yanında.