‘Ekolojik sistemleri tahrip ettikçe, insanlık olarak yaşamımızı riske atıyoruz’

Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz: Pandemiler çağına geldiğimizi söyleyebiliriz. Artık hayvandan insana/insandan insana geçen pandemilerin arttığını gözlemliyoruz.

Ayla Türksoy

Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz, ülkemizdeki müsilaj, sel felaketleri, canlı türlerinin yok oluşu, asbest maruziyeti ve plastik atıklar gibi iklim, çevre ve halk sağlığı sorunlarının nedenleri, pandemiler üzerindeki etkisi hakkında bilgiler verdi. Dr. Yavuz üretim ilişkileri, kapitalizmin müdahalesi gibi temel sorunlar çözülmediği takdirde ve iklim değişikliğiyle birlikte, önümüzdeki yıllarda hiç görmediğimiz sağlık sorunlarının, çevresel felaketlerin gelebileceği, hatta “katastrofik” olaylara yol açabileceğinin altını çizdi.

Dünya her yeni güne bir çevre ve iklim felaketiyle uyanıyor gibi. Bunun dışında Covid-19 pandemisinin bitip bitmeyeceği; olası yeni bir salgının bakteri mi yoksa virüs kaynaklı mı olacağı; şimdiye dek çevresel kaynaklı olarak araştırılan ancak mesleki ya da kentsel dönüşümle kitlesel bir maruziyete sebep olup olmayacağı tartışılan asbesti; Marmara’da yüzülüp yüzülemeyeceğini; insanların kendi başına sardığı bir “bela” olan plastik atıkları iklim ve çevre felaketleri dışında düşünemeyiz. Ekosistemin bu kadar zorlandığı yerkürede olup bitenler, binlerce çevre-yaşam hakkı savunucusunun, meslek örgütlerinin, partilerin olduğu kadar dünyanın geri kalanı için de yeni bir aktivizmi, politik baskı mekanizmalarını zorunlu kılıyor.

Sağlık Toplum Siyaset* programında, ülkemizdeki çevre ve halk sağlığı alanında son dönemde yaşanan sorunlara dair Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz’la yaptığımız programın önemli başlıklarından oluşan derlemeyi haberde okuyabilirsiniz.

Marmara’daki müsilaj meselesi Sağlık Bakanlığı’nın eksikliğine de ışık tutuyor

Ülkemizde nehir, göl, deniz gibi yüzülecek sulara dair sorumlu iki Bakanlık bulunuyor; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı. Bu bakanlıklardan, müsilaj süreci içerisinde bu konularla ilgili hiçbir açıklama duymadık. Deniz ürünleri tüketimi meselesinde Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı güvenli olduğuyla ilgili açıklama yaptı ancak bu sularda yüzme ve içme konusunda Sağlık Bakanlığı’ndan bir haber duyulmadı. Bu da aslında eleştirilmesi gereken bir konu. Gıda sorumluluğunun sadece Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda olması, Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda bir yetkisinin olmaması tartışılabilecek bir konu. Aslında Bakanlığın yetki alanının içinde olması gerekli. Örneğin bir gıda zehirlenmesi yaşandığında Sağlık Bakanlığı bu konuda yeterli yetkiye sahip değil, gıda denetimi yapamıyor. Yine, hava kirliliği kontrolü konusunda da Sağlık Bakanlığı arka planda kalıyor; hava kirliliği Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda. Dolayısıyla Sağlık Bakanlığı çevre kaynaklı sağlık konularına dolaylı dâhil olabiliyor. Avrupa’da Sağlık Bakanlıklarının yetki alanı daha geniş ve daha güçlüler. Marmara’daki müsilaj meselesi aslında Sağlık Bakanlığı’nın bu eksikliğine de ışık tutuyor.

Ciddi bir risk analizi yapılana dek Marmara’da yüzmenin yasaklanması gerekir

Müsilaj aslında bir gösterge, bir indikatör. Ekosistemi zorlamanın ve deniz ekosistemlerinin belirli koşullara yanıt verdiğinin bir göstergesi. Marmara Denizi’ndeki atık probleminin, iklim değişikliğiyle birlikte deniz suyu sıcaklıklarının yükselmesiyle denizin bize verdiği bir yanıt aslında. 90’lardan beri hunharca kirlettiğimiz Marmara’nın bir çığlığıdır müsilaj. Canlılığın çöküşüyle karşılaşıyoruz, “Marmara öldü” tabirinin aslında göz göre göre oluştuğunu da görmüş olduk.

Marmara Denizi’nin bu noktada farklı bir özelliği var; bir iç deniz olması. Denizin etrafını çeviren 7 il var ve bu iller, Türkiye’de kentleşmenin ve sanayileşmenin en yoğun olduğu iller. Atık meselesi burada bu oluşumun daha hızlı ve yoğun bir şekilde ortaya çıkmasına yol açıyor. Müsilajın ekosisteme geri dönüşümsüz zarar vermesi söz konusu.

Yüzeyden yapılan müdahalelerin müsilaja pek bir faydası yok ve literatüre göre Marmara’nın temizlenmesi ve tam olarak kurtulabilmek için uzun süren çalışmalara ihtiyaç var. Bu anlamda kısa vadede halledilebilecek bir sorun da değil. Müsilaj dolayısıyla denizde yüzmenin oldukça kısıtlanması lazım. Enfeksiyonlar dermatolojik rahatsızlıklar ve sindirim sorunlarına yol açıyor. Yaz aylarında olmamıza rağmen yüzme yasakları vs. gibi uyarılara çok rastlamıyoruz.

Müsilaj (deniz salyası) oluşumunun kendisinden kaynaklı birtakım mikroorganizmalar var ve aynı zamanda deniz ekosistemi içerisinde bizim için tehlikeli olan mikroorganizmaların aşırı üremesi söz konusu. Basında çok yer alan “koliform” mikropları müsilajda binlerce kat yüksek düzeye ulaşabiliyorlar. Müsilajın insan ve salgın için tehlikesi de burada başlıyor. Zararlı mikroorganizmalar su ve gıda zincirine karıştığında, salgın olmasa bile ishal tipi, ciddi hastalıklara yol açabilir. Deniz suyundan içme suyuna karışma riski düşük olsa da farklı mekanizmalarla bu organizmalar içme suyumuza karışabilir. Burada bir parantez açıp, biraz korkutucu gelen başka bir mikroptan bahsetmemiz lazım. O da yine deniz salyası yapıları içerisinde saptanabilen ve aynı zamanda iklim değişikliklerine bağlı çoğalabilen “vibriyo” türü bakteriler. Bu bakteriler arasında adını andığımızda dehşete düşürecek bakteriler var; o da “vibriyo kolera” bakterisi. Dolayısıyla denizin bu ortamı, bu bakterilerin fazlaca çoğalmasına sebep oluyor ve insanlarla bakterilerin teması söz konusu olduğunda ciddi sorunlarla karşılaşılabilir. İnsanların denize girmekle birlikte deniz mahsulü tüketimleri de var. Deniz ürünleri tüketirken artık daha riskli bir durumdayız. Denize girme konusunda, bu bakterilerin oluştuğu denizlere girilmemesi gerekiyor. Dolayısıyla Marmara Denizi’nde ciddi bir risk değerlendirmesi yapılması gerekiyor. Bu deniz suyu analizlerini Sağlık Bakanlığı düzenli olarak yapıyor ve bunu kamuoyuyla paylaştığı bir veri paylaşım sistemi var. Bu verilere baktığımızda koliform bakterilerinin dönem dönem arttığını görüyoruz. Mesela Caddebostan civarında ciddi bir koliform bakterisi artışı var. Bu konuda kamuoyunun acilen uyarılması gerekiyor.

Müsilajın bir diğer ışık tuttuğu sorun ise ülkedeki altyapısızlık problemi. Atıklarımızı yeterli düzeyde arıtamıyor ve arıtamadan denize boşaltıyoruz. Müsilaj olmadan da denize girilebilir miydi, tartışılır.

Çocukluğunuzda aldığınız bir asbest lifi, sizi 20-30 yıl sonra kanser yapabiliyor

Asbest, kanserojen ve çevre sağlığı açısından şöyle bir önemi var. Biz çevre sağlığında sağlık etkilerini şöyle anlatırız; çevresel etkenler, sizi hemen hasta etmezler. Etkileri çok uzun yıllar sonra ortaya çıkabilir. Aslında asbest bunun çok iyi bir örneği. İlk başta hasta etmez ancak çok uzun sürelerde hastalığın etkisi çıkar. 10-15 yıl hatta daha uzun sürelerde etkisi çıkabilir. Asbest, ileriki yıllarda ağırlıklı olarak akciğer kanseri yapabiliyor. Çünkü asbest liflerini genellikle solunum yolu ile alıyoruz ve bu lifler akciğer dokusuna yerleştikçe zarar vererek uzun vadede hasarlara yol açıyor. Akciğer zarını kalınlaştırıyor. Halk arasında kireçlenme denilebilecek tablolara yol açıyor. Akciğerimizi saran zarda, göğüs zarında, kalınlaşmaya sebep olarak orada kanser hücrelerinin çoğalmasına sebep oluyor. Bu da ileriki zamanlarda akciğer kanseri demek olabilir. Yani çocukluğunuzda aldığınız bir asbest lifi, sizi 20-30 yıl sonra kanser yapabiliyor. Özellikle sigara içenler için bu risk daha da yüksek. Asbest çok iyi ve ucuz bir izolasyon malzemesi olduğu için yıllar içerisinde binalarda, su borularında vs. çok kullanıldı. Dolayısıyla bu binaların yıkımında oldukça dikkatli olmak gerekiyor. Aynı şekilde çatılarda da kullanılıyor, çünkü çok iyi bir izolasyon malzemesi ve çok dayanıklı. Asbestle birçok yerde karşılaşılabilir, mesela fren balatalarında. Çok farklı yerlerde karşımıza çıkabilecek bir madde olduğu için bu maddenin kullanımını ciddi düzeyde incelemek ve denetlemek gerekiyor.

Kovid döneminde çok artan plastik tüketiminin çevresel etkilerini ileride göreceğiz

Plastikler insanlığın kendi ürettiği, başının belası. Dünyanın en büyük kirleticileri arasında yer alıyor. Dünyada 300 milyon ton kadar plastik üretiliyor ve bunun çok az bir kısmı geri dönüştürülebiliyor. Plastik, fosil yakıtlardan türetiliyor. Dolayısıyla iklim değişikliğinin baş nedeni olan fosil yakıt tüketmek gibi etkisi var. Özellikle Kovid döneminde ortak kullanımı azaltmak adına plastik kullanımı çok daha fazla oldu ve bu anlamda dünya üzerinde büyük bir yüke de sebep oldu. Bunun çevresel etkilerini şimdi göremesek de ileride göreceğiz. Özellikle deniz ekosistemi başta olmak üzere, canlılar üzerinde çok büyük negatif etkileri var. Plastik malzemelerden yapılan ürünleri kullandığımızda, vücutta hormonal sistemi bozucu maddeler açığa çıkıyor. Bunlara hormon bozucular diyoruz. Bir başka konu mikroplastik konusu: Plastikler zaman içerisinde çok küçük parçalara ayrılarak mikro düzeye gelip, gıdalarımıza karışıyorlar. Mesela günlük hayatımızda en çok kullandığımız ürünlerden tuzlarda mikroplastik tespit edilmiş, Bir insan ortalama 40 bin mikroplastiği bünyesine alıyor.

Dünyada aslında bir atık borsası var, ülkeler birbirilerine atık gönderebiliyor. Türkiye Avrupa’dan tonlarca atık almış geri dönüştürme tesislerinde dönüştürmek için. Ancak Türkiye’nin bu tesislerinin gerçekten bu atıkları geri dönüştürebilme yetisi tartışılır. Bu anlamda Türkiye, Avrupa’nın atıkları için bir arka bahçe olmuş olabilir. Türkiye’de çevre öncelik olmadığı için atık ithalatını destekliyor. Ekonomik önceliklerin çevre önceliklerine baskın geldiği görülebilir burada. Türkiye en çok atık ithal eden ülkelerden biri. Tehlikeli atıkların da ithal edilmesi de söz konusu, ancak Türkiye’nin bu atıklarla nasıl başa çıktığı konusu da bir problem.

2020 yılında Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırladığı raporda sayılan 10 riskten 5 tanesi çevresel riskti!

Pandemiler çağına geldiğimizi söyleyebiliriz. Dünyada en son pandemi 2009 yılındaydı, nispeten daha hafif geçti. Korona pandemisiyle salgınların ne kadar ciddi boyutlara geldiğini görebiliyoruz. Artık hayvandan insana / insandan insana geçen pandemilerin arttığını gözlemliyoruz. Burada iki önemli faktör var: Biyolojik çeşitlilik kaybı ve ormansızlaşma. İkisi de pandemileri artırıyor. Bunun üzerine iklim değişikliğini koyduğumuzda, canlıların yaşam alanlarını tahrip ettiğimizde, hayvanlarla insanların temas olasılığını artırıyoruz. Bu da geçebilecek olası virüsleri daha görünür kılıyor. Bu nedenle de Türkiye’de Kaz Dağları’na, İkizdere’ye sahip çıkmak önemli. Ormanlarımızı ve doğal yaşam alanlarımızı korumak, gelecek pandemi potansiyelleri için çok önemli. Ekolojik sistemler tahrip edildikçe, insanlık olarak yaşamımızı daha da riske atıyoruz. Çevresel yıkımlar hayati bir öneme sahip!

Hiç görmediğimiz sağlık sorunlarının, çevresel felaketlerin geleceği hatta katastrofik olaylara yol açacağı gözlenebilir. Ancak temel sorunu; üretim ilişkileri meselesi ve kapitalizm müdahalesini çözmediğimiz sürece bu felaketler devam edecek. 2020 yılında Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırladığı raporda sayılan 10 riskten 5 tanesi çevresel riskti. Bir yerden sonra kapitalizm zengini ülkeler de bu sürecin böyle devam etmeyeceğini fark etmiş durumdalar. “Paydaş Kapitalizm” terimini ürettiler.  Ancak bu çevresel sosyal faaliyet girişimlerinin, sorunu kökünden çözebilmesini bekleyemeyiz. Daha aktivist bir döneme geçmezsek var olanları seyretmeye devam edeceğiz. İlk girişimimiz de politik baskı kuracak mekanizmalara emek vermek olmalıdır.

*Programın tamamı için: https://www.youtube.com/watch?v=SaArajLuw5o&t=3124s

Cavit Işık Yavuz kimdir?

Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1993 yılında mezun oldu. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim dalında 1998 yılında başladığı uzmanlık eğitimini 2002 yılında tamamladı. 2012-2014 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalında Çevre Sağlığı yan dal eğitimi aldı. Nevşehir Ürgüp Aksalur ve Ortahisar Sağlık Ocağı,  Nevşehir İl Halk Sağlığı Laboratuvarı ve Ankara Halk Sağlığı Müdürlüğünde çalıştı. Halen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Çevre Sağlığı Bilim Dalı Başkanıdır.