Doğamız değişiyor: İklim değişikliği nedir? Dünya’da ve Türkiye’de neler oluyor? Dilek Karacan, Prof. Murat Türkeş ve Prof Ali Kerem Saysel’le görüştü.
Prof. Dr. Murat Türkeş: Paris Anlaşması’nın en büyük yetersizliği gelişmiş ülkeler ile Çin, Türkiye, Rusya, Arjantin, vb. gibi ülkelere sera gazı azaltım ve belirli düzeylerde tutma gibi zorunlu yükümlülükler getirmemiş olmasıdır.
Prof. Dr. Ali Kerem Saysel: Sıcaklık artışıyla birlikte yeryüzünde kullanılabilir su bütçesi ve bunun coğrafi dağılımı da değişiyor. Güneydeki çöller kuzeye, Türkiye coğrafyasına doğru ilerliyor. Bitki örtüsü göç ediyor.
Saysel: Tüketimimiz, tükettiğimiz kalemlerin (bu barınma, seyahat ve diğer hizmetleri de içerir) karbon ayak izini azaltmak üzere acilen perhize başlamalıyız.
Dilan Karacan
Geçtiğimiz ay 16 yaşındaki İsveçli iklim aktivisti ve iklim için okul grevlerinin öncüsü Greta Thunberg’in TIME dergisi tarafından yılın kişisi seçilmesi Dünya’da büyük yankı uyandırdı. Her sene yılın kişisi seçimi merakla takip edilen TIME dergisinin böyle bir tercihte bulunmasının ardında yatan sebebin iklim değişikliği sorununa dikkat çekmek olduğunu tahmin etmek zor değil.
Günümüzde farkındalığı yüksek ya da tam tersi, artık neredeyse her çevrenin bilinçlenmeye başladığı bir durum haline gelen iklim değişikliği “şimdi”yi ve “geleceği” gün geçtikçe şiddetlenen bir şekilde tehdit ediyor.
İnsanların dünyamızın akışına sorumsuzca etki ettiği ve kötü meyvelerini günümüzde toplamaya başladığı bu durum için artık daha da fazla geç olmadan dur denmesi gerekiyor. Bu gidişata dur demek ve doğamızı iyileştirme yolunda bilgilenmek adına küresel iklim değişikliğinin ne olduğunu ve ne gibi sonuçlar doğurabileceğini, Türkiye’de ve Dünya’da bu hususta faydalı olacak neler yapıldığını ve neler yapılması gerektiğini (iklimBU) Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde emeritus profesör ünvanı ile görev yapan Murat Türkeş ve Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. Ali Kerem Saysel ile konuştuk.
Prof. Dr. Murat Türkeş’in görüşleri şöyle:
Küresel iklim değişikliği nedir?
İklim değişikliği, “iklimin ortalama durumunda ya da onun değişkenliğinde onlarca ya da daha uzun yıllar boyunca süren istatistiksel olarak anlamlı değişmelerdir”.
Küresel ısınma ise, “sanayi devriminden beri, özellikle fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, tarımsal etkinlikler ve sanayi süreçleri gibi çeşitli insan etkinlikleri ile atmosfere salınan sera gazlarının atmosferdeki birikimlerindeki hızlı artışa bağlı olarak, şehirleşmenin de katkısıyla doğal sera etkisinin kuvvetlenmesi sonucunda, yeryüzünde ve atmosferin alt katmanlarında saptanan sıcaklık artışı” şeklinde tanımlanabilir.
Tanımdan da anlaşılabileceği gibi, insan kaynaklı iklim değişikliğine ve küresel ısınmaya yol açan sera gazları; çoğunlukla fosil yakıtların yakılması, sanayi, ulaştırma, arazi kullanımı değişikliği, atık yönetimi ve tarımsal etkinliklerden kaynaklanır.
Dünyamız için ne gibi sonuçlar doğurabilir?
İster küresel isterse bölgesel ölçekte olsun, iklim değişikliği, ekstrem (aşırı) hava ve iklim olaylarının sıklığında, şiddetinde, alansal dağılışında, uzunluğunda ve zamanlamasında da önemli değişikliklerin gerçekleşmesine neden olmaktadır.
Örneğin, alansal ve zamansal olarak yüksek bir değişkenlikle nitelenen yağışlarda, 1950 – 2011 döneminde dünyanın çeşitli bölgelerinde önemli azalış ve artış eğilimleri gözlenmiştir.
Ayrıca, dünyanın birçok bölgesinde ve Türkiye’deki şiddetli yağış olaylarında da artışlar gözlenmiş; bazı ekstremlerde de önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır.
Uzun süreli klimatolojik gözlem dizilerinin çözümlemelerine dayanan güncel bulgulara göre, aşırı hava ve iklim olaylarındaki değişiklikler Türkiye’de, özellikle 1990’lı yıllarla birlikte yaz ve tropik gün sayılarındaki önemli artış, buna karşılık don olaylı ve kar yağışlı gün sayılarında belirgin azalma, yılın don olayı gözlenmeyen devresindeki uzama şeklinde gözlenmiştir.
Türkiye’de 2000 yılından bu yana maksimum hava sıcaklıklarına ilişkin rekorların yaklaşık % 50’si gerçekleşirken, bu oran minimum sıcaklıklara ait rekorlarda % 10’a kadar düşmüştür. Başka bir deyişle, Türkiye’de yaklaşık son 25 yıllık dönemde, hem sıcaklık rejimi belirgin olarak daha ılıman ve sıcak koşullara doğru değişmiş, hem de sıcak hava dalgalarının sıklığında ve şiddetinde önemli değişmeler gerçekleşmiştir.
İklim model benzeşimleri ise, genel olarak alt troposfer ve yüzey hava sıcaklıklarında öngörülen artış eğilimi, artan termal enerji (pozitif ışınımsal zorlama) ve hızlanan ve/ya da kuvvetlenen hidrolojik döngü ile bağlantılı olarak, 21. yüzyılda Dünya’nın birçok bölgesinde aşırı hava ve iklim olaylarının sıklık ve/ya da şiddetinde artışlar olabileceğini göstermektedir.
Ülkemizde ve Dünya’da bu hususta faydalı olacak neler yapılıyor?
Ne yazık ki önemli bir şey yapılmıyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 1.5 °C Küresel Isınma Raporu bize, 2030 yılına kadar 2010 yılına göre insan kaynaklı karbondioksit (CO2) salımlarının mutlaka % 45 oranında azaltılması ve 2050 yılına değin net sıfır salıma düşmesi gerekiyor. Bu ise ancak enerji, sanayi, tarım, konut, ulaştırmadan kaynaklanan CO2 salımlarının 2050 yılına gelindiğinde ise 2010 yılına göre % 75-90 oranında azaltılmış olmasıyla olası.
Devletlerin küresel ısınmayı “1.5 derecede tutmak” için anlaştıkları Paris Anlaşması’nın en büyük yetersizliği ya da zayıflığı, gelişmiş ülkeler ile Çin, Türkiye, Rusya, Arjantin, vb. gibi büyük gelişmekte olan ülkelere sayısal olarak belirlenmiş sera gazı azaltım ve belirli düzeylerde tutma vb. gibi zorunlu yükümlülükler getirmemiş olması.
Tüm hedefler, ülkelerin ve çeşitli bölgesel ya da ekonomik bütünleşme örgütlerinin birlikte gönüllü çabaları ve niyet beyanlarının başarısına bağlanmış durumda. Bu yüzden, Kyoto Protokolü’nün başarısızlığını da dikkate aldığımda tüm bu şiddetli hava ve iklim olaylarını doğrudan engellemek kısa, orta ve olasılıkla uzun erimde olanaklı görünmüyor bana göre.
Türkiye’de neler yapılıyor ve Türkiye için durum nedir?
Türkiye’nin iklim değişikliğiyle küresel mücadeledeki görüşme sürecini başından beri takip edenler arasındayım. Türkiye, IPCC ne söylerse söylesin iklim değişikliği çerçeve sözleşmesindeki yeni anlaşmalarda yükümlülük almıyor. Karar vericilerin, hükümetin ve politikacıların, raporun bulgularını Türkiye açısından değerlendirmesi gerekiyor.
Türkiye, Paris Anlaşması dışında kendi kalkınma yollarını, iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında ciddi anlamda değiştirmesi gerekiyor. Özellikle fosil yakıtlara dayalı sanayi ve enerji sisteminden daha az fosil yakıt tüketen ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönlenen yasal düzenlemeler yapmak zorunda. İklim değişikliği ile savaşım ve BMİDÇS kapsamındaki görüşmeler, kesinlikle Türkiye’nin istemi olan hibe, fon ve/ya da kolaylıkların sağlanmasının dışında kalması gereken bir konudur.
Prof. Dr. Ali Kerem Saysel’in görüşleri şöyle:
Küresel iklim değişikliği nedir? Dünyamız için ne tür sonuçlar doğurabilir?
Küresel iklim değişikliğinin yerbilimleri perspektifiyle, fiziksel açıklaması çok zor değil. Sera gazları (karbon dioksit ve metan başta olmak üzere) yeryüzünden uzaya yansıyan kızıl ötesi ışımanın bir kısmını tutuyor. Yeryüzünde yaşamı olanaklı kılan faktörlerden biri bu. Yani atmosferin son yüz bin yıldır bugünkü yaşam açısından son derece hassas bir sera gazı içeriğine sahip oluşu.
Bu denge endüstri devrimiyle birlikte bozulmaya başladı ve sonunda altüst oldu. Endüstri devrimi öncesinde (1800 milat kabul edersek) 280 ppm civarında olan karbon konsantrasyonu bugün 400’ü aşmış vaziyette. Bunun sonucunda yaşanan ortalama sıcaklı artışı bugün 0.6 santigrat derece. Fakat bu rakam farklı senaryolara bağlı olarak, 21. yüzyıl sonunda yaklaşık olarak 4 dereceyi bulabilir.
Burada iyi anlaşılması gereken, bugün tecrübe ettiğimiz iklim değişikliği hareketlerinin henüz buzdağının görünen yüzünü oluşturduğu, bekleyen iklim değişikliğinin boyutlarının çok daha fazla olduğu.
İklim şartları canlı ve cansız doğanın temel dinamiklerini etkileyen en temel faktör. Sıcaklık artışıyla birlikte yeryüzünde kullanılabilir su bütçesi ve bunun coğrafi dağılımı da değişiyor. Akdeniz havzasının güneyindeki çöller kuzeye, Türkiye coğrafyasına doğru ilerliyor. Bitki örtüsü göç ediyor. Buna benzer şekilde, buzulların erimesiyle, deniz seviyelerinin yükselmesiyle ilgili tahminler ortada.
Yaşadığımız şeyi bütüncül küresel bir değişim olarak görmek ve anlamak durumundayız. Son 10 bin yıldır medeniyetimizi olanaklı kılan ılıman iklim şartları ortadan kalkıyor; insan marifetiyle ama iradesizce hazırlanmış yeni yerküre şartlarına doğru hızla ilerliyoruz.
İklim değişikliği devletler ve bazı dünya belediyeleri, yerel yönetimleri tarafından alınan kararlarla yavaşlatılmaya çalışıyor. Bu politika ve kararların odağında enerjinin üretimini fosil yakıtlardan bağımsız kılacak önlemler ve enerji verimliliği arayışları yer alıyor. Belli küresel fonların fosil yakıtlardan el çekmesini, güneş ve rüzgâr gibi enerji yatırımlarına uygulanan teşvikleri, karbon vergilerini vb. bu çerçevede değerlendirebilirsiniz. Enerji, üretim, konut, taşımacılık sektöründe verimliliğiyle ilgili olarak getirilen standartları da.
Diğer taraftan bu gelişmeler piyasa şartlarına odaklı olduğu için gelişme son derece yavaş oluyor. Üstelik, piyasa şartları fosil yakıt lobileri ve kötü politik yönetimler tarafından sürekli olarak, fosil yakıt tabanlı endüstriler lehine çarpıtılıyor. Genel manzara şu: İklim değişikliği doğanın kurallarına bağlı olarak kendi dinamiğini izleyip beraberinde geri dönüşü olmayan hasarlar yaratırken, medeniyet buna karşılık, çok şey biliyor olmasına rağmen pek yavaş hareket ediyor.
Bu nedenle tabanda iklim değişikliği mücadelesinin dili değişiyor. Greta Thunberg ile birlikte gelecek kuşakların harekete bizatihi katıldıklarını görüyoruz. Yok oluş isyanı hareketleri “küresel fokurdama” gibi bir kavram kullanıyor ve hiç de yabana atılmaması gereken 6. yok oluş bulgu ve tahminlerine vurgu yapıyor. Tüm bu hareketlerin esas olarak söylediği şu:
İklim değişikliğine karşı bir seferberlik içerisinde olmalıyız, piyasaya odaklı iklim politikaları size yalan söylüyor. Fosil yakıtları 10 yıl içerisinde tümüyle bertaraf edecek bir eylem planı uygulamalıyız. ABD merkezli ifade edilen Yeni Yeşil Düzen projesinin mantığı da bu. Fosili durdurun, çıkarmayın, küresel fonları bu şirketlerden çekin, yeşil teknoloji ve altyapı inşası için teknolojik ve ekonomik seferberlik başlatın ve bu seferberlik sayesinde bugün yoksullaşmakta olan sınıflara yeni iş olanakları yaratın.
Türkiye ise tüm bu tartışmaların oldukça uzağında, son derece yüzeysel ve günü kurtarmaya dönük iklim politikalarının peşinden gidiyor. Paris Anlaşması’nın dışında kalamıyor ama onamıyor da. Veya bu anlaşma için son derece komik salım indirim hedefleri sunuyor ve küresel planda iklim politikalarını takip eden kuruluşlar tarafından kara listeye alınıyor. Oysa Türkiye, canlı doğal varlığı itibariyle, toprak, tabiat, güneş, rüzgâr ve akarsu varlığıyla iklim konusunda örnek bir ülke olabilir. Ama bu varlıkların gelecek kuşaklar adına korunmak yerine sistemli olarak tahrip edilişine tanık oluyoruz.
Türkiye’nin yapabileceği çok şey var. Öncelikle fosil yakıtlara ve termik elektrik üretimine verdiği doğrudan ve dolaylı teşvikleri terk ederek işe başlayabilir. Büyüyen kentler daha kompakt, raylı
taşımacılık, bisiklet ve yeşil alanlar için uygun tasarlanabilir. Kentsel dönüşüm konutları birinci sınıf enerji verimliliğine kavuşturulabilir. Tüm bunlar için somut ve yakın hedefler konup, ilgili alt sektörlerden gerekli insan gücüne kadar ihtiyaç duyulan dönüşüm için harekete geçilebilir. Tarımsal üretim kaynaklarının (verimli arazi, yeraltı suları vb.), orman ve mera varlığının korunması yönünde adımlar atılabilir. Bunun için belli şirketlerin kısa vadeli kazançlarını önceleyen bir kalkınma anlayışından vazgeçmek, kamu çıkarını ve gelecek kuşakları gözeten bir kalkınma anlayışına geçmek gerekiyor. İnşaat, gereksiz altyapı ve madenciliğe bağımlı bir gayri safi milli hasıla büyümesi hedefinden vazgeçmek, insanlar için kaliteli işler yaratan, toplum sağlığını ve doğayı koruyan ilerleme hedefleri benimsemek gerekiyor. Türkiye’yi iktisatçıların “orta gelir tuzağı” adını verdikleri vasat ve düşük katma değerli üretim modelinden kurtaracak faktörler de bu stratejinin içinde yatıyor.
Tabii bunların olabilmesi için insanlar tarafından talep edilmesi de gerekli. İklimle uyumlu talepler ise ancak bu tehdit karşısında bilgili ve duyarlı bir toplum tarafından üretilebilir. İklim meselesi artık genç kuşakların gündeminde, onlar okulda öğrenip duyuyor, araştırıyor ve endişe yaşıyorlar. Bu endişe yetişkinlere de bulaşmalı ve iklimle uyumlu politikalar konusunda talepkâr olmalı ve yaşantımızda bununla uyumlu adımlar atmalıyız.
Tüketimimiz, tükettiğimiz kalemlerin (bu barınma, seyahat ve diğer hizmetleri de içerir) karbon ayak izini azaltmak üzere perhize başlamalıyız. Eğer iklim değişikliği ve nedenleri hakkında bilgiliysek, bunun aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk olduğunu unutmamalıyız. Çünkü bir davranışın başkalarına kötülük olduğunu bildiğimiz halde ısrar etmek, düzeltmek yönünde bir şeyler yapmamak aynı zamanda ahlaki bir sorundur.
Türkiye toplumu iklim değişikliğine nasıl bakıyor?
Araştırma şirketi KONDA’nın yaptığı ‘Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı 2019’ araştırmasına göre Türkiye’deki her 10 kişiden 6’sı iklim değişikliğinden endişeleniyor. Her iki kişiden biri de iklim krizinin etkilerini yaşadığını belirtiyor. Üniversitelilerde farkındalık daha yüksek olurken iklim değişikliği ve afetlerin etkisini hissetmediğini söyleyen yüzde 23’lük kesim ise iklim olaylarında bir değişim göremediğini aktarıyor. İklim değişikli konusunda endişeli olmayanların ve etkilerini gözlemleyemediğini söyleyenlerin büyük bölümü ise “Endişeli değilim çünkü iklim değişikliğinin ne olduğunu bilmiyorum” yanıtını veriyor.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, araştırmayla ilgili iklimhaber.org’a verdiği röportajda şunları belirtti:
“Bu coğrafyanın insanları uzun süreden beri giderek artan biçimde iklim değişikliğinin etkilerini deneyimliyor. Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de yaşayanlar artık iklim değişikliğini ve bizzat bu değişikliğin etkilerini artık son derece şiddetli bir biçimde hissediyor. Ayrıca iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ülkelerden biri olan Türkiye’de bu konuda yeterli bilimsel çalışma olmamasına rağmen insanların bu etkileri hissediyor olması da önemli bir gelişme. Kadın ve tüketici hakları konusunda oluşmaya başlayan farkındalığın aynısı çevre için oluşuyor. Yaptığımız araştırmada toplumun bu konuda bir değişim istediğini ancak bunun yolunu yordamını bilmediğini gördük. Toplum bu konuda yetiştirdiği çocuklardan bir şeyler bekliyor.”
AVUSTRALYA YANGINI
Tüm Avustralya kıtasını etkisi altına alan, şimdiye kadar 23 kişiyle yarım milyon hayvanın ölümüne yol açan yangınların etkisi başkent Canberra gibi Sydney’e de ulaşmış. Kontrol altına alınamayan ve aylarca süreceği tahmin edilen yangınlar Danimarka büyüklüğünde toprağı yutmuş durumda. Ülke yağmur ormanlarının çoğunu yitirmek üzere ve hatta “milli gururu” diye lanse edilen mercan kayalarının oluşturduğu “Büyük Set Resifi” duman altında. Ülkenin en sevimli sembolü olan koalaların üçte biri yangında yok olmuş.
Altın Küre’de Mini Dizi dalında en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanan Avustralyalı oyuncu Russell Crowe felakete teşhisi koymuş. Yangın nedeniyle yakınlarından ve memleketinden ayrılamayan, dolayısıyla Los Angeles’teki ödül törenine katılamayan Crowe’un mesajını oyuncu Jennifer Aniston okumuş.
Crowe mesajında diyor ki “Kuşkunuz olmasın Avustralya’daki trajedi iklim değişikliğinin sonucudur. Bilimi temel alarak, yenilenebilir enerji için birlikte hareket etmek ve yaşadığımız bu gezegene saygı göstermek zorundayız. Geleceğimizi ancak böylelikle kurtarabiliriz”.