Yusuf Alataş
Pazar günü yapılan HDP 4. Kongresi’nden sonra, yazılı ve görsel medyada, kongre konuşmaları ve kongre sonrası HDP Eş Başkanı Pervin Buldan’ın yaptığı açıklamalar üzerinde tartışmalar yapılmakta, görüşler açıklanmakta.
Yazılarını takip ettiğim ve görüşlerine büyük değer verdiğim Aydın Engin’in T24’deki bugünkü (25 Şubat) yazısı da HDP’nin Türkiyelileşme arzusu üzerine idi. Sayın Engin “HDP’nin 25 yıllık sorusu ve sorunu: Türkiyelileşmek” başlıklı yazısında özetle,
- Türkiyelileşmek söyleminin 25 yıl öncesindeki HADEP döneminden bu yana dillendirildiği,
- Bu söylemin 25 yıl sonra HDP’yi geçen Pazar günü yapılan kongresinde de tekrarlandığını,
belirterek, HDP’nin “Türkiyelileşme” söylemi için “HDP enerjisinin hemen tümünü salt Kürt sorununda yoğunlaştıracaksa… iyi niyetli ama nafile bir çabanın dile getirilmesi olur” değerlendirmesini yapıyor.
Sayın Aydın Engin, “Türkiyelileşmenin formülünü” vermeden önce, Türkiye’nin için de bulunduğu yoksulluk, işsizlik, pahalılık, yargının AKP yargısına dönüşmüş olması, dış politikadaki “savaşçı ve fetihçi” anlayış, Türk milliyetçiliğinin devletin resmi politikasının belirleyicisi olması gibi sorunlara değiniyor ve diyor ki:
“Türkiyelileşme hedefini önüne koyan bir parti bütün bu sorunların tümünün sahibi olduğu zaman, ancak o zaman Türkiye’nin partisi olur, Türkiyelileşir…”
Yani sonuç itibariyle Sayın Aydın’a göre, HDP ve diğerlerinin bütün söylemlerine rağmen bu güne kadar Türkiyelileşememelerinin sorumlusu kendileridir, kendi söylem ve politikalarıdır.
Böyle bir yargıyı nasıl nitelemek gerekir? Haksızlık mı, el insaf mı, yoksa amacı aşan bir yargı mı demek lazım?
Önce şunu sormak lazım: Türkiye sorunları ile ilgili olarak diğer siyasi partilerin yaptıklarından hangilerini HDP yapmadı? İşsizlikten, pahalılıktan mı söz etmedi, yargının bir partinin aracı haline gelmesini görmezlikten mi geldi, mevcut iktidarın dış politikasına diğer siyasi partiler gibi yurt dışına asker gönderme tezkeresine onay vererek destek mi verdi? Yoksa Devlet politikasına Türk Milliyetçiliğinin temel belirleyici olmasına mı karşı çıkmadı?
HDP ve diğerleri, “biz Kürt partisiyiz” diyerek, Türkiye’nin tamamı yerine sadece Kürt illerinde mi örgütlendiler? Devletten ve diğer siyasi partilerden HDP olarak kendilerini her alanda yok saymalarını mı istediler? Ülkenin birçok kentine gittiklerinde, “Bize saldırın ki, biz buralarda parti çalışması yapmayalım” mı dediler? Elazığ Valisi’ne Ergani Belediyesi’nin gönderdiği deprem yardımını kabul etmeyin ricasında mı bulundular?
Yoksa demokrasi, özgürlük ve adalet adına, kendi adaylarını göstermeyerek, başka partilerin belediye başkanı adaylarını desteklemeleri mi hataydı?
Peki, HDP’nin ya da daha genel olarak Kürtlerin Türkiyelileşmesi, çoğunluğu oluşturan Türklerin de bir sorunu değil mi?
HDP’nin enerjisinin hemen tümünü Kürt Sorununa harcamasından söz ederken; “Türkiye’nin en yakıcı sorunu” olaraknitelediği bu sorunun çözümü için, diğer siyasi partilerin kılını dahi kıpırdatmadığını, tam tersi çözümsüzlüğe büyük destek verdiklerini, vurgulamamak haksızlık olmuyor mu?
Sözün özü: Tek taraflı Türkiyelileşme mümkün değildir. 25 yıllık söyleme rağmen, HDP ve diğerlerinin gönlünde yatan Türkiyelileşme isteğinin gerçekleşmemiş olmasının nedeni; bu söylemin hiçbir zaman karşılık bulmamış olmasıdır.