Prof. Dr. Mustafa Durmuş
Geçtiğimiz haftalarda ciddi boyutlarda bir dizi felaketle karşılaştık. Daha önce Çin ve Batı Avrupa’da seller ve su taşkınları, K. Amerika’da aşırı sıcak dalgaları ve orman yangınları görülmüştü. Bu kez Türkiye ve Yunanistan’da büyük çaplı orman yangınları ortaya çıktı. Türkiye’de ayrıca bazı illerde seller ve su baskınları yaşanıyor.
Hava sıcaklığının genelde yağmurlu ve kapalı bir havaya sahip olan Britanya’da bile önümüzdeki yıllarda ortalama 40 dereceyi bulabileceği ileri sürülüyor. Kaldı ki bu yıl Haziran ayında Kanada’da 49 dereceyi gördü.
Türkiye ise bir yandan büyük orman yangınlarıyla ciğerleri yanarken, diğer yandan Van’da, Bartın’da, Sinop’ta, Kastamonu’da ve son olarak Rize ve Kars’ta seller ve su baskınları yaşandı. Öyle ki aşırı yağışlar nedeniyle Van’da 2, Sinop’ta 8, dere yatağına yapılan yapılaşma ve önlemi alınmadığı için patlayan bir HES yüzünden Kastamonu’da ise 48 insanımızın ve ülke çapında çok sayıda küçük ve büyük baş hayvanın hayatını kaybettiği ileri sürülüyor.
Ormanlar yanmaya başladığında, başta iktidar ve havuz medyası olmak üzere bazı çevreler bunların sabotajlar sonucunda ortaya çıktığı algısını yaymaya çalıştılar. Ancak kısa bir süre sonra gerçek ortaya çıktı ve bu gelişmelerin çok daha büyük bir resmin küçük bir parçası olduğu görüldü.
Yani “iklim krizi” ya da “iklim değişimi” gibi gezegenin ikliminde meydana gelen değişikliklerin bu felaketlere neden olduğu gerçeği ortaya çıktı. Aksi takdirde ormanları yakanların bu yağmurları da yağdırabilme, su baskınlarına yol açma gücünün olması gerekiyordu ki bu küçük bir çocuğun dahi kabul edemeyeceği bir masal olurdu.
İlk ders: Resmin bütününe bakmalıyız!
Kısaca bu gelişmelerden çıkartılabilecek ilk ders olarak; aşırı sıcakları, kuraklıkları, aşırı yağışları, selleri-su baskınlarını, bazı ülkelerde giderek sıklaşan fırtınaları ve orman yangınlarını birbirinden bağımsız olgular olarak ele almamak gerekiyor. Bir ülkede, aynı anda (Türkiye’de olduğu gibi) hepsi bir arada görülebildiğine göre, yap-bozun parçalarını birleştirip daha büyük resmi ortaya çıkarmalı ve ona göre önlemler almalıyız. İşte bu büyük resimde asıl olarak “iklim krizi” ya da “iklim değişikliği” var.
Öte yandan, maalesef çoğu kez yapıldığı gibi, kolay yola başvuruluyor ve genelde bu olaylar birbiriyle olan bağları görülmeden değerlendiriliyor. Bu son dönem mültecilere yönelik ırkçı söylem ve saldırılardaki artış gibi, yangınlar ve sellerde de yapılıyor. Bu yöntem ülkeyi yöneten egemenlerin de işine geliyor zira bu şekilde hem sistemi aklayabiliyorlar, hem de kendi sorumluluklarını gizleyebiliyorlar.
Dünyanın ikliminin karmaşık (hatta kaotik) ve dinamik olduğu biliniyor. Çünkü iklim; toprak, atmosfer ve okyanus arasında enerji akımlarını ve karşılıklı etkileşimleri içeriyor. Bu nedenle sellerin tek başına aşırı yağışlardan ya da orman yangınlarının kuru odunların tutuşmasından oluştuğunu düşünmek doğru değil. Çünkü bir ülkede yaşanan kuraklıklar aynı ülkedeki orman yangınlarının nedeni olabiliyor.
Bir başka anlatımla, aşağıda ele alacağımız Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son raporunda da (1) detaylı olarak anlatıldığı gibi, sıcak hava giderek daha fazla suyun buharlaşmasına, bu da susuzluk, kuraklık ve ciddi orman yangınlarına neden oluyor. Atmosferde daha fazla su biriktikçe bu kez daha fazla yağış ve sel/su baskınları ortaya çıkıyor. Şu anda dünyada sel/su baskınları, kuraklık ve ciddi orman yangınlarının bir arada görülmesinin asıl nedeni bu.
Su döngüsü ve su baskınları
Nitekim bu yılın Temmuz ayında dünyadaki seller yüzünden toplam 900 civarında, Türkiye’de ise sadece bu hafta içinde 60’a yakın insan hayatını kaybetti. IPCC raporuna göre, buna iklim değişikliği sonucunda ortaya çıkan küresel ısınma neden oluyor. Çünkü Gezegen ısındıkça su döngüsü de giderek yoğunlaşıyor.
Su döngüsü atmosfer, okyanuslar, kara ve donmuş su rezervleri arasında oluşan bir döngü. Buharlaşmanın ardından gelen yağış şeklinde bir döngü oluşuyor ki son yıllarda her ikisinin gerçekleşme sıklığı hayli artmış durumda. Aşırı hava hem aşırı yağışlar, hem de aşırı kuru hava ya da kuraklık biçiminde kendini gösteriyor. Akdeniz, Avustralya ve Kuzey Batı Amerika bu kuruluğu yaşıyor. Isı arttıkça aşırı fırtına da artıyor. Öyle ki daha önce 10 yılda bir görülen böyle aşırı hava (aşırı yağışlar) bundan böyle ısınma derecesine göre çok daha sık görülebilecek. (2)
Yönetenler de iklim değişikliği kadar sorumlu
Kuşkusuz, özellikle de orman yangınlarının orman arazilerini imara açmak, bunların üzerine otel ya da tatil köyü yapmak, böylece büyük rantlar ve kârlar sağlamak gibi amaçlarla da çıkartıldığı, bunlara göz yumulduğu ya da bilinçsiz insan hatalarının sonucu olabildiği de bir gerçek. Ayrıca HES’lerde alınması gereken önlemlerin alınmaması ya da bölge halkının su baskını ile ilgili olarak zamanında bilgilendirilmemesi de bu tür felaketlerin çok daha ağır yaşanmasına neden oluyor.
Bu yüzden de iklim krizi konusundaki yukarıdaki tespitlerimizden, bu felaketlerle ilgili olarak ülkeyi yönetenlerin hiç bir kusuru olmadığı, bunun tek sorumlusunun iklim değişikliği olduğu çıkarımı yapılmasın. Çünkü ülkeyi yönetenlerin de (bu olayların en azından önlenememesi ve daha da büyümesi konusunda) ciddi kusuru ve sorumluğu var.
İkinci ders: Yıkım beklenenden çok daha yakın, hiç kimse “benden sonrası tufan” rahatlığı içinde olmamalı!
Ancak karşı karşıya olduğumuz durum daha sistemik bir soruna işaret ediyor. Bu nedenle de çok daha vahim. Çok uzakta olmayan, belki de bir -iki on yıla kadar yüzleşeceğimiz çok ciddi bir iklim yıkımı ile karşı karşıyayız. Yani kapitalizmi ve kapitalizmin doğa üzerindeki yıkımını ortadan kaldırmadığımız sürece, sorumluluk sahibi ve iyi niyetli insanlardan oluşan yönetimleri iş başına getirsek de bu sorun gerçek anlamda çözülemeyecek.
Bu anlamda çıkartılması gereken ikinci ders en az ilki kadar ürkütücü. İklim bilimciler artık daha sık iklim değişikliğinin ve iklim yıkımının beklenenden çok daha hızlı gerçekleştiği ve çok daha yakın olduğu konusunda uyarılarda bulunuyorlar. IPCC raporu bu söylemlerin, uyarıların yazılı hale dökülmüş hali.
Yani artık kimse “benden sonrası tufan” diyebilecek bir durumda değil. Bunun farkında olmalıyız. Bunları sadece son zamanlarda yaşadıklarımıza bakarak değil, aynı zamanda yapılan ciddi bilimsel araştırmalara ve bunlardan türetilen bilimsel raporlara dayanarak söylüyoruz.
IPCC’ nin şok edici raporu
İşte dünyanın böyle bir felaket dalgasının sarmalına girdiği bir anda IPCC, 9 Ağustos’ta yeni raporunu (3) yayınladı. IPCC 1988 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve Dünya Meteoroloji Örgütü’nün ortak çabasıyla kurulmuş olan hükümetler üstü, çalışmalarına güvenilen bir kuruluş. Raporlarının alanındaki öncü nitelikteki bilim insanları tarafından hazırlanmış olması ona olan güveni artırıyor.
Bu yönde bir rapor en son 2018 yılında yayınlanmıştı. 60’dan fazla ülkeden 234 öncü bilim insanının 14 binden fazla araştırmayı dikkate alarak ortak olarak hazırladığı, 195 ülkenin temsilcileri tarafından onaylanan, 3943 sayfadan oluşan çok kapsamlı bir bilimsel çalışmadan söz ediyoruz. Üç bölümden oluşan raporun sadece ilk bölümü 9 Ağustos’ta yayınlandı. Diğer iki bölüm 2022 yılında uluslararası kamuoyu ile paylaşılacak.
“Felaketi önlemek için son şans”
Önceki raporlarıyla kıyaslandığında bu yılki rapor çok daha fazla ses getirdi. Zira daha önceki öngörülerini daha da kesinleştirirken, aynı zamanda çok önemli bir uyarıda bulunuyor ve yaklaşan iklim yıkımı ve beraberinde gelebilecek felaketleri önleyebilmek için son bir şansımızın olduğunun altını çiziyor. 2050 yılına kadar küresel ısınmanın asıl faktörü olan sera gazı (başta karbon dioksit olmak üzere) emisyonlarının sıfıra düşürülmesi gerektiğini ileri sürüyor.
Raporun yayınlandığı günlerde Türkiye dâhil olmak üzere dünyanın birçok yerinde çok sayıda büyük çapta orman yangının çıkması ve su baskınları ve sellerin yaşanması bu rapora olan ilgiyi daha da artırdı.
Bölgesel iklim değişikliğine ve aşırı hava koşullarındaki hızlı değişime vurgu yapılan raporun 11’nci bölümünde küresel ısınmanın bu yaz çok ciddi sıcak dalgalarına ve Kanada ve Avrupa’da 20 derece sıcaklığın üzerinde sıcaklığa sahip olan tropik gecelerin yaşanmasına yol açacağı gibi tespitlere yer veriliyor.
Raporun iki önemli tespiti
Raporda çok önemli birçok tespit var ama öne çıkan şu iki tespit hem çok önemli, hem de acilen müdahale gerektiriyor: (i) “Küresel ısınma insan yapımıdır”. (ii) “Gezegen şu ana kadar (sanayileşme öncesi döneme göre) 1,1 C derece ısındı. Çünkü karbondioksit yoğunlaşması ciddi olarak arttı”.
İlkini daha sonra ele almak üzere, karbondioksit yoğunlaşmasından başlayalım. Öncelikle atmosferdeki karbondioksit düzeyi 800 bin yıl öncesinden çok daha fazla. Öyle ki bu yılın Mayıs ayında milyonda 419 partiküle yükseldi (ppm). Atmosferde depolanan karbon miktarı arttıkça küresel ısınmanın da arttığı bilimsel olarak kanıtlanmış durumda.
Bilim insanlarına göre, karbon yoğunlaşması sanayileşme öncesi düzey olan 260 ppm’den 520 ppm’ye çıktığında, yani karbon miktarı iki kat attığında iklim hassasiyeti de ciddi biçimde artıyor. İklim hassasiyeti arttıkça 2 C derece ısınmanın altında kalabilmek için sera gazı emisyonlarının azaltılma gereği de acil hale geliyor. Hatta bazı eski yöntemlerle yapılan tahmin modellerine göre, karbon miktarı iki kat arttığında ısı 2,1 C- 4,7 C derece; yeni yöntemle yürütülen modellere göre ise 1,8 C -5,6 C derece arasında artıyor. (4)
Küresel ısınma senaryoları
Raporda küresel ısınmanın başta 1,5 C derece ve 2 C derece olmak üzere çeşitli derecelere çıkması senaryoları ve bu senaryolar altında doğa ile ilgili ve ekonomik ve sosyal ne türden etkilerinin ortaya çıkabileceği konusu da modellenmiş. Bu senaryoları özetleyen aşağıdaki gibi bir özet tablo da hazırlanmış (s. 18).
Buna göre, sera gazı emisyonlarında radikal indirimleri içeren en iyi senaryo altında dahi, gezegenin (sanayileşme öncesine göre) en geç 2040 yılına kadar yüzde 83 olasılıkla 1,5 C derece ısınmasının kaçınılmaz olacağı öngörülüyor.
IPCC’ye göre ekolojik sürdürülebilirlik açısından gezegen en fazla 1,5 C derece ısınmalı. Bu düzeyin aşılmaması gerekiyor (şu ana kadar hali hazırda,1,1 C derece ısınmış durumda).
Bunun için de, raporda da belirtildiği gibi, 2050 yılına kadar sera gazı emisyonlarının sıfıra düşürülmesi şart. Yani net sıfır emisyonda dahi en geç 2040 yılında (en iyimser yaklaşımla) 1,5 C derece daha (sanayileşme öncesine göre) ısınmış bir gezegenimiz olacak. Ancak ısınmanın bu tarihten sonra da başka faktörler nedeniyle devam edebileceği ve daha aşırı hava koşullarının ortaya çıkabileceği de unutulmamalı.
1.5 C derece yerine 2,0 C derecelik ısınma olursa?
Buna rağmen, en fazla 1,5 C derece ısınma sağlansa dahi, deniz seviyesi yükselecek, aşırı hava koşullarının gerçekleşme oranı dört kat artacak. Eğer 1,5 C derece yerine 2,0 C derecelik bir küresel ısınma söz konusu olursa, bu yaz görülen ve eskiye göre beş kat daha artan sıcak hava dalgaları bu kez 14 kat artacak. Deniz seviyesi 2100 yılına kadar 2 metre yükselebilecek ve bu durumda başta New York, Washington ve Şanghay olmak üzere bazı metropoller sular altında kalacak. (5) Kısaca, rapora göre, eğer küresel çapta acil önlemler alınmazsa sonuç tam bir felaket olacak.
İşin gerçeği bu en iyi senaryonun gerçekleşmesi imkânsız görünüyor. 2040 yılından önce 1,5 C derece ısınma gerçekleşirse 2050 yılında ısınma 1,8 C derece ve 2100 yılında ise 2,5 C derece olur. (6) Bu daha fazla kuraklık, daha fazla su baskını ve sel yaşanacak ve daha fazla ekonomik zarar ortaya çıkacak demektir. Bu felaketlerin birçoğunun (deniz seviyesinin yükselmesi, buzullardaki erime, okyanusların ısınması ve asitlenme oranının artması) artık telafi edilebilmesi ise imkânsız olacak.
Yine rapora göre, atmosferden büyük çaptaki karbon emisyonlarının çıkartılarak sıfır emisyonun ötesine gitmek küresel ısınmayı azaltabilirse de, karbon giderme teknolojileri ihtiyaç duyulan düzeyi sağlayabilmek açısından henüz hazır değil ve birçoğunun da istenmeyen yan etkileri mevcut.
Küresel ısınma insan yapımı (mı?)
Küresel ısınmanın insan yapımı olduğu vurgusu raporda ön plana çıkan vurgulardan biri. Belki de ilk kez bu kadar açık bir biçimde insan hata ve kusurlarına atıfta bulunuluyor.
Diğer taraftan, bu tür felaketlerde insanların sorumluluğundan genel olarak söz edilebilirse de, bilimsel bilgiden mahrum bırakılan toplumlarda yaşayan insanların yol açtığı tahribatın bilinçli bir tahribat olduğu ileri sürülemez.
Ayrıca insanların tamamını küresel ısınmadan sorumlu tutmak “hepimiz suçluyuz” gibi, asıl suçluları gizlemeye yarayan bir algının oluşmasına neden olabilir. Bu nedenle de suçluların açık ve net bir biçimde söylenmesi, yani asıl sorumluların kapitalist sistem altında kârı her şeyin önüne koyan büyük sermayenin, ulus devletlerin, onların politikacılarının ve bürokratlarının olduğunun belirtilmesi gerekiyor.
Bu sistemde küçük bir azınlık grup ya da kesim doğa üzerinde etkili olabilecek önemli kararları alabiliyor. Bu bağlamda küresel ısınmanın en temel faktörlerinden olan enerji sektörü (fosil yakıt üretimi) ve otomotiv (kara ulaştırması) sektörü çok iyi bir örnek. Kararlar bu sektörlerdeki hâkim sermaye çevrelerince alınıyor ve ulus devletler de bu kararların hayata geçirilmesine izin veriyor, doğayı tahrip edici eylemleri meşrulaştırıyor.
Ulus devletler ve küresel ısınma
Bir başka anlatımla, ulus devletler bugün iklim değişikliğinin ortaya çıkmasına ve sürdürülmesine yardımcı oluyor. Zira ulusu yönetme konusundaki yetkileri onlara atmosfere neyin, ne kadar gönderebileceğine karar verme hakkını veriyor. Çünkü iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının emisyonunu onaylayan organ ulus devlet. Kendi insanlarının ne düşündüğünü önemsemeden karar alıyor ve bu yetkisini sermayeye destek olma biçiminde kullanıyor. Bunu çoğu kez de kendi ulusal sermayesi yabancı sermaye guruplarıyla rekabet edebilsin diye yapıyor. Böyle olunca da müşterek varlığımız olan atmosfer her türden pisliğin içine döküldüğü bir büyük lavaboya dönüşüyor.
Devletlerin bu davranışının arkasında ise egemen sınıfların (özellikle de fosil yakıt üreten sermayenin) çıkarları var. Ulus devletler varoluşları gereği kendilerini bu çıkarları korumak zorunda hissediyorlar.
100 şirket küresel ısınmanın yüzde 70’inden sorumlu
Olayın bir de küreselleşmiş sermaye boyutu var. Bilimsel araştırmalara göre, 1965 yılından bu yana fosil yakıt ve çimento emisyonlarının yüzde 35’inden aralarında Aramco, Chevron, Exxon, Gasprom, BP, Shell, Total gibi dev fosil yakıt üreticisi özel ya da devlete ait 20 şirket sorumlu. (7) 1988’den bu yana ortaya çıkan küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 70’ini ise sadece 100 büyük şirket gerçekleştiriyor. (8) Bu da küresel ısınma- emperyalizm ilişkisini ortaya koymak açısından iyi bir örnek.
Kısaca, fosil yakıt kullanımından kaynaklanan karbon emisyonlarının küresel ısınmaya neden olduğu gerçeği ortada iken, alternatif enerji kaynaklarına yönelmeyen, fosil yakıt üretimini artırarak sürdüren, onu teşvik eden ya da uluslararası iklim anlaşmalarına imza koymaktan kaçınan sistemin ve devletin öncelikli olarak sorumlu tutulması gerekir.
Otomotive ÖTV indirimi, emekçiye Gelir Vergisi bindirimi
Türkiye’de milyonlarca kamu emekçisi ve özel sektörde çalışan işçi Gelir Vergisi tarifesinin emekçiyi gözetmeyen bir perspektiften hazırlanmasından ötürü yılın ikinci yarısında daha fazla vergi ödemek durumunda kalıyor. TİS görüşmeleri sonucunda aldığı küçük ücret zamları kendilerinden vergi biçiminde geri alınıyor. Buna karşılık küresel ısınmanın en büyük sorumlularından olan otomotiv sektöründe ÖTV indirimi ile sonuçlanacak yeni bir düzenlemeye gidildi. (9) Bu son düzenleme de kâr için hem doğanın, hem de emekçinin kolayca feda edilebildiğinin çarpıcı bir örneğini oluşturuyor.
Sermaye ekolojik felaketlerin farkında ama kabul etmek işine gelmiyor
Küresel seçkinlerin kapitalizmin neden olduğu ekolojik felaketlerin farkında oldukları kendi raporlarından da anlaşılıyor. ‘Küresel Seçkinler Kulübü’ olarak da bilinen Dünya Ekonomik Forumu’nun 2020 Yılı Küresel Risk Raporu’nda yer alan ve dünyanın en zenginlerine sorulan sorulardan oluşan bir anketin sonuçları çok çarpıcı.
Buna göre; dünyanın karşı karşıya kaldığı en yüksek risklerin gerçekleşme olasılığı açısından ilk sırada kötü hava koşulları, ikinci sırada iklim değişikliğine karşı alınan önlemlerin başarısız kalması, üçüncü sırada doğal felaketler, dördünce sırada biyoçeşitlilik kayıpları ve beşinci sırada insan yapımı doğa felaketleri yer alıyor. Yaratacağı etkiler açısından da ilk sırada iklim değişikliğine karşı alınan önlemlerin başarısız kalması, ikinci sırada kitle yıkım silahları, üçüncü sırada biyoçeşitlilik kayıpları, dördüncü sırada kötü hava koşulları ve beşinci sırada su krizi geliyor. (10)
Kısaca dünyayı yönetenler nasıl bir felaketler zinciri ile karşı karşıya olduğumuzun çok iyi farkındalar. Ancak bu şirketlerin sahipleri (özel sermaye ya da ulus devletler), onları yönetenler, nasıl bir ekolojik zarara neden olduklarının bilincinde olsalar da bunu önemsemiyorlar, aksine gizlemeyi seçiyorlar. Bazıları ise yaptıkları sözde çevre yararına bağışlarla kendilerini doğa dostu göstermeye çalışıyor. Ya da Türkiye’de olduğu gibi, sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle, bir yandan kamusal alanda sigara kullanımı yasaklanırken, maliyetleri artırdığından, termik santrallerde dahi bacalara filtre takılması uygulamasını sürekli olarak erteleniyor.
Sonuç yerine
Bu raporun bulguları bu yılın Kasım ayında dünya liderlerinin Glasgow’da bir araya gelecekleri COP26 İklim Zirvesi’nde ele alınacak. Ancak karbon emisyonlarını radikal bir biçimde azaltmanın önünde ciddi bir engel var: Çok uluslu petrol şirketleri ve onların arkasında duran ulus devletler. Fosil yakıt üretimi ve kullanımı çok kârlı olduğundan bunun kısıtlanması bu kesimlerin işine gelmiyor.
Ayrıca bu emisyonların giderek artan bir kısmını azgelişmiş ülkeler gerçekleştiriliyor. Böyle bir radikal karbon azaltımı programı, bu ülkelerin ekonomik büyümesini olumsuz etkilediği için benimsenmiyor. Uğrayacakları zararın telafisi konusunda ise her hangi bir uluslararası çözüm ortaya konulabilmiş değil. Son olarak, fosil yakıt kullanımından yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişin finansmanının nasıl sağlanacağı da tam bir muamma. Bu yüzden de iki hafta sürmesi beklenen bu zirvede somut bir takım adımların atılması zor.
Bu sorunu, son tahlilde, çözecek olan başta uluslararası işçi sınıfı olmak üzere, iklim yıkımından en büyük zarara uğrayacak olan dünyanın ezilen halkları, ulusları, doğa dostları, kadınlar ve gençlerin bütünleşik antikapitalist mücadelesidir.
Anahtar sözcükler: COP26, Ekolojik felaket, Gelir Vergisi, IPCC, İklim değişikliği, İklim krizi, Küresel ısınma, ÖTV, Sel, Su baskınları.
Dip notlar:
- IPCC, Climate Change 2021, The Physical Science Basis, https://www.ipcc.ch/report (9 August 2021).
- https://theconversation.com/the-water-cycle-is-intensifying-as-the-climate-warms-ipcc-report-warns-that-means-more-intense-storms-and-flooding (9 August 2021).
- IPCC, agr.
- https://theconversation.com/5-things-to-watch-for-in-the-latest-ipcc-report-on-climate-science (4 Ağustos 2021).
- https://www.commondreams.org/views/was-avoidable-climate-activists-say-about-apocalyptic-un-climate-report? (11 August 2021).
- https://thenextrecession.wordpress.com/climate-change-the-fault-of-humanity (11 August 2021):
- http://climateaccountability.org (13 August 2021).
- The Carbon Majors Database, CDP Carbon Majors Report 2017, https://climateattribution.org/resources/carbon-majors-report-2017 (11 August 2021).
- https://www.evrensel.net/haber/440272/prof-dr-mustafa-durmus-otvde-oldugu-gibi-gelir-vergisinde-de-matrahlari-yukselti (13 Ağustos 2021).
- Marcus Lu, “Visualizing the Biggest Risks to the Global Economy in 2020”, https://www.visualcapitalist.com (17 January 2020).