Didem Karasulu
İzole olalım, aman izole olalım! Bir süredir önceliğimiz, virüse enfekte olmamak. Peki bu derde sahip olanlar kimler? Bu öncelik çoğunluğun önceliği mi? Hayır, değil. Bu önceliğe sahip olanlar her hâlükârda işlerini yürütebilen azınlık mı? Tastamam öyle.
Çoğunluk işe gitmek zorunda. Bu çoğunluğun evden çalışmak, online alışveriş yapmak gibi bir lüksü yok. Keza, azınlığın da bir müddet sonra evden çalışamamaya başlaması, online alışverişi bırakması kuvvetle muhtemel bir gerçeklik.
Bu kokuşmuş sistemi kimler sürdürüyor? Kimler sırtında taşıyor? Ölüm korkusuyla kendilerini yazlıklarında inzivaya çeken zenginler mi? Kendilerini karantinaya alan politikacılar mı? Sistemin işlemesini-keşke işlemez hale gelse, arıza yapsa, bozulsaydı-kimlere borçluyuz? Her sabah toplu taşıma araçlarında saatlerini geçirerek fabrikalara, ofislere, hastanelere gidenlere değil mi?
*
Bu ve benzeri meseleler haftalardır zihnimi meşgul ededursun, dün akşam tesadüfen haberdar olduğum diem25 adlı bir tv kanalında Zizek’in konuşmasına denk geldim. Konuşmasının giriş bölümünden bazı kısımları cımbızlayarak çünkü konuşma bir saat sürdü, kaçırmış olanlar için aktarmak isterim:
“Çok kızgınım! İzolasyondan bahsediyorlar, oysa izole olanlar sadece azınlık.”
“Toplumu manipule ediyorlar, güven telkin etmeye çalışıyorlar. Bu nasıl bir ironidir? İki örnek: Birincisi mülteciler, göçmenler; başlarını sokacak bir yerleri yok ki nasıl izole olsunlar? Bir diğer örnek, Hindistan.”
Bizler ekonominin dışına düştük. Zenginler kendilerini yatlarda izole ederken öyle basitçe hayatta kalamazlar. Bize ihtiyaçları var. Kendilerini aylarca izole ettikten sonra eski normal hayatlarına geri dönemezler. Mesele de bu zaten: normale dönmeyeceğiz.
*
Üç gün önce instagramda şöyle bir fotoğraf görmüş, anlık da olsa keyiflenmiştim: Bir binanın cephesinde kocaman bir ışıklı tabela düşünün, üzerinde bir neon yazı: no volveremos a la normalidad porque la normalidad era el problema. (normale dönmeyeceğiz çünkü normal problemdi.)
Normale dönmekten bahsetmek, ölümcül bir refleks kol geziyor. Ölüme karşı ölümcül bir panzehir misali akıyor insanların damarlarında. Dehşet ve panikten normale güzelleme düzmek, teskin edici bir nostalji duygusuyla sarıp sarmalanmak ihtiyacı vuku buluyor çoğumuzda.
Peki ama, bir hatırlayalım, normal neydi ki?
Normal, güzel olan değildi. Normal, olandı sadece, başımıza gelen, başımıza gelmesine müsaade ettiğimizdi. Normal, olması muhtemel olan değildi.
Normale dönmeyelim.
*
Zizek’ten devam ediyorum:
“Öyleyse soru şu: nasıl bir yeni ‘normallik’? Bu soruyu kendimize sormalıyız. Dikkatimizi yoğunlaştırmamız gereken şey, bunun apolitik değil, politik bir moment olduğu, kesinlikle politik bir moment.”
Bir momenti politik yapan nedir? İçinden geçtiği güncel koşullar mıdır sadece? Tarihsel süreç? İhtimaller? Hayaller? Hepsi birden değil mi?
Bahsi geçen “politik momentte” nasıl davranmalı? Sanıyorum evvela, hastalanmamayı ve hayatta kalmayı tek, biricik varlık nedeni olarak görmeden, başkalarını da görerek. Temas ederek. Bir felaketin rastgele çakıştırdığı insanlar gibi belki de, kıyıya vurmuş gemi enkazının oraya buraya saçılmış parçalarını toplayan, parçaları toplarken bir anlık göz göze gelen, topladığı parçaları ne yapacağını bilmeyen kazazedeler gibi. Henüz bilmeyen.