Kurumsal sosyal sorumluluktan insan hakları yükümlülüğüne: Şirketler ve insan hakları*

İnsan haklarını gerçekleştirmenin tek yükümlüsü ve ihlallerinin tek sorumlusu devlet değildir. BM düzeyinde, ulus ötesi şirketlerin ve diğer ticarî işletmelerinin faaliyetleri ve insan hakları ilişkisini düzenleyen bağlayıcı bir sözleşmenin oluşturulması çalışmaları sürüyor.

Bu görevi 2014 yılında İnsan Hakları Konseyi tarafından oluşturulan Hükümetlerarası Çalışma Grubu yerine getiriyor. Gözden geçirilen yeni taslak için tüm tarafların bugünlerde görüşlerini Çalışma Grubuna iletmeleri bekleniyor.

Dr. Öğr. Üyesi Özge Yücel Dericiler**

Bangladeşin Jamuna nehri kıyısındaki kenti Bogra, ülkenin biber üretimininde önde gelen gölgelerinden biri. Sadece ülke içine değil dış ülkelere de ihraç edilen acı biberlerin toplanması ve kurutulması işinde kadınlar çalıştırılıyor. Zor şartlarda, güneşin altında günde ortalama 10 saat çalışan ve herhangi bir sosyal güvenceleri olmayan kadınlar, yaptıkları bu yorucu ve güç işin karşılığında günde 80 Taka (5,37 lira) kazanıyorlar. (© Mushfiqul Alam/NurPhoto via ZUMA Press – Depo Photos)

Şirketler ve insan hakları birlikte düşünüldüğünde, bu ilişkiden insan haklarının lehine ve şirketlerin “aleyhine” bir sonuç çıkabilir mi? Pek de kısa sayılamayacak bir zamandır bir grup insan, şirketleri neden oldukları insan hakları ihlallerinden sorumlu tutmanın yollarını arıyorlar. Ama bu, tahmin edilebileceği gibi dirençle karşılaşan ve güçlükle ilerleyen bir süreç. Sürece insan hakları açısından baktığımızda kötümser olmak da iyimser olmak da mümkün. Kötümser olmak mümkün, çünkü bahsettiğimiz aktörler ulus ötesi şirketler ve bir kısmı gerçekten de çok güçlüler. Ancak meseleye hukuk, etik ve insan hakları çerçevesinden bakanlar bu konuyu BM’nin gündemine sokmayı başardılar ve hâlihazırda bu ilişkinin bir sözleşmeyle düzenlenmesi için çalışmalar sürüyor. Elbette aşılması gereken çok sorun var gibi görünüyor.

Öncelikle, ulus ötesi şirketlerin genel olarak insan hakları konusuna tamamen ilgisiz olmadıklarını söyleyerek başlayalım. Özellikle sürdürülebilirlik açısından bakıldığında, marka değerini düşünen şirketler insan haklarına duyarlı olduklarını göstermeye dikkat etmekteler. Ancak kurumsal sosyal sorumluluk yaklaşımının insan haklarının gereklerini ne kadar gözettiği de ayrı bir soru/n olarak karşımıza çıkıyor. İnsan hakları perspektifinden konuya bakanlar, odağın sosyal sorumluluktan insan haklarına ilişkin yükümlülüklere kayması gerekliliğine işaret ediyorlar.

Kurumsal sosyal sorumluluk yaklaşımı kimi temel haklarımızı dikkate alır, ancak şirketler hukuken yükümlü kılınmaz!

İş dünyasının perspektifinden bakıldığında, günümüzün toplumsal bilinci yüksek atmosferinde, çalışanların ve tüketicilerin kurumsal sosyal sorumluluğu ön plânda tutan işletmelerde çalışmaya veya bu işletmelerden alışveriş yapmaya dikkat ettikleri fikri genel olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle sürdürülebilir kalkınmayı şirketin iş modeline entegre eden bir iş pratiği olarak kurumsal sosyal sorumluluk karşımıza çıkmaktadır. (1)

Örneğin gençler arasında popüler bir giyim markasının ürünlerinin Uzak Doğu’da çocuk işçi çalıştırılarak üretildiğinin ortaya çıktığını ve oluşan tepki nedeniyle bu şirketin ürünlerinin boykot edildiğini, uzun vadede de markaya bağlılığın azaldığını düşünelim.

Bu durumda şirketin karar vermesi gereken konu, insan haklarına ve çevreye duyarlı politikaların maliyetinin mi yoksa müşteri kaybetmenin mi maliyetinin daha katlanılabilir olduğudur. Benzer durum pek tabiî ulusal ölçekte faaliyet gösteren ticarî işletmeler için de geçerlidir.

Kurumsal sosyal sorumluluğun kapsadığı alanlar değişkendir. Avrupa’daki şirketlerin dâhil olduğu bir ağ kapsamında şirketler sosyal sorumlulukla şu alanları ilgili görmektedir: işyeri (çalışanlar), piyasa (tüketiciler, tedarikçiler), çevre, toplum, etik ve insan hakları. (2) Öte yandan şirketin sosyal sorumluluklarının olup olmadığı ya da sorumluluk alanının kapsamı, o şirket tarafından benimsenen ekonomik yaklaşıma göre değişmektedir. (3)

Kurumsal sosyal sorumluluk, marka değerini ve uzun vadeli finansal getirisini düşünen şirketlerin insan hakları konusunda belirli bir duyarlılık geliştirmesine katkıda bulunmaktadır. Öte yandan sosyal sorumluluk yaklaşımı gönüllülük esasına dayalıdır ve şirketlere insan haklarına ilişkin hukukî bir yükümlülük yüklenemez. Yani biz tüketiciler belki o şirketin ürünlerini boykot ederek insan haklarına ilişkin tutumunu cezalandırabiliriz, ama o şirketten hukuken bir talepte bulunamayız. Bu durum, gönüllülük esasının ötesine geçerek, şirketlerin neden oldukları ya da dolaylı olarak katkıda bulundukları insan hakları ihlallerinden ötürü hesap sorulabilir kılınmaları için yasal bir çerçevenin olması gerektiği tartışmasını ortaya çıkarır. (4)

İnsan haklarını gerçekleştirmenin tek yükümlüsü ve ihlallerinin tek sorumlusu devlet değildir.

İnsan haklarının bir yönünde sahip olduğumuz temel haklar varsa, diğer yönünde de birbirimize karşı ödevlerimiz vardır. Hukuk açısından bakıldığında ise kişilerin birbirlerine karşı ödevleri büyük ölçüde geri plânda kalır ve devletin temel haklara ilişkin yükümlülükleri düzenleme konusu olur. Sadece kamu gücü kullanan kişinin gerçekleştirdiği ihlalde değil, özel alanda ve özel denilen ilişkilerde gerçekleşen bir hak ihlalinde dahi, yapmaması gerekirken yaptığı ya da yapması gerekirken yapmadığı şeyler araştırılarak yükümlülüğü tespit edilmeye çalışılan aktör devlettir.

1970’lerden bu yana ise, kamu gücü kullanmayan –yani özel denilen– kişilerin de belirli hallerde ihlalden doğrudan sorumlu tutulabilmesi gerektiği tartışması başladı. (5) Devlet dışı aktörler denilen bu aktörlerden biri de şirketlerdi. Şirketler kâr amacıyla kurulan tüzel kişilikler olduğu için, bu konu ilk başta çok tartışmalı bulundu ve şiddetli bir dirençle karşılaşıldı. Bu süreçte, ancak sosyal sorumluluk projeleriyle şirketlerin belirli bir taahhüt altına girmesi mümkün olabildi. Ancak sosyal sorumluluğun ötesine geçilmesi görüşünün belirli bir ağırlık kazanmasıyla, şirketlerin insan haklarına ilişkin olarak hukuk aracılığıyla yükümlü kılınması ve bu çerçevede denetlenmesinin zemini oluşmaya başladı.

Bugün BM İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkelerinin kabulüyle birlikte bu konuda belirli bir aşamaya gelindiğini görmek mümkün. Şirketlerin tek amacının paydaşlarının kârlarını maksimize etmek ve servet yaratmak olmadığı, en azından BM düzeyinde kabul edilmiş durumda. Bu süreç 1970’lerde BM Ekonomik ve Sosyal Konseyinin Genel Sekreterlikten çokuluslu şirketlerin faaliyetlerinin insan haklarına etkisini araştırmasını istemesiyle başlamıştır. (6) 1990’lardan itibaren küreselleşme ve çokuluslu şirketlerin insan haklarına etkileri üzerinde yoğunlaşılmıştır. 1998’de BM İnsan Haklarının Korunması ve Teşviki Alt Komisyonu tarafından Ulus Ötesi Şirketlerin Çalışma Yöntemleri ve Faaliyetlerine İlişkin Çalışma Grubu kurulmuştur.

Ayrıca 1998’de Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu esnasında eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın girişimiyle UN Global Compact inisiyatifi gelişmiştir. Global Compact’ta kabul edilen ve şirketlerden gönüllü olarak uymaları beklenen ilkelerden ilk ikisi doğrudan insan haklarına ilişkindir:

1) İş dünyası, ilân edilmiş insan haklarını desteklemeli ve haklara saygı göstermeli,

2) İş dünyası, insan hakları ihlallerinin suç ortağı olmamalı. (7) Ancak bu ilkeler tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak dikkate alınır.

2011 yılında ise hem çokça eleştirilen, hem de sürecin somut bir çıktısı olarak önem taşıyan İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkeleri (8) kabul edilmiştir. Rehber İlkelerde üç ayaklı bir sorumluluk çerçevesi kabul edilmiştir:

1) Devletler insan haklarını korumalıdır,

2) Şirketler insan haklarına saygı göstermelidir,

3) Hakkı ihlal edilenin zararı telafi edilmelidir.

Görüldüğü üzere Rehber İlkelerde insan haklarını korumanın esas olarak devletin yükümlülüğü olduğu kabulü sürmektedir. Ancak ek olarak şirketlerin de insan haklarına saygı göstermekle yükümlü oldukları belirtilmektedir. Şirketlerin insan haklarına saygı gösterme yükümlülüğü şu kapsamda düzenlenmektedir:

a) Şirketler kendi faaliyetleri yoluyla insan hakları üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktan ya da bu olumsuzluklara katkıda bulunmaktan kaçınmalı, olumsuz etkiler ortaya çıktığında müdahale etmelidirler;

b) Bu olumsuz etkiye katkıda bulunmasalar dahi, iş ilişkisi içinde oldukları şirketlerin faaliyetleri, ürünleri ya da hizmetleri ile doğrudan bağlantılı olan insan hakları ihlallerini önlemeye veya hafifletmeye çalışmalıdırlar. (9)

Bu noktada Rehber İlkeleri oluşturan John Ruggie’ye yöneltilen temel eleştirilerden biri, saygı gösterme yükümlülüğünün negatif bir ödev içerdiği, ancak Rehber İlkelerin aslında şirketlerin sadece zarar vermekten kaçınmakla sınırlı olmayan ve bunun ötesine geçen bir çerçeve çizdiğidir. Dolayısıyla Rehber İlkeler, şirketlerin sorumluluğunu sadece negatif bir ödevle sınırlamayı amaçlasa da, bunu kendi içinde tutarlı olarak yapamamıştır. Üstelik bu metin bir yumuşak hukuk (sotf law) enstrümanı olarak nitelendirilebilir. Oysa çok ciddî hak ihlallerine neden olan şirketlerin hesap vermelerinin sağlanması ancak bağlayıcı bir sözleşmeyle mümkün olabilecektir.

Halihazırda BM düzeyinde, ulus ötesi şirketlerin ve diğer ticarî işletmelerinin faaliyetleri ve insan hakları ilişkisini düzenleyen bağlayıcı bir sözleşmenin oluşturulması çalışmaları sürüyor. Bu görevi 2014 yılında İnsan Hakları Konseyi tarafından oluşturulan Hükümetlerarası Çalışma Grubu yerine getiriyor. (10) 2018 yılında oluşturulan ilk taslak üzerinde yapılan değişikliklerle birlikte gözden geçirilen yeni taslak için tüm tarafların Şubat 2020’ye kadar görüşlerini Çalışma Grubuna iletmeleri bekleniyor. Sonucu ne olur bilemeyiz ama devasa sermayeye sahip ve kimi zaman dünya siyasetine yön veren ulus ötesi ve çok uluslu şirketlerin bu sürece nasıl direneceklerini ve neyi ne kadar kabul edeceklerini görmek açısından heyecan verici bir sürece tanıklık ediyoruz.

Dipnotlar

* Bu yazı Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Bülteni’nin Mart 2020’de yayımlanan 6. sayısından alınmıştır.

** Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi.

(1) https://www.businessnewsdaily.com/4679-corporate-social-responsibility.html

(2) Moir, Lance (2001), “What Do We Mean by Corporate Social Responsibility?”, Corporate Governance, Vol. 1, Issue: 2, s. 2.

(3) Moir, a.g.e., s. 2.

(4) Clapham, Andrew (2006), Human Rights Obligations of Non-State Actors, Oxford University Press, s. 195-196.

(5) Bu konuda genel olarak bkz. Clapham, a.g.e.

(6) Burada bahsedilen süreç için bkz. David Bilchitz, Surya Deva, “The Human Rights Obligations of Business: A Critical Framework for the future”, Human Rights Obligations of Business: Beyond the Responsibility to Respect?, (ed.) Surya Deva, David Bilchitz, Cambridge, 2013, s. 4-10.

(7) Global Compact Türkiye’nin web sayfası ve 10 ilke için bkz. https://www.globalcompactturkiye.org/10-ilke/

(8) Guiding Principles on Business and Human Rights: Implementing the United Nations “Protect, Respect and Remedy” Framework. İlkeler metnine şu linkten ulaşılabilir: https://www.ohchr.org/documents/publications/guidingprinciplesbusinesshr_en.pdf

(9) Guiding Principles, No. 13.

(10) Hükümetlerarası Çalışma Grubunun kuruluşu ve oluşturulan taslak metin için şu linke bakınız: https://www.ohchr.org/EN/HRBodies/HRC/WGTransCorp/Pages/IGWGOnTNC.aspx