Mustafa Karadağ
24 Ocak 1977’de İspanya’nın diktatörü Franco yanlılarının Madrid’de 5 avukatı öldürmesi nedeniyle dünyada her 24 Ocak, İspanya’ya atfedilerek “Tehlikedeki Avukatlar Günü” olarak anılmaya başlandı. 2019 yılında 24 Ocak “Tehlikedeki Avukatlar Günü” ÇHD Genel Başkanı başta olmak üzere Dernek üyesi avukatlara yönelen hukuka aykırı soruşturmalar nedeniyle Türkiye’ye atfedildi.
Türkiye’nin çoğunluk Baroları gibi Ankara Barosu da bu 24 Ocak’ta aynı tarihe denk gelen Adalet ve Demokrasi Haftası’nın bu yılki temasına denk gelecek şekilde hukuksuzluğun sessiz protestosu eyleminde karar kıldı ve mensuplarını bu sessiz eyleme davet etti.
ÇHD ise Genel Başkanlarının ve üyelerinin haksız olarak tutukluluklarının devamını eleştiri ve 2019 yılındaki atıf nedeniyle bir basın açıklaması yapmak istedi.
Buraya kadar her şey normal, ama Ankara Barosu ve ÇHD’nin unuttuğu ya da an itibariyle akıl edemediği şey bu davet ve talep devlet katında bir “mülteci istek”ten ibaret idi. Zira, Devlet çoktan çoğulcu, özgürlükçü demokrasiden vazgeçmiş, otoriterliğe, neo liberal bile denilemeyecek bir özensizliğe yelken açmıştı.
Nitekim, Ankara polisi Baro Başkanı ve ÇHD üyeleri dahil açıklama yapmak isteyen avukatlara hiç hoşgörüyle yaklaşmadı. Hatta gerçek bir saldırgan tavır sergiledi. Ankara polisi hızını alamadı, iktidar olmanın şehvetine kapılıp iki dakika sessizlik eylemi yapmak isteyen avukatlara engel olmak istedi. Ellerindeki dövizleri almak istedi, argüman olarak da “Devletin kurallarına niye uymuyorsunuz, siz uymazsanız kim uyacak?”ı kullandı.
Oysa Devletin kuralı olan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda eylem yapmak için izne ihtiyaç yoktu, halen de yok. İlginç olan ise bir polis memurunun “müdürüm ne diyorsa kanun odur” söylemi idi, belki de murad edilen şey “devletin kuralının müdürün sözünden ibaret olduğu” idi.
Müdür olarak hitap edilen şahsın kim olduğu esasen merak edilmesi yasak mevattan olduğundan kimliği sorgulamak bize düşmez, ama “duruş”un eylem olduğu tespiti yaptığı tek doğru işti. Kabul etmek gerekir ki her duruş bir eylemdir, tıpkı devlet adına hareket eden her memurun her davranışının politik olduğu gibi.
Bu arada avukatların sessiz çığlık eylemine onlarla çok yanaşık durmaya çalışan polislerin eyleme destek vermek için böyle davrandıkları yolunda bir söylem yaygınlaştırılsa da devletin diğer güçlerine karşı mezkur polislerin bu eylem desteklerinin kamuoyu önünde konuşulmaması onların menfaatinedir, en azından işlerinden olmazlar diye düşünüyorum.
Asıl gelmek istediğim konu, “müdürün her sözünün kanun olduğu” konusu. Ben bu sözün irticalen söylenmiş bir söz olduğu kanaatinde değilim. Bu konuşma tarzının “Mahkeme kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum, talimatı verdik, kanuna değil vicdanına bak, polisimiz kahramanlık destanı yazdı” gibi söylevlerin sonucu olduğunu düşünüyorum.
Sonuçta, Emniyet Müdürü olduğu söylenen muhteremin dediği oldu iki dakikalık sessiz çığlık eyleminin gerçekleşmemesi için yarım saat karşılıklı “durma”nın sonucunda avukatlar müdür beyin telefonla konuştuğu iki dakikalık sürenin içinde eylemlerini gerçekleştirip dağıldı. Böylece devletin kuralları vaziyete hakim olmuş oldu.
An itibariyle Ankara Valisinin önünde iki seçenek var.
Birincisi ben barışçıl basın açıklamaları ve eylemler için bir yasaklama getirmedim, Emniyet haddini aşmış, beni zor duruma düşürmüş, ben her zaman çoğulcu demokrasiden yanayım demek.
İkincisi ise benim bu tür ayrıntılara, lüzumsuz işlere kafa yormam gerekmez, polisim benim yerime düşünür ve istemediği eylemler için yasaklama getirir ve gereğini yapar, her yaptıklarının arkasındayım demek. Ben burada Ankara Valisinin irade belirleme gücünü tartışmıyorum. Kuşkusuz, bir Başkent Valisi olarak karar verme gücüne sahiptir.
Sonuç olarak tartışmamız gereken Ankara Barosu gibi Türkiye’nin ikinci büyük Barosunun barışçıl eylem çağrısının yasaklanması (tabi ki varsa, zira Emniyet Müdürü ben bunu açıklamak zorunda değilim diyor) ne kadar demokratiktir. Ankara Valiliği hukuktan, Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden, Anayasadan, yasadan, yüksek mahkeme kararlarından ari midir? Hak ve özgürlük kavramlarından arındırılmış bir kurum mudur?
Ankara Adalet Komisyonu Başkanı ve Cumhuriyet Başsavcısı başta olmak üzere, tüm Ankara yargıç ve savcılarının, avukat meslektaşlarına yönelik şiddet içeren davranışlara karşı onlara destek verip yargının eşit ve asıl güçlerinden biri olan savunmaya sahip çıkmaları gerekmez miydi? Kendisi de bir avukat olan Adalet Bakanının polisin yukarıda anlattığımız hadsiz ve saldırgan tutumuna dur demesi gerekmez miydi?
Nerede insan hak ve özgürlüklerine saygılı siyası iktidar? Otokrasi mi demokrasi mi? Karar vermek aslında çok kolay.