Sinan Ok
Mülteci Olmak Kanatsız Kuş Olmaktır.
Ünlü Ermeni Sanatçı Aram Tigran’ın, Kürtçe söylediği Penaber (Mülteci) şarkısında geçen sözler; Suriye “iç” savaşının başladığı 2011 yılından bu yana yaşanan insanlık ve mülteci krizini özetlemektedir. Aslı Kürtçe olan şarkının Türkçe çevirisi şu şekilde yapılabilir:
“İşte bir kervan daha yola çıktı. / Aynı göçebeler gibi, felaket! / Bu kervanların yolu bahtı karadır. / Dertli, kederli, birbirini takip ederler ilerlerler. / Mülteciyim, Göçebeyim. / Kapıdan kapıya göç edenler gibi / Ülke ülke gezerim. / Kanatsız kuşlar gibi. / Eyvah ki mülteciyim, Eyvah bana! / Eyvah kanatsız kuşlar gibiyim. / Bu kervan dert ve keder kervanıdır / Mal ve mülkünü bırakmışlardan… / Kapıdan kapıya göç edenler gibi / Ruhlarını, canlarını, tüm varlıklarını verdiler. / Mülteciyim, Göçebeyim. / Kapıdan kapıya göç edenler gibi / Ülke ülke gezerim. / Kanatsız kuşlar gibi. / Eyvah ki mülteciyim, Eyvah bana / Eyvah kanatsız kuşlar gibiyim. / Kervan mülteci kervanıdır. / Aydınlık onlara karanlık olmuştur. / Bilmiyorum hiç gülüyorlar mı yoksa ağlıyorlar mı? / Bilmiyorum onlar ölüler mi sağ mı?
Mültecilik durumunu anlatmak için Aram Tigran’ın öyküsü ibretliktir. Ailesi tehcirden sağ kurtulabilen Tigran’ın vasiyetine rağmen Türkiye’ye cenazesi kabul edilmemiştir. Mültecilerde kuşakları aşan sürgün durumunun en somut örneklerinden biri olan sevgili Tigran’ın tamburundan çıkan ezgilerin hüznü, mültecileştirilmiş halkların hikayesidir aslında.
Bu uzun girişi son bir hafta içerisinde koronavirüs, deprem ve savaş sonucunda yaşanan kitlesel ölümleri aşarak gündeme taşınan “mülteci” meselesinin istihdam boyutuna değinmek için yaptım.
İdlib’te 26 Şubat 2020’de yapılan saldırılar sonrasında ortaya krizin, yeni bir boyut kazandırdığı “Mülteci Sorunu” hem Türkiye’nin hem de AB’nin gündemindedir. Dünya basınında ilgisini çeken bu kriz üzerine; Türkiye’ye gidip gelen heyetleri takip etmek güçleşmekte ve AB düzeyinde “üst düzey toplantı” sıklığı artmaktadır.
Susan Sontaq’ın somut olarak ifade ettiği “İç deşen, bağırsak boşaltan, teni yakıp kavuran, organları bedenden koparan ve yıkıp yok eden” savaş gerçeğinden kaçan milyonlarca insanın “daha iyi topraklara doğru olan umut yürüyüşü” binlerce kayıp insan öyküleri ile sonuçlanmaktadır.
Bu kayıplar karşısında BM, AB başta uluslararası kurumların “Endişeliyiz” açıklamaları ve raporları, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi oluşumların sessizliği dünya halklarına bir şey anlatmamaktadır.
Mülteciler üzerinden yabancı düşmanlığı körükleniyor
Mülteci krizinin önemli bir boyutu da “yabancı düşmanlığı” sorunu açığa çıkarmış olmasıdır. Türkiye dahil birçok ülkede uzunca bir süredir “Mültecileri, ülkede yaşanan sosyal ve ekonomik tüm krizlerin ana nedeni olarak” gören yaklaşım ve söylemler kitlesel karşılık bulabilmektedir.
Avrupa genelinde aşırı sağın görece önlenemeyen yükselişi, yaşanan mülteci krizine dayandırılmaktadır. Irkçılık ile yoğrulmuş yeni tür milliyetçiliklerin kitleselleşme eğilimi, “AB projesinin sallantıda olması”, artan işsizlik oranları ve reel yoksullaşma gibi birçok başlığın “mültecilere yaslanılarak” açıklanmaya çalışılması mültecilere yönelik nefreti ve uygulanan güvenlikçi politikaları arttırmaktadır.
“Mülteci, Düzensiz Göçmen, Sığınmacı, Geçici Koruma Altına Alınanlar” gibi kelimelerle ifade edilen ve gerçekte farklı hukuki durumlara tekabül eden, milyonlarca insanın en temel haklarını içeren bu kriz önümüzdeki dönemlerde daha da derinleşecektir.
Devam eden savaşlar ve iç savaşlar, bölgeler ve ülkeler arası ekonomik gelişmişlik farkları ve gelir bölüşümündeki adaletsizlik, gittikçe derinleşen ekolojik kriz, salgın hastalık ve diğer kitlesel felaketler milyonlarca insanı yaşadıkları yerlerden etmektedir.
Türkiye’nin Ermeni Tehciri ile başlayan, 90’larda Köy boşaltmaları devam eden “zorla göçertme” hikayeleri 2016’daki “kent yıkımları” sürecinde yarım milyon insanın yerinden edilmesiyle bu alandaki “hafızayı” zaten diri tutmaktadır. Sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok yerinde şiddet ve adaletsizlik kitleleri “kanatsız kuşların yolculuğuna” sürüklemektedir.
İdlib sonrası Türkiye’de düzensiz göçmenler de artacak
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün verilerinin gösterildiği aşağıdaki tabloda yıllara göre “Düzensiz Göçmen” sayıları durumun vahametini de açığa çıkarmaktadır. 2019 yılı içerisinde Türkiye’de “yakalanan” Afganistan uyruklu göçmen sayısı 201 bini aşmıştır.
Bir “geçiş” ülkesi olan Türkiye’nin “yakaladığı” insanların milyonlarla ifade edilen sayılarının ötesinde “kaynak ülkelerin” krizlerinin devam edegelmesi mülteci veya göçmen akınının devam edeceğini göstermektedir.
İdlib vakasından sonra resmi olarak açıklanan “sınırları açıyoruz” çağrısı, sadece Türkiye sınırları içerisindeki “mülteciler” için değil Afganistan’dan Sudan’a büyük bir coğrafyaya yönelik bir çağrıyı da içermektedir. Yani AKP iktidarının “ensar olmaktan çıkış” olarak ifade edilebilecek politikası, Türkiye’nin de mülteci sorununu azaltmayacaktır. AKP’nin istikrarsız, plansız, günlük siyasetinin var olan sorunları çözmek derinleştirdiği, yeni sorunlar açığa çıkardığı bir kere daha görülmüştür.
Suriyelilerin ‘Geçiciliği’ kalıcılaştı artık
Resmi verilerle Türkiye’nin 81 ilinde Suriyeliler yaşamaktadır. Adana, Kilis, Hatay, Maraş ve Osmaniye’de bulunan 8 adet “Geçici Barınma Merkezinde” sadece 64 bin Suriyeli yaşamakta geriye kalan 3 milyon 523 bin Suriyeli kendi imkanları ile temin edebildikleri yerlerde barınmaya çalışmaktadır.
Düzensiz göçmenler dışında “Geçici Koruma kapsamındaki” grupta olan Suriyeli sayısı yukarıda gösterilmiştir. İdlib krizinin bu kapsamdaki sayıyı daha da arttırdığı görülmektedir.
100 bin kişiden fazla Suriyeli’nin yaşadığı 10 Türkiye ili mevcut olup bu sayı İstanbul’da resmi olarak 492 bin kişiyi aşmıştır. Bu kapsamda toplamda 3,6 Milyon Suriyeli’nin 1,6 Milyonu yani yüzde 46’sı 18 yaş altı çocuklardan, yaklaşık 80 bin kişisi ise 65 yaş üzeri yaşlılardan oluşmaktadır. 3,6 Milyonun yine yüzde 46’sı kadındır. Milyonlarla ifade edilen bu verilere rağmen 2014-2019 yılları arasında “sadece 16 bin” Suriyeli resmi olarak üçüncü bir ülkeye yerleştirilmiştir.
‘Suriyerli’ nüfus da gittikçe artacaktır
Türkiye’de doğan, büyüyen ve kendi topluluklarını, işlerini, işletmelerini kuran Suriyeli sayısı her geçen gün artmaktadır. Ayrıca evlilik, akrabalık, ortaklık, hemşerilik gibi sosyolojik bağlar ile “Suriyerli” nüfus oranı da gittikçe artacaktır. Bu bağlamda milyonlarca insanın yeniden yerinden edilmesi kuşaklararası bir tehcir yükünün taşınması riskini de barındırmaktadır. Türkiye’nin bu aşamadan sonra milyonlarca insanı geri göndermesi mümkün olmayacaktır.
Planlanması gereken durum; milyonlarla ifade edilen bu insanların asimile edilmeden sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal entegrasyonudur. Bu öneri sadece Türkiye için değil çok kültürlü dünyanın şafağında olan tüm ülkeler için acil olarak ele alınmalıdır.
Genel olarak düzensiz göçmen, göçmen veya mülteci olarak ifade edilen milyonların uğradığı hak ihlalleri ve ayrımcılık çok boyutlu olup birçok yönden maalesef raporlanamamaktadır. Bir sonraki yazıda mülteci emeği sömürüsünün boyutlarını, bu sömürünün gittikçe nasıl küreselleştiğini ve sistematik hale geldiğini içeren bir çalışmayı siz değerli yeni1mecra okurlarına sunmaya çalışacağız.