NAKKAŞ

Hacer Buyruk

Pinhan sundu kendini bakır levhaya, ses yükseldi (hani anımsarız bir yerden, içimiz bir tuhaf olur bakırcı çarşılarında), doldu boşaldı Sahra; kâh kumdan kaleler kurdu, kâh duman oldu kendini içten kuşattı; döktü Güneş’e batırılmış okka nişanlı sahaya, Ay’daki nakşını, savat Dünya kuruldu; Gizli Özne, fiille ayan oldu.  

MABETLER VE MEYHANELER

Zamanın akışında kendini sezmek için, bir mekânda durmak gerekir. Ve fakat gitmez ne ona ne ona kimi fakir ve fakat ve fakat onikibin yıl evvelden, sütunları üstünde masallar yazılı mabet, silkinir toprağını, ona gelir; kandildir, kapanır meyhane kapıları; fakir kemale ersin, iman nedir bilsin için, tarafından meyhanecinin, kandilde meyhaneye buyur edilir.

BULMAK BULUŞMAK

Ay ışığı altında bulacaktık birbirimizi, o mu erken geldiydi, ben mi geç kaldıydım, uyuyakalmış buldum bağdaşımı. Uyandıramadım çünkü, bir seslendim, dahasına kıyamadım, o gelmedi, dönmedi bedenine, ben gittim rüyâlara, istedim ki alıp geleyim onu, sevmelerle doyamayacağım Ay ışığının altına; fakat bulamadım onu rüyalar âleminde, sesleniyordu, ‘seni duydum seni duydum, rüyândı konuştuğun, uyansana’.