Beril Azizoğlu
Bir asırdan fazla zamandır eğlence sektörünün hâkim gücü sinema birçok varoluşsal kriz yaşamasına rağmen alternatif yollar açıp ayakta kalmayı başardı. İlk tehdit televizyondan gelmişti, ardından video kasetler, DVD, Blu-ray teknolojileriyle sarsıldıysa da en büyük darbeyi internet çağında Netflix, Amazon, Hulu gibi çevrimiçi yayın yapan platformlardan aldı.
Sinema bu tehditlere karşı savunmasını kendini iki farklı şekilde tanımlayarak yaptı. Kimi zaman televizyon benzeri banal mecralarda karşımıza çıkamayacak derecede yüksek bir sanat olduğuna vurgu yaptı, kimi zamansa bunun tam tersi, gişe rekoru kıran kaçış kültürü ürünü işlerin merkezi olduğunun altını çizdi.
İlkine ait işleri ancak festivallerde ya da kendini bu filmleri göstermeye adamış küçük ama sadık kitle tarafından takip edilen sinema salonlarında, ikincisine ait işleri ise özel koltukları, 3D ve IMAX teknolojileri, yemekli fuaye alanları ile gösterdikleri filmlerin kalitesinden çok sosyalleşme alanı olarak öne çıkan mekanlarda görebiliyorduk. İki örnekte de sinema, eski ihtişamından uzak olsa da, insanın sosyal bir varlık olması sayesinde ayakta kalabiliyordu fakat insanlığı en hassas olduğu noktadan yakalayan, bizleri çalışmadığımız yerden vuran küresel salgın herkesi eve kapattığında festivaller iptalleri, sinema salonları da kapılarını kapattıklarını açıklamak zorunda kaldılar. Bazı salonlar için bu kapılar bir daha açılmamak üzere kapandılar.
1870 yılındaki büyük yangından sonra Agop Köçeyan tarafından kışlık ev olarak inşa edilen Atlas Pasajı 1932 yılında geçirdiği restorasyonun ardından eğlence ve sanat merkezi haline getirilmiş, 1948 yılında ise 1860 kişilik kapasitesiyle şehrin en büyük sinema salonlarından biri olacak Atlas Sineması açılmıştı.
Bulunduğu arsanın tarihi on dokuzuncu yüzyıla dayanan bir diğer salon, Kadıköy’ün sembol mekânı Rexx ise 1961 yılında inşa edilmiş. Daha önce yerinde Afife Jale’nin ilk defa sahneye çıktığı Apollon Tiyatrosu yükselmekteymiş.
Bu iki ikonik mekân korona salgınının hızla yayılmaya başladığı mart ayında bir daha gösterim yapmayacaklarını belirttiler. İki sinema salonunun da son yıllardaki programlarını incelersek, İstanbul Film Festivali filmleri gibi nitelikli içerik dışında genel olarak popüler filmlere yöneldiklerini görüyoruz. İzleyiciler bu tarz ana akım içerikleri daha pahalı olsa da daha konforlu salonlarda izlemeyi tercih etmiş olabilirler. Bu durumda bu iki sinemanın içinde bulunduğu diğer finansal zorluklar da düşünülürse salgın sadece kaçınılmaz olanı hızlandırdı demek mümkün.
Buna karşılık tam da bu iki ilçede kapanan salonların antitezi niteliğinde iki örnek sinema var. Kadıköy’de küllerinden yeniden doğan, izleyicilerine bağımsız filmler, festivaller, konserler ve sergilerle zengin bir içerik çalışması sunan Kadıköy Sineması ve Beyoğlu’nda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıp benzer çizgide bir içerik geliştirerek hayata dönen Beyoğlu Sineması. Bu salonlar da elbette salgın nedeniyle programlarına ara vermek zorunda kaldılar ancak yaratıcı çözümler ve kaliteli içerik ile korona sonrası dönemde ayakta kalabilme umudunu kaybetmiyorlar.
Önceki krizlerden farklı biçimde bu sefer sinema sektörünün derdi sadece yapılan işleri izleyiciye hangi mecralardan ve formatlardan ulaştıracağıyla ilgili değil. Sinema çarkının tüm dişlileri salgının getirdiği zorluklarla boğuşurken ABD, Kanada, Çin gibi sektörün önde gelen ülkeleri başta olmak üzere dünya genelinde beş milyar dolarlık düşüş bekleniyor.
Kapanan salonların yanı sıra yılın ilk yarısında planlanan film festivallerinin akıbeti de belirsizliğini koruyor. Son James Bond filmi “No Time to Die” ve diğer iddialı yapımların gösterim tarihleri ertelendi. Disney’in büyük animasyon hiti Frozen’ın devam filmi ise haziran yerine mart ortasında dijital platformlarda yayınlandı.
Prodüksiyon süreçleri de daha önce sinema endüstrisinde görülmemiş şekilde salgından etkilendi. Sony Pictures bir çalışanında virüs olduğu şüphesi üzerine Londra ve Paris ofislerini kapattı. Virüsün yaygın şekilde görüldüğü ülkelerin çoğunda film ve dizi çekimleri durduruldu. Ünlü yönetmen Wong Kar-wai Şangay’da çektiği “Blossoms” isimli son filmi yarım bırakmak durumunda kaldı. Venedik’te çekilen “Mission: Impossible 7” filminin ekibi seti olduğu gibi terk etti.
Konunun üretim tarafında böylesi zorluklar baş göstermişken, tüketim tarafında beklendiği üzere televizyon izlenme oranlarıyla çevrimiçi sitelere üyeliklerde ciddi artış yaşandı. Tüketimin artışı yeni içerik talebini harlarken içerik üretme sorununun dijital platform abonelerini ne yönde etkileyeceği şimdilik meçhul.
Televizyon kanallarının stok dizi bölümleri tükeniyor ve ne zaman çekimlere başlayabileceklerini bilmiyorlar. Bu durumdan yine en karlı çıkan Netflix, Amazon, Hulu, Apple gibi şirketler oldu, programlarına klasiklerin yanında festival filmleriyle daha önce ilgi göstermedikleri alternatif içerikleri ekleyerek seyirci profillerini genişletiyorlar.
Sektör yeni prodüksiyonlara ne zaman başlanacağının muamma olduğu bir dönemden geçiyor. Belki de eski ve kaliteli işlere daha çok zaman ayırarak güncel olanın sürüklediği tüketim çılgınlığından sıyrılmak bu durumla ilgili nadir artılardan biri olabilir.