Siste

Hacer Buyruk

(Aşkımı kaybettim, kumarımı da; İsa’mı kaybettim, Musa’mı da; Mecnun’umu kaybettim, Mevla’mı da; tacımı kaybettim, asamı da; göğümü kaybettim, denizimi de; pusulamı kaybettim, yıldızımı da; aklımı kaybettim, gözümü de; sevincimi kaybettim, hüznümü de; kitabımı kaybettim, defterimi de; imanımı kaybettim, küfrümü de; gündüzümü kaybettim, gecemi de; zamanı kaybettim, mekânımı da)

./.

(Kendimi kaybettim, sen neredesin?)

SİSTE

Yol onun içinden geçiyor, meçhulden doğup, meçhule. Uykudan henüz uyanıyor gibi beden giymeyi deneyişim, şaşkın, çaresiz ve sanki buralı değilim, hatta belki, buralı değilim, hayret. Üstümde ne derim var, ne içimde iskelet. Ben ben olmalıyım, ben olmaya da, gölgesi düşmüyor suretimin, parmak izi yok ellerimin.

Sığar mı ki o bir başka yere, siste, gökteki umman bile bir başka yerde oluyor, olabiliyor hayret.

Ve bu uzun gecede olduğu gibi, daha kaç gecedir Ay, bir başka yerde.

Kederle örülse de, sevdim bu nesneleri içinden kuşatan, kendinden kendine doğru taşan aşkın örtüyü. Sanki bize bırakacak iyi şeyleri, sevinçli günlerin anısını ve alacak içimizden, unutmak mümkün değil gibi olanı, belki çıkarmak istiyor onu oradan, bunun için sarsıyor olmalı kalbimize saplamış üzüntüyü. Ve götürecek bizi -mutlaka öyle bir yerde olmalı- Ay’ı fener yapmak için götürdüğü şölene.

Zaman mı ki o, örtmüş, sezdirerek duvağın arkasındakinin yüzünü. Çam dalları, bu kaçıncıdır söz ediyorum onlardan, ne bir kanat görüyorum, ne küçücük başlarını ama tutabilirim uzansam, bana görünür kıldığı kuş uçuşlarını. O halde ben miyim, duvağın ardındaki? Daha kendi yüzünü aynasız gören olmadı, kim bilebilir ki kendine dair birçok şeyi.

Göz görmez zamanda ileriyi ama akletmeli şunu: bumerang mutlaka tamamlar seferini. Senden olan sana, benden olan bana, döner gerisin geri. Öyle olmaya elverişli bütün sözler, yumruğunu sıkıp ettiğin yemin kadar sert de olsa, çözülür düğümü geri döner; öyle olmaya elverişli bütün nesneler, yazıcısınındır mektup, başkasına yazılmış da olsa.

Şehirlerden, fikirlerden daha çok düşünmüşümdür insanların hikâyeleri ve yüzlerini. Bir mi bütün mü ki onlar, insanlar, gözyaşı döktüğünde veya gülümsediğinde, aynı güzellikte oluyorlar, hayret. Bende unuttun onu sis, o hani ‘en değerliyi’, kendine al gözlerimdeki dikenli buğuyu; ver onlara çiy olsun, adlarını çoğaltsın ki çok sevdim ben, çalı çiçeklerini.

(Kaybettim dediğim ne varsa, üstelik bir de vazgeçebilirim hepsinden, böylesi bir cesaretle biliyorum ‘yılların bildiği’ni.)