Terörist ilan edilmenin gururuyla…

Ulaş Kızılsu

Teröristmişim.

Ben de bilmiyordum, yeni öğrendim.

İki gün önce İzmir Emniyet Müdürlüğü “Biz İzmir’iz” Projesi kapsamında verdiği seminerlerde hayvan, insan, çevre konularına duyarlı kişilerin terörist olmaya yatkın olduğunu ilan etti.

Hayvan hakları savunucuları bu söze oldukça içerlediler. Ben onur duydum! Bu sözü sarf edenlere, yaptıklarına ve terörize ettiklerine bakılırsa başımız dik, alnımız ak, onurla taşıyabiliriz bu “terörist” yaftasını, tıpkı Gezi’nin çapulcuları gibi, tıpkı “vatan haini” Nazım gibi.

Alelade sarf edilen bir söz müdür bu, yoksa felsefi temelleri var mıdır? Bu soruyu cevaplamak için isterseniz gelin bu yaklaşımın kökenlerine bir göz atalım.

“Yalnızca ama yalnızca üç tane temel dünya görüşü vardır.” der Henri Lefebvre.

Bunlardan birincisi, Katolik din bilginleri tarafından formüle edilmiş olan “Hristiyan dünya görüşü”dür. En basit anlatımıyla bu dünya görüşü varlıkların, toplumsal ögelerin değişmez bir hiyerarşi içinde olduğunu olumlar. Kendi konumuza uygun bir örnek vermem gerekirse, hayvanların insanlar için yaratıldığı inancı bu görüşün bir uzantısıdır. Bakış açımızı biraz daha genişletirsek geçmişteki kölelik sistemi, bugün zenginlerinin yoksulları sömürmesi yani sınıflar arasındaki hiyerarşi bu görüşe göre değişmez kabul edilir. Günümüzde de hâlâ geçerli olan bu dünya görüşü bir Orta Çağ dünya görüşüdür.

İkincisi, 16. yüzyılda Montaigne ile birlikte ortaya çıkan bireyci dünya görüşüdür. Buna göre, bireysel çıkar ile toplumsal çıkar, haklar ile ödevler, doğa ile insan arasında bir uyumluluk vardır. Bu görüş tarihsel olarak liberalizme denk düşer, burjuva dünya görüşüdür. Bunun ekonomideki izdüşümüne bakacak olursak herhâlde ilk akla gelen Adam Smith’in “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şeklindeki söylemi olacaktır. Buna göre, tam rekabet koşullarında kişiler (ve firmalar) kendi çıkarlarını maksimize ederken aynı zamanda toplumun da çıkarına hizmet eder.

Son olarak Marksist dünya görüşü gelir. Marksizm toplum öğelerinin bitmiş, değişmek bilmez ve değiştirilemez bir altlık-üstlük ilişkisi içinde bulunmalarını yani varlıklar arasındaki hiyerarşiyi kararlılıkla reddettiği gibi, kendiliğinden uyum varsayımını da kabul etmez. Birey ile toplum arasında, doğa ile insan arasında var olan çelişkileri saptar ve çözümlenecek problemi, engelleri, mücadeleyi, eylemi ve dolayısıyla zafer ve ilerleme olanağını ortaya koyar. Kesin karamsarlığın ve kolaycı iyimserliğin dışında, son derece gerçekçi ve canlıdır.

İçinde yaşadığımız kapitalist sisteme bir bakın, çok basitçe dünyada olan biteni şöyle bir gözden geçirin. Savaşlar, doğal afetler sonucu yaşanan can kayıpları, piyasalaşmış sağlık sistemindeki sorunlar, doğanın talanı, kadının metalaştırılması, emek sömürüsü, hayvan hakları ihlalleri… Bu sorunların hepsinin temelinde bir avuç burjuvanın kâr hırsının yattığını, asıl sorunun sömürüye dayalı çürük bir sistemden, kapitalizmden kaynaklandığını görürsünüz. Kapitalist ülkelerde devletin patron sınıfıyla nasıl bir iş birliği içerisinde olduğunu görüyorsanız ve bu durum sizde bir öfke yaratıyorsa, “Bu böyle gitmez, değişmeli, değiştirmeliyiz.” diyorsanız, burjuva devlet tarafından tehdit olarak algılanmaya ve dolayısıyla terörize edilmeye de adaysınız demektir.

Neden hayvanlara karşı duyarlılığı olan insanları tehdit olarak algılar burjuva devlet?

Sevginin de bir diyalektiği vardır, öfkeyi doğurur. Önce hayvanı severseniz, sonra onunla empati kurarsınız ve Katolik görüşün dayattığı hiyerarşiyi, insan merkezli doğa anlayışını, insanı doğanın ve hayvanların efendisi olarak konumlandıran görüşü reddedersiniz, tıpkı Marksist dünya görüşündeki gibi. Öfkelenirsiniz, değiştirmek istersiniz ve Katolik dünya görüşünün durağan kabullenişinin karşısına değişim talebiyle çıkarsanız. Sokaktaki hayvanları beslemekle çıktığınız yolculuğun niteliği değişmeye başlar artık.

Neden bu kadar çok sokak hayvanı var diye sorduğunuzda, “pet shop” denen kirli ticarethanelerin bu sorunun temelinde yattığını görürsünüz. Bu sefer yasa değişikliği talebiyle çıkarsınız burjuva devletin karşısına, artık bir hayvanseverden hayvan hakları savunucusuna evrilmişsinizdir, hak talep ederken hukuk sistemini değiştirmeye çalışırsınız çünkü. Yine de sistem içinde bir çözüm arayışıdır bu, yetersizdir.

Yıllarca mücadele edersiniz, “Kanun çıkaracağız, pet shopları kapatacağız.” derler, sonra bir bakmışsınız, tıpkı birkaç gün önce olduğu gibi, Bakanlık yeni bir düzenlemeyle pet shop açma koşullarını kolaylaştırmış, daha az belgeyle ruhsat almanın önünü açmış, bununla da yetinmemiş, yaban hayvanı satışına bile kolaylık sağlamış. Görürsünüz ki kâr odakları her zaman STK’lardan daha etkili, burjuva devlet, burjuvayı korur ve STK mücadelesiyle bu kâr odaklarıyla (avcılık, yunus parkları, deney hayvanları, atçılık lobileriyle) baş etmeniz mümkün değil.

Liberalizmin pençesindeki çevre hareketlerinin âcizliğini görürsünüz sonra. Tüm sorumluluğu bireye yükleyen, elektriği, suyu tasarruflu kullanması için bireye öğütlerde bulunup asıl doğa katliamlarını yapan dev şirketlerin nemalandığı kapitalist sistemi değiştirme iddiası olmayan liberal çevre akımları…

Sonra başka bağlantıları fark edersiniz bu hiyerarşik ast-üst ilişkisini reddetmeye başlayınca. İnsanın hayvanı sömürdüğü bu sistemde insan insanı sömürmüyor mu sanki? Emekçiler gittikçe yoksullaşırken, onların ürettiğine arsızca el koyan bir avuç burjuvanın gittikçe zenginleştiğini farkedersiniz.

Zenginliğine zenginlik katmak isteyen doymak bilmez burjuvazinin çıkarları uğruna çocukların üzerine bombalar yağdırmaktan bile imtina etmediğini, her çıkan savaşta müteahhitlerin ağzından salyalar akıtarak ellerini ovuşturduğunu, silah tröstlerinin borsada yaptığı kutlamaları görürsünüz masum çocuklar ölürken.

Bir kölelik, barbarlık düzenidir bu.

Reddedersiniz!

İtiraz ettiğiniz anda da terörist ilan edilirsiniz, çünkü sistem kendine tehdit gördüğü herkesi terörist ilan eder. Vicdan sahibi insandan korkar burjuvazi, çünkü o vicdandır bize haksızlığa, sömürüye başkaldırma gücü veren.

Hayvansever terörist arkadaşım, şimdi beni iyi dinle. Sakın üzülme, içerleme sana “terörist” dendiği için. Bilakis, bu katliamların müsebbibi kapitalist sistemin bekçileri sana “terörist” diyorsa gurur duy kendinle; doğru yoldasın demektir; başın dik, alnın ak, doğru bildiğin yolda yürümeye devam et ve şunu aklından çıkarma:

Eşcinseli, kadını, erkeği, Türk’ü, Kürt’ü, Alevisi, Sünnisi, insanı, hayvanı, ağacı, hiçbir kimlik, hiçbir canlı için bu kâr odaklı sistem içinde münferit bir kurtuluş yok. Ne zaman ki işçi sınıfı burjuvaziyi alaşağı edecek, ne zaman ki bir avuç açgözlü züppenin cebini doldurmak için değil de toplumun refahı için üretmeye başlayacağız, ne zaman ki sınıflar ortadan kalkacak ve insan insana kölelikten kurtulacak, işte o zaman doğanın efendisi olma iddiamızdan vazgeçip bir parçası olabileceğiz. İşte o zaman ırkı, cinsiyeti, türü ne olursa olsun tüm canlılar özgürleşecek.

Şimdi birileri 1848 Şubatından alaycı bir gülüşle bakıyor bizi terörist ilan edenlere -değişmez sandıkları değişmek üzere- ve değişim iradesini ortaya koyacak vicdanlı ve onurlu insanlara birleşmelerini söylüyorlar yıllar öncesinden bugüne ulaşan o gür sesleriyle.

Burjuvazinin bekçileri korkuyor, aramızda bir hayalet dolaşıyor…