Hacer Buyruk
Düşlerin, zamandan ve mekândan münezzeh dünyasında, yatıyordum suyun yüzünde. Belimden, suyun derinine, ışığı görmüş gül dalı gibi dosdoğru inen bir bağ vardı.
Dilimden, ruhun derinine doğru, ışığı görmüş gül dalı gibi dosdoğru yükselen bir lisan vardı.
Öylece yattığım yerden, işte bu armağan dilin ürpertisi ile duyduğum titremeden, halkalar doğdu suya sevgili bedenimden.
Bir balık değilse de balıklar âleminde yaşayan yumuşakça, mürekkepbalıkları hoşlandı bundan, etrafımı sarıp, korkudan değil de bu defa sevinçten, akıttılar mavi sıvılarını, lisanlarından lisanıma.
Dolandı mürekkep belimdeki kordona, dönüştüm ben de, burçlarla, dönencelerle nakışlı gök ile mektuplaşan mavi bir nilüfere.
Ve işte böylece, anlatmaya başladık, kordonumun âleminde yaşayanlar bana, ben, dudaklarımı okuyan yıldızlara.
Dediler ki onlar bana: öp ve üfle, etteki kesiği, kemikteki sızıyı, uhulet ve suhuletle.
Dedim ki ben yıldızlara: öpeceğim ve üfleyeceğim, etteki kesiği, kemikteki sızıyı, uhulet ve suhuletle.