Adnan Genç
Çocuklarımıza bir zamanlar sahip olduğumuz ve belki de halen sahip olduğumuz gibi verimli topraklar, sağlıklı bitkiler, hayvanlar bırakabilecek miyiz? Yaptığımız tarımla ürettiğimiz ürünler insan sağlığına ne derece uygun? Toprağa kentleşme, sanayileşme, tarım ilaçları ve hormonlar yoluyla geçen zararlı maddelerin yeni hastalıklara sebep olması, bağışıklık kazanmış yeni zararlıların ortaya çıkması, kullanılan ilaçların zararlıların yanında yararlıları da öldürmesi, doğal dengenin bozulmasına neden oluyor. Pestisid adı verilen zararlı maddeler sadece toprağın yapısını bozmakla kalmıyor.
Yukarıdaki genel bağlamın ışığında; acaba, gıda toplulukları nedir; işlevsel karşılıkları var mıdır; organik üretim yapan çiftlikler ne kadar sahici ve denetlenebilir koşullarda? Organik, doğal ayrımı nedir? Türkiye bir tarım ülkesiyken, Avrupa’nın en erken çöl olacak ülkesine haline nasıl geldi
Sorularımızı, Çiftçi Sen kurucu başkanı ve tarım yazarı Abdullah Aysu’ya sorduk. Yanıtları genel bir metin içinde verdi:
“Tohumun üretimde kullanılmaya başlanmasıyla tarım, tarımsal üretim ile de medeniyete geçildiği herkesin malumu. Kabul edelim ki tohumun üretimde kullanılması ile bitkisel üretime geçiş, doğal döngüsünde işleyen ekolojiye bir müdahaleydi.
Ancak başlangıçta insanlar tarımsal üretim yaparken şimdi olduğu gibi doğayı tahrip etmediler. Önce doğayı izlediler, gözlemlediler. Doğanın üretim döngüsünden öğrendiklerini taklit ettiler. Üretimi bu şekilde gerçekleştirdiler. Tohumu tarımsal üretimde ilk kullanan kadın olsa gerek.
Daha sonraları en olabilenlerinden başlayarak hayvanları evcilleştirmeye başladılar. Hayvanları evcilleştirerek onları sosyalleştirdiler. Hayvanlar sosyalleştikçe koruma reflekslerini yitirdi. Bunun üzerine insanlar evcilleştirdikleri hayvanları korumaya aldılar. Geçmişte onları avlamak için kullandıkları aletleri, evcilleştirdikleri hayvanlarını koruma amaçlı kullanmaya başladılar. Hayvanları içeri kapatmadılar, doğadan koparmadılar. Meralarda, otlaklarda bakıp beslediler, öyle yetiştirildiler. Bu durum uzun yüzyıllar böyle sürdü.
Tarıma müdahalelerin tarihi…
Daha sonra 1900’lerin ikinci yarısına gelindiğinde tarıma dışarıdan müdahaleler yoğunlaştı. Doğayla bağını koparacak hamleler art arda yapılmaya başlandı.
İlk evvela tarımın başlangıcı olan tohum (çiftçi tohumu), çiftçilerden koparıldı.
Şöyle; şirketler tohumu önce hibritleştirdi, tek kullanımlık hale dönüştürdü. Kontrollerine aldılar. Daha az tür ile üretim yapıldığı için biyoçeşitlilik azaldı. Böylece şirketler çiftçileri önce tohum sonra tarım sürecinin tamamında kendilerine bağımlı kıldı.
Kısır döngü
Şirket tohumlarıyla yetiştirilen bitkiler gübresiz yüksek verim vermedi. Bu nedenle sentetik-kimyasal gübre kullanılmaya başlandı. Esas bitki beslensin diye toprağa saçılan gübreler, toprakta var olan diğer tohumları da besledi. Yetiştirilen ana bitkinin dışındaki yabancı bitkilere “yabani ot” denildi. Yabani otlar, ana bitkinin gıdasına ortak olmasın diye onları öldürmek için ilaç olarak adlandırılan, aslı zehir olan kimyasallar kullanıldı. Bu çok verimli denilen tohumlardan yetişen bitkiler dış koşullara karşı dayanıksız olduklarından kolayca hastalandılar. Böceklere karşı direnemediler, haşerelerin istilasına uğradılar. Bu kez bitki hastalıkları ile böceklere yok etmek için zehir kullanmak gerekti. Kullanılan zehirler faydalı zararlı ayırımı yapmadığı için yararlı böcekleri de öldürdü. Her atılan zehir ile ekolojik denge biraz daha bozulmaktadır. Tarım böylesi bir kısır döngüye mahkûm edildi.
Şirket tarımı ekolojiyi tahrip etti
Saçılan sentetik gübre ve zehirler tarım topraklarının vasfını bozdu. Toprağı, toprak olmaktan çıkardı. Gübre ve zehirler aynı zamanda yeraltı ve yerüstü sularına karışarak toprağı ve suyu da kullanılamaz hale getirdi. Zarar bununla da kalmadı. Toprağa saçılan sentetik gübreler ve bitkilere atılan zehirler, ürünlerin üzerinde kalıntı oluşturdu. İnsan sağlığı risk altına girdi.
Ayrıca kullanılan sentetik gübreler, ürünlerin yetişme sürelerini kısalttı. Kısalan süre oranında ürünler güneşten vitamin ve topraktan makro ve mikro besin elementlerini bünyesine eksik aldı. Ürünlerin besin değeri bu yüzden düştü, lezzeti kayboldu. Elde edilen ürünlerin vitamin ve besin elementleri bakımından düşüklüğü insanların bağışıklık sistemini zayıflattı, insanların hastalıklara karşı mukavemetini azalttı. Dünya genelinde tohumları, zehirleri ve hastalandığımızda doktorların reçetelere yazdığı ilaçları üreten ve satan şirketler aynı ve sayıları sadece yedi tane.
Bitkisel üretim gibi hayvan yetiştiriciliği de değişti(rdi). Hayvanlar, doğal beslenme ortamları meralar ve otlaklarından alıkonuldu. İçeri kapatıldı. İçeride önlerine yemler boca edildi. Hayvanların verimleri yüksek olsun diye yemlerin karışımında sakatatlar, kan tozu, kemik unu gibi et obur hayvanların beslendiği-beslenebileceği yemler hayvanlara verildi. Yani otobur olan hayvanlar etobur beslenmeye tabi tutuldu. Bu yüzden hayvanlarda olan her türlü hastalık insanlara kolaylıkla geçti. İnsan sağlığı risk altına girdi. Deli dana hastalığı-BSE böyle ortaya çıktı.
Kapalı koşullarda yaşamak zorunda bırakılan, hareketsizlikten ve önlerine boca edilen yemlerden hayvanların hastalıklara karşı mukavemeti azaldı. Hayvanların hastalıklara karşı direnebilmeleri-yaşayabilmeleri ve daha fazla verim vermeleri için antibiyotik kullanımına geçildi. Antibiyotik verilen hayvanların ürünleri ile beslenen insanlar antibiyotiğe karşı bağışıklık kazandı, hastalıklara açık hale geldi. Bağışıklık sistemleri bozuldu. Hastalıklara karşı dirençleri azaldı. Kısacası tarımsal üretim (Bitkisel üretim ve hayvan yetiştiriciliği) doğal yörüngesinden çıkarıldı.
Doğal yörünge ne idi?
Bilindiği üzere bitkilerin fotosentez yapabilme yetenekleri var. Güneş ışığı, su, toprak ve havadan vitamin, makro ve mikro besin elementlerini alır. İnsanlar ve hayvanlar bu gıdalarla beslenerek enerjilerini sağlarlar.
Bitkilerin sağlıklı yetişmesi, besin bakımından zengin ürün verebilmesi için toprağın içindeki canlılara (mikroorganizmalar, solucanlar, fareler ve diğer toprak üreten canlılar) zarar verilmemesi gerekmektedir. Bu amaçla yoğun enerji gerektiren, büyük tonajlı traktör ile toprağı derin işleyen aletleri kullanmaktan kaçınılmalıdır.
Ayrıca bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliğinin bir arada yapılarak doğal ekolojide olduğu gibi birbirlerini beslemesi-desteklemesi sağlanmalıdır. Bu bitkilerin yetişmesi esnasında doğal yolların kullanılması-kimyasalsız yöntemlerle ürün üretilmesinin adı ekolojik-bilge üretimdir. İşlenmiş ekolojik tarım da denilen bu sistem, bilgiye, bulguya, bilgi paylaşımına dayanır; ekolojiyi restore eder, onarır. Ancak bu yine de doğal ekoloji değildir; doğal ekolojiye müdahaledir. Fakat endüstriyel tarım gibi doğayı tahrip etmez. Doğayla barışıktır. Burada şunun altını çizmekte yarar vardır; doğal ekoloji bozulduğu oranda ekolojik-bilge tarım zarar görür. Endüstriyel tarımın verdiği zarar oranında doğal ekoloji bozulur.
Evet. Ne yazık ki Türkiye tarımı, çokuluslu tarım, gıda ve ecza şirketlerinin kontrolüne geçmiş durumda. Uygulanan tarım ve gıda sistemi endüstriyel rotada yol almaktadır.
Şimdi Gıda egemenliği zamanı!
Gıda egemenliği nedir? Gıda egemenliği; ne üreteceğine, nasıl üreteceğine, ne kadar üreteceğine ve kimin için üreteceğine karar verme hakkıdır. Şirketlerin tarım ve gıdada kontrolü ele almasına destek sunan, tarımı doğal yörüngesinden çıkaran IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve işbirlikçileri hükümetlere karşı küçük çiftçilerin üretim hakkını savunmada direnç noktası ve maniveladır.
Gıda egemenliği üçayak üzerinde durur. Üçayağından biri üretimin başladığı nokta olan tohum, diğeri üretim biçimidir. Tohum ve üretim sistemlerini yukarıda özetlemeye çalıştım. Üçüncüsü ise üretilen ürünlerin insanlarla buluşturma biçimleridir. Bakalım.
Üretilen ürünün ihtiyaç sahipleriyle buluşturma biçimleri
Gıdanın en kısa yoldan, aracısız buluşturulması gereklidir. Bu amaçla üretici kooperatifleri ile tüketici kooperatiflerinin aracısız biçimde ürünlerin buluşturulması hem üretici hem tüketici için önemlidir. Çünkü şirketler, ürettikleri ve satın aldıkları ürünleri aynı gün dağıtıma sokmayı kârlı bulmaz. Bekletir. Bu konuda çokuluslu tarım, gıda ve ecza şirketleri ile marketlerin alternatifi kooperatifler olabilir. Genel olarak üretim sürecinde yerel tohum kullanarak, tüketicileri sağlıklı gıdayla yalnızca kooperatifler buluşturabilir. Kooperatifler mevcut sistem içinde küçük ve orta ölçekli çiftçiyi sömürü düzeneklerinden koruyabilir. Küçük üreticilerin ekolojik-bilge üretime geçmesine destek sunabilir. Tüketicileri sağlıklı gıda ile buluşturabilir. Ancak mevcut halleriyle kooperatifler, üreticiyi ve tüketiciyi şirketlere eklemlendiren işlev görmektedir. Oysa kooperatifler yanlış sistemin de karşısında direnç noktası oluşturabilecek, başka bir dünyayı, yaşamı, kültürü gerçekleştirmede, yani yerelleşmede alternatif olabilecek bir potansiyele sahiptir. Bu nedenle kooperatiflerin de yeni bir anlayışla ele alınması gerekmektedir.
Nasıl derler? Bu dizimizde böylece burada bitti…