20 Haziran Dünya Mülteciler Günü vesilesiyle Ali El Hemdan’ın babasına gecikmiş teşekkür

Dr. Yeşim Mutlu

Bugün 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü…

Pek çok kişi, kurum, bu güne özel program hazırlayacak, etkinlik yapacak, seminer düzenleyecek; yani yine ‘bilenler’, yaşayanların adına ve onlardan fazla konuşacak. Bunların değersiz olduğunu düşünmüyorum ama yaşayanlara daha fazla alan açmanın imkanlarını da onlarla birlikte düşünmemiz gerektiğini hissediyorum.

Bu yüzden bu yazı kimse adına konuşma iddiasında değil, içimde bir yerlerde kalan Ali El Hemdan’ın anısına saygıyla, verdiği karardan ötürü babasına teşekkür etmek için yazılan bir paylaşım. Belki kendisine ulaşır, belki ben ve benim gibi düşünenlerin varlığı kendisine biraz daha iyi hissettir, belki tıpkı Berkin’i, Ali İsmail Korkmaz’ı, Alan Kurdi’yi unutmadığımız gibi Ali El Hemdan’ı unutmadığımızı ve unutmayacağımızı ona anlatır diye.

Ali El Hemdan

İlgisini çekip de bu yazıyı okuyanlar muhtemelen Ali El Hemdan adını hatırlayacaklardır… Zaten dert edinen için pek de unutulacak gibi değil, çünkü Ali henüz 18 yaşına yeni girmişken 27 Nisan 2020 günü Adana’da sokak ortasında polis memuru Fatih Karaca tarafından kalbinden vurularak katledildi. Evet Ali Suriyeli’ydi ama bu 18 yaşında bir gencin sokak ortasında, güvenliği sağlamakla görevli kolluk güçleri tarafından vurulduğu gerçeğini değiştirecek bir ayrıntı değildi, olmamalıydı da. Tıpkı evinin önünde vurulan 10 yaşındaki Cemile Çağırga, 12 yaşındaki Nihat Kazanhan, yine 12 yaşındaki Ceylan Önkol’un katledilmelerinin bu ülkede çocukların öldürüldüğü gerçeğini değiştir(e)mediği gibi. Asıl önemli olan ayrıntılar ise şunlardı:

Ali 13 yaşından beri güvencesiz bir şekilde tekstil atölyelerinde çalışmak zorunda kalan yüz binlerce çocuk işçiden biriydi. Bu da demek oluyor ki, Ali eğitim sürecine dahil edilememişti, yıllardır çok yüksek ihtimalle oldukça ağır ve sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda bırakılmıştı ve bir çocuk olarak kendini gerçekleştirebileceği olanaklardan ve gelecek hayallerinden koparılmıştı. 

Ali o gün, babasının ifadesine göre alışveriş için, arkadaşının ifadesine göre ise gezmek için dışarı çıkmıştı. Kimlik kartı yanında olmadığı için de polisi görünce paniklemişti. Bir mülteci olarak kimliksiz sokakta olmak, vatandaş olarak bizlerin pek de tahmin edemeyeceği bir endişe olsa gerek. Çünkü mülteciler için kimlik kartının olmaması çoğunlukla gözaltına alınma, sınır dışı edilme, polis şiddetine maruz kalma ve bizim vatandaşlar olarak bu kadarını tecrübe edemeyeceğimiz çeşitlilikle risklerle de karşı karşıya kalmak demek.

İddiaların aksine, Ali dur ihtarına uydu, ama buna rağmen 3 metreden ve göğsünden vuruldu; yani aslında Ali kaçmıyordu, geri dönmüştü ve yüzünü de polislere çevirmişti. Polis memuru Fatih Karaca çocukların öldürülmesindeki tanıdık ifadelerin bir benzerini sundu. Oruçluydu, ayağı kaymıştı…

Süreç aslında çok adaletsiz ama bir o kadar da tanıdık ilerlerken, pek beklenmeyen bir durum oldu ve Ali’nin öldürülmesinden birkaç gün sonra Türkiye politik tarihinde hep çok önemli yeri olmuş “ses kaydı çıktı” başlıklı bir haber daha dolaşıma sokuldu.

Özetle, bu ses kaydı Erdoğan ve Ali El Hemdan’ın babası arasında geçiyor ve sadece ana akım medyanın değil alternatif haber sitelerinin de öne çıkardığı haliyle Ali El Hemdan’ın anne-babasına ve 18 kardeşine “Ali’nin canına karşılık vatandaşlık” veriliyordu. Dediler ki olayın üstü örtülüyor; yazdılar ki bir cana karşılık 21 vatandaşlık… Genç yaşta oğlunu sokak ortasında kaybetmiş bir babanın, bir ailenin acısından hiç utanmadan bunları yazdılar.

Türkiye vatandaşlığı nasıl bir imtiyazdı da, sadece 21 kişiye vatandaşlığın verilmesi, kendilerine muhalif bir çizgi belirleme iddiasında olan bu insanları niye bu kadar rahatsız etti bunu herhalde ayrıca düşünmek lazım. Ama şunu bilmekte de yarar var:

Suriyelilerin statüleri gereği, vatandaşlık kanununun bu haliyle Türkiye vatandaşlığı almaları maalesef mümkün değil. Ancak Türkiye vatandaşlık kanununda vatandaşlığın kazanılmasında istisnai haller var ki, bu hallerde kişiler Cumhurbaşkanı kararı ile vatandaşlığa alınabilirler.

Şunu da hatırlatmakta yarar var ki yapılan son düzenlemelerle vatandaşlıktan çıkarma konusunda da aynı yetki var; yani gün olur sizin de vatandaşlığınız Cumhurbaşkanı kararı ile kaybettirilebilir. Dolayısıyla belki de esas sorun neden Ali El Hemdan’ın ailesine vatandaşlık verildiği değil, kimin vatandaşlığı hak ettiği kimin ise bundan mahrum bırakıldığı kararının tek elde toplanmasıdır?

Ki zaten vatandaşlığın tüm eşitsizlikleri ortadan kaldıran bir avantaj olmadığını gayet iyi biliyoruz, bu ülkede her gün yaşayarak öğreniyoruz. Ama bu yine de şunu değiştirmiyor:  Vatandaşlık mülteciler ve mülteci olmayanlar arasında önemli farklar yaratan bir avantajlar yelpazesi, çünkü hak ve hizmetlere erişimi sağlayan bir eşik vatandaşlık.

Tam da bu yüzden Ali El Hemdan’ın babasına büyük bir özür ve teşekkür borçluyuz bence. Özür borçluyuz çünkü korumakla yükümlü olduğumuz bir insanı, 18’inde bir genci koruyamadık. Teşekkür borçluyuz çünkü Adnan Hemdan El Asani diğer çocuklarının yararını ve esenliğini düşünerek ve çocukları bugün dünyada sayıları 10 milyona yaklaşan çocuk mülteciler arasında yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmasın diye karar verdi.

Bana kalırsa bizlere düşen savaştan kaçıp mülteciliğin zorluklarıyla boğuşurken bir polis kurşunuyla çocuğunu kaybetmiş bir babanın kararını sorgulamak değil; Ali El Hemdan davasının takipçiliğini hep birlikte yapmak olmalıdır.