Ah olmak

Akın Olgun

Bazen herkes etrafınızdan çekilsin, sıkışık, sorumsuz, virane cümleler uzaklaşsın, içiniz sadece kendinizle baş başa kalmanın yalnızlığına yakalansın istersiniz.

Bazen her şey anlamsız gelir. Bazen kederli küfürler çoğalır dilinizde, isyanlara düşmesin diye boğazınızda söndürürsünüz yangınınızı.

Bazen bükülür beliniz, vakitsiz ağrılar sarar bedeninizi, anlarsınız ki yüreğiniz vurulmuş.

Kanarsınız bazen her sözde, her cümlede, her haberde.

“Yine bir çocuğu öldürmüş zalimler” diyen iç sesiniz doluşur kafanızın içine.

Asla kâfi gelmeyen o “kahrolsunlar” ile adımlarsınız düşüncelerinizin salonunu. Salonunuzdan odaya açılan ilk kapıdan girersiniz sessizce içeriye. Gözyaşları görürsünüz, birbirine sarılmış öfkeler ve her öfkede ahlar.  

“Demek yine bir kadını öldürmüş zalimler” diyen sesinizden irkilirsiniz.

Adını düşünürsünüz, gözlerini, kaşlarını, kirpiklerini ve en çok geride kalanları.

Bilirsiniz en ağırıdır geride kalan olmak. En ağırı ve en kahredici olanıdır ve daha beteri olduğunu adaleti ararken bulursunuz. 

Ulaşmanıza asla izin verilmeyen şeydir “adalet”.  Gözünüze soka soka “yoktur” denilen şeydir o.  

Aramak ve bulamamak arasında tükenen ömürler, devrilen mevsimler, yıllar geçer önünüzden. Tarihler akar, yüzler, sesler, sloganlar, ağıtlar, çığlıklar…

Nefessiz kalırsınız, atarsınız kendinizi dışarıya.

Dışarısı soğuk, dışarısı ayaz, dışarısı yalın ayak, dışarısı ıssız, dışarısı yoksun, dışarısı esir.

Dışarısı -mış gibi…

Mış gibi yapanların arasından “vurmayın öldüm” diyen bir gencin sesi yükselir. “Yine bir gence kıymışlar” diyen sesiniz, -mış gibi yapanlara çarpıp döner yüzünüze. Dönersiniz siz de kendi nefessizliğinize.

Bir ah gelir oturur yanınıza.

Sonra başka bir ah, bir başka ah derken anlarsınız ki sadece ah’ları olanlar bulup, sarar birbirinin acısını.

“Ah”lar konuşur, “ah”lar önünden, yanından, berisinden geçenlere seslenir, seslerini duyurmaya çalışır, biriksin diye çağrıları yüreklere fısıldarlar.

Bilir misin;

İnsanlar ellerine bakar ellerini kınarlar, ellerine öfkelenir ellerini saklarlar. Gözlerine bakar gözlerini kınarlar, gözlerine öfkelenir gözlerine saklanırlar. Dillerine kızar dillerini ayıplarlar, dillerine öfkelenir dillerini saklarlar. Sözlerine bakar sözlerini kınarlar, sözlerine öfkelenir sözlerini öldürürler.

Ah,

Sakındığımız ne varsa bulmasın diye saklandıkça kaybolacağız. Kayboldukça korkacak, korktukça daha fazla saklanacağız. Saklanmak ki daha fazla karanlık ister. Daha fazla karanlık isteyeceğiz ve göze görünmez olmak için daha fazla kapatacağız kulaklarımızı, gözlerimizi bir başkasına. Böyle acımasız olur işte insan. “Olmam” dedikçe acımasızlaşır.

Derken, duvarların arkasından “ölmek istemiyorum” diyen bir canın kanı sıçrar üstümüze. Çırılçıplak bir ses kalır geriye.

Tepeden tırnağa hakikidir çünkü masumiyetin sesi.

Bir masumiyetin ahı daha katılacak ahlara ve yüreklere fısıldanan sözleri çoğaltıp, kaybolmasın diye emanet edecekler yine yüreklere.

Demem o ki; Bazen kederli küfürler çoğalır dilinizde, isyanlara düşmesin diye boğazınızda söndürürsünüz yangınınızı.

Bazen bükülür beliniz, vakitsiz ağrılar sarar bedeninizi, anlarsınız ki bir ah yüreğinize fısıldamış.

Uzaktan bir çığlık yükselir, bir ses.

Sesi size benzer, çığlığı size.

Kendinize koşarsanız.

Mış gibi yapanlar geçer etrafınızdan, yanınızdan, yörenizden.

Ah olursunuz.