Baka baka kararmak

Akın Olgun

27 Şubat 1933 günü, Berlin’de Alman parlemento binası Reichstag alevler içinde kalır.  

O gece Hitler yangını büyük bir iştahla izler ve “bu yangın sadece bir başlangıç” diyerek, durumu büyük bir fırsata dönüştürür.

“Artık kimseye merhamet etmek yok. Yolumuza kim çıkarsa çıksın ezip geçeceğiz” seslenişinin ardından, hızla kararname hazırlanır ve bütün temel haklar gasp edilir.

Tutuklama furyası başlar ve yarattığı “terör” havasını, 5 Mart’taki parlamento seçimlerine akıtarak, büyük zaferini ilan eder ve büyük bir cadı avı başlatır.

Sol siyasi partilerin yönetici ve üyeleri kamplara tıkılır.

23 Mart’ta parlementoda alınan kararla Hitler’e Kararname çıkartma yetkisi tanınır.

Sonrasında yaşananları zaten hepimiz biliyoruz.

Hitler, Reichstag yangınını, tüm yetkileri tek elde toplamanın bir fırsatı olarak görmüş ve yarattığı “terör” havasıyla da toplumsal rızaya sahip olmuştu.

Timothy Snyder, Tiranlık Üzerine adlı kitabında, Nazilerin hukuk teorisyeni Carl Schmitt’in “tüm kuralları yıkmanın yolunun kuraldışılık olduğu”na dair düşüncesinin ve bunun Nazilerce uygulanmasının “vatandaşların sahte güvenlik uğruna gerçek özgürlüklerini pazara çıkarmak”la sonuçlandığını söyler.

“Devletin bir bildiği var ki önlem alıyor”

“Şu zor dönemlerde herkes fedakarlık yapmalı”

“Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde”

“iç ve dış mihraklar dört bir taraftan saldırıyor”

ve

“Ülkenin, devletin bölünmez bütünlüğü ve bekası” söyleminin aslında bu “rızalığı” sürekli hale getirmek için “fırsat” olarak görüldüğü ve iktidarın bütün krizlerde bunu çok profesyonelce kullandığı ve böylece hem muhalefetten, hem de kitlelerden gerekli desteğe kavuştuğunu biliyoruz.

Ankara Gar katliamının hemen ardından “oy oranlarımız artıyor” diyen sesin aslında Carl Schmitt’e, “devletin bekası” ezberinin ise Goeblles’e ait olduğunu, yaşananlar defalarca bize gösterdi.

“400 milletvekili verin, bu iş huzur içinde çözülsün” tehdidinin, sokaklarda intihar eylemlerine, bombalı saldırılara, linçlere evirilmesi ve “kuraldışı” kararlar alınarak  toplumun ancak “huzura” kavuşabileceğinin ilan edilişi, oldukça kullanışlı gelmişti iktidara ve bunu kalıcı hale getirmek, “Allahın lütfu” olarak gördükleri 15 Temmuz darbe girişimi ile nihayet elde edilmişti.

Öyle ya Parlamentonun bombalanmış olmasından daha büyük ne olabilirdi?

“Kuraldışılık” için şartlar olgunlaşmış, olağanüstü hal ilan edilmiş, büyük bir cadı avı başlatılmış, Kanun Hükmünde Kararnameler devreye girmiş, tüm muhalifler “tehdit” içine alınarak paramparça edilmiş, kuvvetler ayrılığına el konulmuş ve tüm yetki tek bir insanın eline tutuşturulmuştu.

“Artık kimseye merhamet etmek yok” diyen ses, sesler tarihin içinden hortlamış gibiydi.

Bu sesin altında koşa koşa Yenikapı’ya dizilenlerin sunduğu destek, bir kez daha otoriter bir döneme rızalık sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktı.

Her iktidar krizinin ardından, buna bağımlı hale gelen muhalefet, yarattığı canavar karşısında artık çaresizdi.

“Çatışmadan uzak duralım, uzlaşma ile bir orta yol bulalım, devletin çıkarları zarar görmesin” adlı bir siyasetin üstüne uzanıp, otoriter bir rejime meşruluk sağlamanın “olur”unu zamana yayarak ve içine sindirerek ve sindirterek, sürekli canavarı sakinleştirmeye çalışmaları bir işe yaramadı.

Her krizinde, iktidarın “beka” söylemine tesbih taneleri gibi dizilenlere baktığımızda, göreceğimiz tek şey, verilen “rıza” halinin aslında tüm toplumsal muhalefetin celladı olduğudur.

Korona virüsü ve alınan önlemlere, açıklanan paketlere baktığınızda, iktidarın aslında “ben yaptım oldu, bitti” tavrını görürsünüz.

“Aynı gemideyiz” ve “içinden geçtiğimiz şu zor dönemlerde” diyerek “iktidara vurmayalım” siyasetini kürsülerinden ilan edenlerin acizliği ve muhalefetin birbirine baka baka kararması hali, kitleleri nasıl “dermansız bir dert” içine soktuğunu göstermesi açısından dramatiktir gerçekten.

Yine “kuraldışılık” siyaseti devrededir ve başkan aldığı bu rızalık ile artık bir kat daha güçlüdür.

Cumhurbaşkanı Korona için “yeni fırsatlar yaratacaktır” derken çok haklıydı.

Operasyonlar sürüyor.

HDP belediyelerine kayyum atamalar devam ediyor.

Belediye başkanları tutuklanıyor.

Gazeteciler tutuklanıyor.

Ve yeni “yargı paketi”  muhalefetin önüne havuç sopa yöntemiyle atılıyor. O havuç ve sopa karşısında pek bir rahat, hatta fazla rahat bir muhalefet hali ise gerçekten insanın içini acıtıyor.

Muhalefetin birbirine baka baka kararması hali ürkütücü.

Mecliste, kapı arkalarında “yargı paketi” üzerinde var-mış gibi gözüken ucu açık “uzlaşı”, rehin siyasetçilerin, hasta siyasi tutsakların, gazetecilerin ve düşman hukuku yöntemiyle cezaevlerine doldurulan binlerce insanın üstünden atlayıp mecliste onaylanırsa, bunun faturası kitleler nezdinde ağır olur ve herkesin durduğu yer, yaptığı siyaset ve duruşu tartışılır hale gelir.

Bu arada güçlenen aldığı yeni rızalıkla iktidar olur.