Özlem Durmaz
Yakın zaman önce lise öğrencisi gencecik bir kadın babası tarafından öldürüldü ve annesi “Benim çocuğum da kocam da çok temiz insandı” diye açıklama yaptı. İnanılmazdı söyledikleri “Eşimi kimse kötü bilmesin. Kimseye kızmazdı, kendi yavrusuna mı kıyacak o? Benim komşularım bize gelirdi, eşim kötü olsaydı kim gelirdi bize?” “Benim yavrumu öldürdü; ama katil değil o, iyileşsin gelsin. Ben kıyamam eşime” “Evladını toprağa veren anne ertesi gün, öldüren kocasına böyle bir şey demez. Ama benim kocam kötü biri değil. Bunu bilin.”. Kendisi de söylüyor, bir anne, evladını toprağa veren bir anne böyle bir şey demez, diyemez. O zaman bu anneye bu sözleri söyleten ne!?
Sözlerin akıl almazlığı, neresinden tutulmaya çalışılsa döküldüğü ortada. Bir yakınınızı öldürmüş birisi hakkında bu sözlerin söylenebilmesi hiç mümkün görünmüyor bana. Hele de bir annenin kızının katili için bu koruyucu cümleleri sarf etmesini asla ama asla aklım almıyor. Üstelik çok da sinirleniyorum böyle bir bakış açısına ve pek çoğumuz gibi “Bu nasıl annelik” diye isyan ediyorum.
Fakat bu sözlerin duyduğumdan ibaret olamayacağını düşünmeden de edemiyorum. Kim, hayatının hangi aşamasında, neler yaptı, neler öğretti bu anneye de şimdi bu hisler içerisinde, çözemiyorum. Kopuk kopuk ve bağlamsız bakış açısının mimarı hangi yaşanmışlık ya da yaşanmamışlıklar diye soruyorum.
Ama benzer her olayda olduğu gibi, kadına yönelen düpedüz eril bir cinayetin kızgınlığını, şekil değiştirmiş de olsa yine bir kadına yöneltmek benim içimi çok acıtıyor. Öyle oluyor çünkü, neredeyse her kadın cinayetinin ardından, öldürülen kadını suçlayarak -ki aslında katleden erkeği aklama eğiliminin sebep olduğu bir dürtüyle- maruz kaldığı şiddete kendisinin sebep olduğunu iddia etme eğilimi var. Gece yarısı sokakta ne işi vardı, zaten açık saçık giyinmişti, kocasının babasının namusunu mu kirletmişti…
Katledilen kadın dışında olayın içinde ya da çeperinde, etraftaki başka bir kadın da olabiliyor kızgınlığın yöneltildiği kişi. Dahasını söyleyeyim; bizimki gibi ataerkil toplumlarda, kadına yönelen şiddetin sorumlusunu şiddet uygulayan erkeği yetiştiren anneye yükleme eğilimi bile var. Çocukların yetiştirilmesi işi sadece kadının göreviymiş, oğlan çocuk rol model olarak babayı almamış gibi.
Sonuçta son derece trajik bir şekilde ve ne yazık ki her durumda, erkeği bırakıp hep beraber, katledilen de kadın olduğu halde, yine kadına yöneltiyor insanlar kızgınlıklarını. İşte bu yüzden, o annenin söylediklerini kabul edilebilir bulmasam da ‘Ya dönüp dönüp kadına kızma eğilimindeki kalabalıklar gibi düşünüyorsam’ diye korkuyorum, kafam karışıyor. Tedirgin ediyor bu kafa karışıklığı beni.
Çünkü öğretilmiş çaresizlik sarmış her yanımızı. Evet literatürde öğrenilmiş çaresizlik deniyor, sanki bu kafamıza vurula vurula kabullenmek zorunda bırakıldığımız çaresizliğimizi öğrenmeme şansımız varmış gibi.
Doğrudur, kimimiz öğrenme güçlüğü yaşadığı için hala isyanına devam ediyor, kimimiz diğerlerinden bir nebze olsun farklı bir aileden ve/veya kültürden gelebildiği için kendi sesini duyurabilme dahası kendi sesini duyabilme şansına sahip oluyor. Ama belki de hepimizin hayatının bir yerinde bir çaresizlik pusuda bekliyor.
Bu topraklardaki kadın ya da erkek çoğumuzun sorunu özgüven eksikliği ve bize öğretilen çaresizliklerin belirlediği dar hayatlarımızın gereklerini yaşıyoruz. Erkekler, eril öğretilmişliklerle bu öz tereddütlerinden “sıyrılıp” başka bir erke sarılıyorlar.
Ama biz kadınlar o öz tereddüt içerisinde kıvrılıp kalıyoruz. Yapıp ettiklerimiz, eylediklerimiz, söylediklerimiz, çepeçevre sarılı olduğumuz çaresizliklerimiz içerisinde boğuluyor. Evet, kadınlar her yanlarını saran çaresizliklerle kuşatılmaya çalışılıyor. İşin en fena taraflarından biri de en çok annelerimizin öğrettikleriyle aktarıyoruz kuşaktan kuşağa bu çaresizliği.
Kendisine şiddet uygulayan ya da bu olayda olduğu gibi evladını katleden bir erkekle ilgili savunucu sözler nasıl ama nasıl söylenir yoksa. Evet belki düpedüz kötüdür bu sözleri söyleyen bir kadın, bilemem. Ama belki de neyi niye savunduğunu bilemeyecek denli çaresizdir. Bilmiyorum.
Çok sevdiğim bir arkadaşımın lafıdır, ben de çok kullanırım; bizler öz güveni değil, öz tereddüdü yüksek yetiştirildik. Ama değişmesini istiyorsak bir şeylerin, öz tereddütlerimizden sıyrılmalı ve bize öğretilmeye çalışılan çaresizliğe karşı çıkmalıyız.