Prof. Dr. Mustafa Durmuş
Geçen yılın son haftalarına Libya’ya asker gönderme, Kanal İstanbul ve “Yerli ve Milli” Otomobil tartışmaları damgasını vurdu. Kamuoyu bunlarla oyalanırken 2019’u iki haneli enflasyon, çok yüksek işsizlik, artan hayat pahalılığı ve yoksulluk ile uğurladık. Yılın kendi gitti ama sorunları devam ediyor. Özellikle de işsizlik ve yoksulluk artık sosyal bir sorun haline geldi.
Geçen yıldan bu yıla aktarılan ve artık o da bir sosyal sorun haline dönüşen bir sorun daha var: Borç sorunu. Türkiye’nin tüm borçlarının (özel ve kamusal) 5 trilyon lirayı, dış borç oranının yüzde 62’yi aştığı ve gerçek kamu borç oranının yüzde 50’ye yaklaştığı bir durumdan bahsediyoruz.
Bu durum Türkiye kapitalizminin son 15 yıldır yaşamakta olduğu ve daha önce görülmemiş ölçüde yaşadığı finansallaşmanın bir sonucu. Kendi üretim ve verimlilik dinamikleri ile büyüyemeyen sermaye-servet ikilisi artık finansallaşma ve bununla ilişkili inşaat ve alt yapı aracılığıyla büyümeye çalışıyor.
Madalyonun bir yüzünde finansallaşma, diğer yüzünde borçlar yer alıyor.
Türkiye toplumu bir bütün olarak hiç olmadığı kadar borç içinde ve bu borçların geriye ödenmesi her geçen gün zorlaşıyor. Bu durum da karşımıza “batık krediler” biçiminde çıkıyor. Ancak kredisi geri dönmeyen bir banka için bu sadece batık bir kredi iken, bunu ödeyemeyen insan için tam bir felaket anlamına geliyor. İşte teknik olarak adına “batık kredi sorunu” denilen bu sorun bu yıldan itibaren sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkacak gibi duruyor.
BANKA KÂRLARINDAKİ AZALMA SORUNUN BİR GÖSTERGESİ
Batık kredi sorununun ilk göstergesi ya da sonucu bankaların kârlarındaki düşüşler. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre; Türk bankacılık sektörünün 2019 yılının ilk 11 ayındaki toplam kârı yıllık yüzde 8,1 düşüşle 46,6 milyar lira oldu (bir önceki yılın aynı döneminde 50,7 milyar lira idi).
Bu kuşkusuz ki ortalama bir rakam. Bankaların hepsinin kârlılığı aynı değil. Hatta kamu bankaları ticari faaliyetlerinden zarar etmeye devam ediyorlar. Zararlarının asıl nedeni ise alınan politik kararlar sonucunda bu bankaların “piyasaya daha düşük faiz oranlarından kredi vermeleri”, “daha düşük kurdan döviz satmaları” ve kuşkusuz “geriye dönmeyen krediler”.
Nitekim Ziraat Bankası’nın 2018’in üçüncü çeyreğinde 1.55 milyar lira olan ticari zararı 2019’un aynı döneminde 1,8 milyar liraya çıktı. Bunun sonucunda 2019 yılının üçüncü çeyreğindeki net kârı 2018 yılının aynı çeyreğine göre yüzde 39,2 düştü ve 1 milyar liraya geriledi.
BATIK KREDİLER BORÇ TAHSİLDARI ŞİRKETLERE SATILIYOR
Bankaların tahsili gecikmiş alacaklarının toplam alacaklarına (kredilerine) oranı ise (batık kredi) 2019 yılının Kasım ayında yüzde 5.23 oldu. Bu oran aynı yılın Eylül ayı itibariyle yaklaşık 152,3 milyar liraya denk düşüyor. 2018 yılının aynı ayında bu rakamın 97,8 milyar lira olduğu düşünüldüğünde batık kredilerdeki bir yıllık artışın yüzde 56 civarında olduğu görülüyor.
Bankalar ortalama iki-üç yıl hukuki takipten sonra tahsil edemedikleri alacaklarını ihale yoluyla varlık yönetim şirketlerine temlik ediyorlar (satıyorlar). Yani bankaların kredilerden doğan alacaklarını başka kurumlar takip ve tahsil ediyorlar.
Nitekim bankacılık sektörünün en büyüklerinden olan Akbank, takipteki kredi alacakları portföyünün 714,5 milyon liralık kısmını toplam 32,8 milyon lira bedel karşılığında, İstanbul Varlık Yönetim A.Ş. ve Gelecek Varlık Yönetim A.Ş.’ ye sattı. Yani banka her 100 liralık alacağını sadece 4,6 liraya aracı şirkete devretmiş oldu.
Bu borç tahsildarı konumundaki şirketler BDDK onayı ile kurulan ve faaliyet gösteren, bankalar ve diğer finansal kurumların tahsili gecikmiş alacaklarını satın alıp borçları yeniden yapılandıran şirketler. Bu şirketler söz konusu batık alacaklar için borçlularla telefon, mektup ve e-posta yolu gibi yollarla iletişime geçiyorlar.
Böyle bir “haberdar etme” biçimindeki iletişimin bu alacaklar tahsil edilemediğinde ne tür yöntemlerle devam ettiği ise tartışmalı bir konu. Bu çerçevede her türlü baskı yönteminin kullanılabileceğini öngörmek zor değil. Bunun da büyük çaptaki işsizlik ve yoksulluğun yanı sıra borç tahsildarlarının eline düşen milyonlarca insanın durumunu anlatan yeni bir sosyal kriz işareti olduğu açık.
KOBİ’LER ZORDA
İnşaat ve enerji sektöründeki kredilerdeki geri dönüşlerin çok sorunlu olduğu biliniyor. Ancak bunlara son birkaç yıldır batık KOBİ kredilerinin de eklendiği görülüyor. Öyle ki KOBİ’lerin bankalardan kullandıkları toplam kredi 2019 yılının Ağustos ayı sonu itibarıyla 610 milyar liraya yükseldi. Bu kredilerin yüzde 8,6’sının icra yoluyla tahsil edilmeye çalışılıyor. Ekonomik kriz nedeniyle zor durumdaki KOBİ sayısının ise 356 bin civarında olduğu tahmin ediliyor.
İNSANIMIZ BORÇ BATAĞINDA DEBELENİYOR
Yurttaşlarımızın bankalara ve finansman şirketlerine olan tüketici kredisi ve kredi kartı borçları ise (1 Ocak-27 Eylül 2019 tarihleri arasında) toplam 28,2 milyar lira artarak 540,3 milyar liraya ulaştı. Bu borcun 431,9 milyar lirası tüketici kredilerinden, 114,4 milyar lirası da kredi kartlarından oluşuyor.
Bu kredilerden, bireysel kredi şeklinde kredi kullanan 31 milyon yurttaşın takibe alınan tüketici, konut ve ihtiyaç kredisi gibi kredilerinin tutarı ise geçen yılın Eylül ayında 42,6 milyar liraya yükseldi. Buna 26 milyon civarındaki kredi kartı kullanıcısının ortalama kişi başı riski olan 4.482 liralık riski de eklemek gerekiyor.
FİNANSALLAŞMANIN DOĞAL SONUCU
Batık krediler kuşkusuz sadece Türkiye’de değil, gelişkin kapitalist ülkelerde de ciddi bir sorun. Örnek olarak Avro Bölgesinde batık kredi oranı yüzde 6,2 (ki bu ABD ve Japonya’daki düzeyin 6 katı). Bu borçların üçte biri tüketici kredisi biçimindeki borçlardan oluşuyor.
Ayrıca sorun yalnızca borçlu bireylerin ya da şirketlerin değil, bankaların ve bir bütün olarak finans sektörünün sorunu haline geldi. Çünkü bankaların kârları azalıyor, bu da yeni kredi verilmesini zorlaştırıyor, kredi kuruması biçiminde bir finansal kriz riskini canlı tutuyor.
BORÇ TAHSİLDARLARI İÇİN KÂRLI BİR İŞ
Diğer yandan bankalar tarafından tahsil edilemeyen batık krediler borç tahsilat şirketleri ve küresel varlık yöneticisi şirketler için çok kârlı bir işe dönüştü. Öyle ki Ernest & Young denetim şirketi raporlarında Yunan bankalarındaki, PIMCO & Fortress ise İtalyan bankalarının batık kredilerini anlatıyorlar ve buralardan sağlanacak kârlara vurgu yapıyorlar. Örneğin tek başına İtalyan Bankası Unicredit’in 17 milyar dolarlık bir batık kredisi küresel varlık şirketlerince yüzde 40-60 oranında bir iskonto ile devir alınmış durumda. 2018 yılında ABD’li 10 büyük banker kuruluş toplamda 205 milyar dolarlık Avrupalı batık krediyi satın aldı.
Bankaların batık kredilerinden kurtulmasının diğer yolu ise menkul kıymetleştirme. Bu yolla banka batık kredilerine dayalı kredilerden oluşan bir havuza dayalı olarak menkul kıymet çıkartıp satıyor.
Türkiye’de bankalar henüz bu yola başvurmuş değiller. Batık kredi miktarı artıp sorun derinleştiğinde bu yola başvurabilirler ki bu da menkul kıymetleştirme biçiminde bir krizin tetikleyicisi olur.
Kısaca küresel çapta batık kredilerin finansallaştırıldığı bir süreçteyiz. Bu işten küresel hedge fonları, yatırım fonları, varlık yönetim şirketleri gibi kimilerinin “akbabalar” diye tabir ettiği kuruluşlar büyük kârlar elde ediyorlar. Diğer taraftan borç batağındaki insanların ıstırapları da giderek artıyor.
FİNANS SEKTÖRÜ BATIK KREDİLERDEN DE KÂR SAĞLAYARAK ÇIKIYOR
Adaletsizlik artıyor, çünkü batık kredilerin sorumlusu olan finans sektörü bu işten de yeni kârlar sağlayarak çıkıyor. Bu adil olmadığı gibi, mevcut gelir adaletsizliğini daha da artıran bir durum.
Bu durum, giderek bir sosyal krize dönüşmekte olan borçluluk sorununu çözmede, sorunun asıl kaynağı olan bankalara ya da bir bütün olarak finansal sisteme güvenmenin ne denli saçma olduğunu da gösteriyor.
Öyle ki ülkede son 17 yıldır, emekçiler giderek artan ihtiyaçlarını ücret gelirleri ile karşılamakta zorlandığından bankalardan borçlanmaya yöneldiler. Örneğin çok kötü durumda olan eğitim sistemi karşısında (özellikle de orta sınıf aileler) bankalardan aldıkları kredilerle çocuklarını özel okullarda okutmak durumunda kaldılar.
Chomsky’nin vurguladığı gibi, “eğitimin özelleştirilerek, borçlanma ile finanse edilmesi orta sınıfı teslim almanın bir yolu” aynı zamanda. Yani finansallaşmış (borca dayalı) eğitim sermaye için sadece yeni bir kârlı alan değil, aynı zamanda kitleleri kontrol edebilme yöntemi.
ÇÖZÜM SOSYAL OLMAK ZORUNDA
Batık kredi ya da aşırı borçluluk sorununu tamamıyla iktisadi bir sorun gibi algılayıp, piyasa ve kâr mantığı ile çözebilmek mümkün değil. Bu sorun artık tıpkı işsizlik ve yoksulluk gibi sosyal bir soruna dönüştü. Bu yüzden de çözümü sosyal olmak zorunda.
Bu çerçevede öncelikli olarak, bu kredileri ödeyemeyecek durumda olanlara kredi vererek onları tuzağa düşüren bankaları sorumlu tutmak ve bu işten doğan zararı kendilerinin karşılamasını sağlamak gerekiyor.
Şöyle ki bankalar tahsil edemedikleri kredi alacaklarını yüzde 90’ın üzerinde iskonto oranından aracı şirketlere devir edebiliyorlarsa, yani alacaklarının yüzde 90’ından fazlasından vaz geçebiliyorlarsa, aynı imkânı doğrudan borçlulara da sağlayabilirler (özellikle de ihtiyaç kredisi-bireysel tüketici kredisi borçlularına).
Böylece sadece faizler değil, anaparanın çok büyük bir kısmı da silinerek ve kalanı da uygun bir ödeme planına bağlanarak böyle bir sosyal sorun büyük ölçüde ortadan kaldırılabilir, borçlular rahatlatılabilir.
Sayıları onlarca milyonu bulan tüketici, işçi, memur, çiftçi ve öğrenci borçlarının etkin ve adaletli çözümü böyle bir sosyal çözümdür.