ÇGD Başkanı Güleryüzlü: Gazetecilik baskılara karşı yapılan iştir

Birgül Uzun

Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı (ÇGD) Can Güleryüzlü ile basına yönelik baskı ve tutuklamaları konuştuk. Güleryüzlü, AKP iktidarı döneminde gazetecilere yönelik artan baskılara dikkat çekerek, gazeteciliğin baskılara karşı yapılan bir iş olduğunu söyledi.

Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Can Güleryüzlü

Cumhuriyet tarihi öncesi ve sonrasında basına yönelik çok sayıda baskı gerçekleşti. Bu dönemleri ele aldığımızda AKP dönemiyle ondan öncesi dönemi karşılaştırdığınızda neler söylersiniz?

Ülkemizde basının, hem içsel hem de toplumsal düzeyde ‘dışsal’ diyebileceğim birçok yapısal sorunu söz konusudur ve sorunlar yıllardır devam ettiği için adeta nasırlaşmış durumdadır. Haberin nesnelliği sorunu başta gelmektedir. Ne yazık ki Türkiye’de gazetecilik, mesleki varlık nedenini yok edecek kadar nesnelliğini yitirmiştir. Belli güç odaklarına ya da arkasındaki ‘holding sermayesi’ne dayanarak yapılan yanlı ‘habercilik’, AKP iktidarıyla birlikte tavan yapmış ve ‘yandaş gazetecilik’ adı altında, aslında mesleğimizi toplumsal sorumluluğundan uzaklaştıran, propaganda aracı haline getirmiştir. Gazetecilik, özü ve sözü itibariyle halk adına kamu otoritesini denetleme görevini üstlenmiş bir iştir. Başta kamu otoriteleri olmak üzere sermaye gruplarının kontrolündeki bir gazeteciliğin, bıraktık faydalı olmasını toplumu zehirlediği görülmektedir.

Türkiye, basın özgürlüğünde Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) dünya basın indeksinde 180 ülke içinde 157. sırada. Bunu basın tarihimiz açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Otoriter yönetimlerin hakim olduğu toplumlarda öncelikle hedefe konulan mesleklerin başında gazetecilik gelir. Çünkü gazeteciler; konuşulması, duyulması, görülmemesi, bilinmesi istenmeyen gelişmeleri ve olayları kamuoyuyla paylaşır ki bu da baskıya uğramasının temel sebebidir. Gazetecilik, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ anlayışıyla yapılacak bir meslek değildir; görünen gerçekliği, her türlü baskıya karşı savunmak işimizin olmazsa olmazıdır. Bunun ağır faturaları da hem ulusal hem de uluslararası alandaki çalışmalarla sık sık gündeme gelmekte. Yıl yıl daha da kötüye gittiğimiz bir gerçek. Kurulan baskıyı anlatmakta rakamların bile yetersiz kaldığını söyleyebiliriz. Gelinen aşamada, sansür aşılmış otosansür hakim olmaya başlamıştır. Bir gazeteci için sansür, mücadele edeceği hatta işini yaptığının bir göstergesi bile olabilirken otosansür, ‘gazetecilikten vazgeçildiği’nin ifadesidir.

‘Gazeteciliği yargılamak temel insan hakkı ihlalidir’

139 gazeteci ve medya çalışanı tutuklu. Atılı suçlar nelerdir, tutuklamalar ne üzerine yapılmıştır? İktidarın dediği gibi gazetecilik faaliyetlerinin dışında mı yapılmıştır bu tutuklamalar?

Gazeteciliğe yönelik suçlamaların büyük kısmı, Türk Ceza Yasası ve Terörle Mücadele Yasası’ndaki ‘terör örgütü propagandası’ ya da ‘terör örgütü üyeliği’dir. Türkiye’de herkesin çok rahat şekilde ‘terör örgütleri’yle ilişkilendirildiği göz önüne alındığında, bir de o kişi gazeteciyse bu suçlama çok daha basit iddialar üzerinden yapılabilmektedir. Bir röportaj, sosyal medyadan paylaşılan haber, eleştirel yaklaşılan bir görüş ya da yazı, sizin her an bu suçlamayla karşı karşıya kalmanızın gerekçesi olabilir.

Hiç kimse yargılanamaz, dokunulmaz değildir ve birisi suç işlemişse mutlaka yargı karşısına çıkarılmalıdır, aynı şekilde gazeteci de eğer bir suçu varsa yargılanmalıdır. Ancak gazeteciliğe yönelik suç iddiası, ceza yasalarındaki suçlama ile orantılı ve doğrudan birebirlik taşımamalı. Çünkü gazeteci özgür bir atmosferde işini yapabilen kişidir. Özgür atmosfer yoksa gazetecilik de yoktur. Dolayısıyla gazetecilik mesleğine yöneltilen suçlamalarda, özgürlük atmosferinin yok edilme tehlikesi, düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması kaygısı temel alınmalıdır. Gazeteciliği ilkesel olarak yargılamak, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik, diğer bir anlatımla temel bir insan hakkının ihlali anlamı taşır.

‘Gazetecilere sıkılan kurşun aslında halkı hedef almaktadır’

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün verilerine göre 2019 yılında dünya çapında 49 gazeteci, mesleki sebeplerden dolayı öldürüldü. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Türkiye’de olduğu kadar dünya genelinde de otoriter, milliyetçi, muhafazakar yönetimlerin hakimiyeti söz konusu. Bu yönetimlerin hayatlarımızda yarattığı çatışmalar, ekonomik krizler, yolsuzluk ve yoksulluklar her gün başka başka şekillerde karşımıza çıkmakta. Bu tür dönemlerin, kendine özgün yanlarından biri de yapılan işlerin şeffaflıktan, hesap verebilirlikten uzak olmasıdır ki tam da bu aşamada gazetecilere önemli bir iş düşmekte. Gerçeklerin ortaya çıkartılması sorumluluğuyla davranılan, manipülasyonlarla toplumun yanlış yönlendirilmesini amaçlayan odaklara karşı meslek ilkeleriyle haber üreten gazeteciler ne yazık ki bunun bedelini hayatlarıyla ödemektedir. Gazetecilere sıkılan her kurşun aslında halkı hedef almaktadır.

Gazetecileri Koruma Komitesi’ne (CPJ) göre ise Türkiye, dünyada tutuklu gazetecilerin sayısının en yüksek olduğu Çin’den sonra ikinci ülke konumunda. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’ye burada özel bir parantez açmak gerekiyor. Tüm olumsuz listelerde başı çekmekteyiz. Bu da göstermektedir ki Türkiye’de gün geçmiyor ki haber alma hakkı, basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik bir baskı yaşanmasın. Bireysel hakları, basın özgürlüğünü, evrensel ilkeleri hakim kılmamış hiçbir ülke, ne ekonomik ne sosyal ne de kültürel kalıcı bir kalkınma sağlayabilir.

Basına yönelik tehdit ve baskılara karşı ÇGD olarak neler yapıyorsunuz?

Gazeteciliği 41 yıldır toplumsal sorumluluk bilinciyle; nesnellik, ‘halkın haber alma hakkı’, her türlü şiddete karşı toplumsal barışı önceleme, ırk, cinsiyet ve inanç ayrımı yapmadan savunan bir örgüt olarak, mesleğimize ve meslektaşlarımıza yönelik baskıları ulusal ve uluslararası platformlarda duyurmaktayız. Yaşanan her türlü olumsuz gelişmeye karşı meslektaşlarımızla çeşitli iletişim yollarını kullanarak dayanışma sergilemekteyiz. Son yıllarda özel önem verdiğimiz ve 5 yıldır kesintisiz devam eden ‘Medya Raporu’muz söz konusu. Bu rapor aracılığıyla gün gün basına yönelik baskıları kayıt altına alıyoruz; istisnasız her türlü – sansür, gözaltı, tutuklama, şiddet, manipülasyonlar, uluslararası tepkiler – gelişmeyi not ettiğimiz çalışmamızı, her üç ayda bir de kamuoyuyla basın değerlendirmesi eşliğinde paylaşıyoruz. Diğer gazeteci örgütleriyle belli platformlarda bir araya gelerek mesleğimizle ilgili sorunları ve çözüm yollarına ilişkin çalışmalar yürütüyoruz.

‘Halk ile gazeteci ayrılmaz parçalardır’

Ülkemizde basına yönelik kuşatmanın ortadan kaldırılması sizce mümkün mü, bunun için ne yapmak gerekiyor?

Elbette mümkün. Hele ki gazeteci için hiçbir baskı ve engelleme yıldırıcı, geri adım attırıcı bir niteliğe bürünmemeli. Çünkü gazetecilik, özellikle bazı zamanlarda baskılara karşı yapılan bir iştir. Bir umutsuzluk söz konusu değildir ancak yapılması gerekenler de oldukça fazladır. Basın kuruluşlarının, başta iktidar ve sermaye odaklarının etkisi altından çıkartılması şarttır. Bununla beraber halkta, basın özgürlüğünün, ‘haber alma hakkı’nın ekmek kadar, su kadar önemli ve vazgeçilmez olduğunun farkındalığı yaratılmalıdır. Halkla gazeteci ilişkisi, mütemmim cüz bir nitelik taşır, ayrılmaz bir ilişki olduğu görülmeli, gösterilmelidir. Tabii ki gazetecilerin içlerine sızan gazeteci kılıklı kişileri ayıklaması da mutlaka sağlanmalıdır. ANKARA

Can Güleryüzlü kimdir?

1997 yılında Ulusal Basın Ajansı’nda gazeteciliğe başladı. Ardından ANKA Ajansı, Özgür Haber Ajansı, Barem Dergisi, Radikal ve Karşı gazetelerinde mesleğini sürdürdü. Aynı zamanda gazetecilik örgütlerinde görevler aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin üç dönem Ankara Şube Başkanlığını, yaklaşık 1 yıl da Genel Merkez Genel Sekreterliğini, son iki yıldır da Genel Başkanlığını sürdürüyor. Bir dönem de Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın Genel Merkez Disiplin Kurulu üyeliği yaptı.