Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “İşçilerin Haziranı – 15/16 Haziran 1970” kitabının yazarı Zafer Aydın, sınıf tarihine ışık tutuyor:
“İşyerlerinde itilip kakılan, ötekileştirilen, ikinci sınıf insan muamelesi gören işçiler DİSK’in varlığıyla birlikte, kimlik ve kişilik kazandılar.”
“DİSK’le birlikte, işçilerin kültürel hayatında da canlanma oldu. DİSK, işçileri tiyatroyla, sanatla, edebiyatla tanıştırdı.”
“Genelkurmay Seferberlik Tetkik Dairesi, DİSK kurulduktan hemen sonra bölge temsilciliklerine yazdığı yazıda DİSK’in takibe alınmasını istedi.”
“Emek hareketinin ders çıkartmadığını, ama 15-16 Haziran’dan devlet ve sermayenin gerekli dersleri çıkarttığını söyleyebiliriz. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri bunun kanıtı.”
Adnan Genç
Korona önlemleri nedeniyle ve geleneksel olarak yaz mevsiminde pek kitap basılmaması nedeniyle kitap pek basılmaz. Yazın okunacak kitaplar diye tanımlanacak ‘daha hafif konularda’ ve kolay okunacak kitaplar basılırdı… Ve genel olarak bütün yayıncılar, Ekim sonu ve Kasım başında İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’na hazırlık yapar.
Oysa, Haziran ayı başlarında duyurusu yapılan ve ‘tam zamanında’ okura ulaştırılan koskocaman bir kitap var elimizde…
Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan ve ‘İşçilerin Haziranı – 15/16 Haziran 1970’ başlıklı kitabın yazarı, sevgili dostum Zafer Aydın’la konuşacağız. Kitabı konuşmak kolay gibi ama okuması yaz ayları için zor gelebilir. Zaten, işçilerin tarihinden bir kesit olarak; emek ve demokrasi tarihi okuyanların bir referans kitap olarak, kütüphanelerine koymaları gerekiyor… Kitaplıklarında, Zafer Aydın’ın hazırlamış olduğu diğer 10 kitabın yanına…
Aydın, bir sendika eğitim uzmanı; uzun yıllar aynı alanda çalışmalar yapan, akademisyen dostumuz Aziz Çelik’le birlikte Kristal-İş’te çalışmışlar ve cam işçilerinin mücadelesi içinde her zaman bulunmuşlar…
Bu vesileyle işçi sınıfı mücadelesi içinde özel bir yer tutan tarihe de tanıklık etmişler… Kitaba ilişkin hayli ‘şanslı’ bir tanıtım süreci yaşandığını da belirtmek gerekir, elbette ki bu şansı kendinin yarattığını da söyleyerek… Yaz durgunluğu, Korona kaygıları ve bunlara bağlı olarak kimi orta ve küçük ölçekli yayınevleriyle, kitapevlerinin kapanması gerçeğini de düşününce; hayli şanslı bir tanıtım süreci yaşanmış gözüküyor. Çünkü onlarca söyleşi, internet semineri bağlamındaki çalışmalara bakınca, bunu yayıncılık tarihinde sık görmek kolay ve mümkün değil gibi…
Bu uzun ve geniş girizgâhtan sonra; hem kitaba şöyle bir bakıp, hem de diğer söyleşilerdeki temel vurguları gözden kaçırmadan bazı sorularımız olacak, Zafer Aydın’a…
Kitap ne anlatıyor? Ayrıntı editörleri şöyle yazmış…
Bu çalışma, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihinde özel
bir yer tutan, 15-16 Haziran direnişini, öncesi ve sonrasıyla kapsamlı bir
şekilde ele alıyor. Kitap doğrudan eylemde yer alan tanıklarla çoğunluğu
birincil kaynaklardan oluşan devasa belgelerin ışığında hazırlandı. Kitapta
eylemi ortaya çıkaran faktörler, olgunlaşma ve karar süreçleri, örgütlenme
dinamikleri, eylemlere katılan işçilerin yaklaşımları, yaşadıkları sorunlar,
eylemin yarattığı etki ve sonuçlar ayrıntılı bir biçimde inceleniyor.
15-16 Haziran üzerine yapılmış bu kapsamlı çalışma, önümüze koyduğu bütünsel
fotoğrafla önemli bir kaynak olma özelliği taşıyor. Kitap, 15-16 Haziran
üzerine yeni tartışmalar, yeni bakış açıları, yeni araştırmalar için de önemli
bir zemin sunuyor. İşçilerin Haziranı tarihsel bir örnek üzerinden, bugün
sendikal harekette ve toplumsal siyasette cevabı aranan çeşitli sorular için de
temel bir referans niteliğinde…
İşçi tarihi yazmak biraz da sözlü tarih çalışması demek… Zaten çalışma yaşamınız boyunca emek mücadelesi içinde olduğunuz gibi tarihinin yazımı konusunda da hep konu üzerindeydiniz. Bu kitaptan gayrı 10 emek tarihi kitabınız daha var… Buna eğilmeniz gecikti mi; nasıl bir bahaneyle bu yoğun çalışmaya başladınız?
Doğrusu bu kitap fikri benden çıkmadı. Ayrıntı’dan İlbay Kahraman, Masis Kürkçügil ve TÜSTAV’dan Erdem Akbulut aslında bu kitabın fikir babaları oldular. 15-16 Haziran’a ilişkin mevcut bilgileri tazelemek, var olan soruları yanıtlamak, tartışmalara, sorgulamalara açıklık getirmek üzere yola çıktık. Bu çalışma, yaklaşık 4 yıl sürdü. Kitap, büyük ölçüde yaptığım sözlü tarih görüşmelerine dayanıyor. 90’ıyla yüz yüze olmak üzere toplam 119 kişiyle görüştüm. Görüştüklerim dönemin aktörleriydi ve önemli bir kısmı işçilerdi. Ayrıca konuyla ilgili çok önemli arşiv kaynaklarından da yararlandım. TÜSTAV’ın (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) adını özellikle vurgulamalıyım. Çünkü TÜSTAV’ın varlığı emek tarihine ilişkin çalışmalar için büyük bir hazine. Ayrıca Hollanda’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü (USTE), Tarih Vakfı, Kadir Has Üniversitesi Ulusal Kültür Belgeliği’nde yer alan koleksiyonları taradım. Bunların dışında da başta DİSK arşivi olmak üzere pek çok sendikanın ve diğer kurumların arşivlerinde de çalıştım. Belge ve tanıklıklarla bütünsel bir ‘15-16 Haziran’ fotoğrafı ortaya koymaktı.
‘15-16 Haziran’ın özgün yanı var mıdır?
15-16 Haziran’ın en özgün yanı Türkiye işçi sınıfının haklarını savunma iradesini cesur bir biçimde ortaya koymasıdır. Cumhuriyet tarihinde o güne kadar gerçekleşmiş, en büyük, en kitlesel işçi eylemidir. Dahası 100 yıla yaklaşan Cumhuriyet tarihi içinde en kitlesel birkaç eylemden biridir. Ama eylemin önemi sadece kitleselliğinden gelmiyor. Asıl önemi, işçi sınıfının varlığını, gücünü kitlesel olarak ortaya koyması ve sonuçlarıyla geniş bir etki, değişim, dönüşüm yaratmasından geliyor.
DİSK’in kurulması Türkiye sendikal hareketinde 1967’ye kadar sürüp gelen iki farklı anlayışın artık ayrı bir merkez olarak ortaya çıkması anlamına geliyordu. DİSK’te temsil edilen ikinci anlayış ise sendikal mücadeleyi sınıf mücadelesi içinde gören anlayıştı. DİSK bu anlayışla işçi hakları mücadelesine asıldı.
DİSK’le birlikte işçiler önemli ekonomik ve demokratik haklar
elde ettiler. DİSK’le birlikte işçiler bir haysiyet mücadelesine giriştiler.
İşyerlerinde itilip kakılan, ötekileştirilen, ikinci sınıf insan muamelesi
gören işçiler DİSK’in varlığıyla birlikte, kimlik ve kişilik kazandılar.
İşyerlerindeki insan haklarına aykırı despotik uygulamalar, DİSK’in varlığıyla
ortadan kaldırıldı. DİSK’le birlikte, işçilerin kültürel hayatında da canlanma
oldu. DİSK, işçileri tiyatroyla, sanatla, edebiyatla tanıştırdı. İşçi, sendika
gazeteleri sayfalarını bizzat işçiler tarafından yazılmış yazılara, şiirlere
açtı. Eğitim çalışmalarında işçiler yeni bilgilerle tanıştı. DİSK’in varlığı
TÜRK-İŞ üyesi işçiler açısından da anlam kazandı. Sendikalar arası rekabetten
TÜRK-İŞ üyesi işyerleri de işçiler açısından olumlu yönde etkilendi. Özetle
işçiler DİSK’i sevdiler.
İşçiler, DİSK’i sevdi ama devlet, sermaye ve sarı sendikalar sevmedi.
Genelkurmay Seferberlik Tetkik Dairesi, DİSK kurulduktan hemen sonra bölge
temsilciliklerine yazdığı yazıda DİSK’in takibe alınmasını istedi. Bunun
belgesine kitapta da yer verdim. Devlet, sermaye ve sarı sendika üçlüsü işyerlerinde
DİSK’in örgütlenmesine çeşitli ayak oyunlarıyla engel olmaya çalışıyorlardı.
DİSK’in hak arayışı ise çoğu zaman adliye ve bürokrasi koridorlarında sonuçsuz
kalıyordu. İşte o noktada, işçiler bir çözüm olarak işyeri işgallerini
gündeme getirdiler. 1968-70 arasında Derby işgalinden başlayarak Kavel,
Demirdöküm, ECA gibi işyerlerinde gerçekleşen işgal eylemleri, işçilerin “Benim
hangi sendikaya üye olacağıma sadece ben karar veririm” demeleri anlamına
geliyordu. O radikal eylemlerle işçiler isteklerini kabul ettirmeye başladılar.
Devlet ve sermaye ise bu sorunu bir yasayla çözme arayışına girdi. Genel olarak
sendika örgütlenme özgürlüğünü daraltmaya, özel olarak da DİSK’i engellemeye
yönelik yasal bir düzenleme hazırladılar. Bu yasal düzenlemeyle, sendikal
örgütlenmeye baraj sınırı koyarak DİSK’i sahanın dışına itmeyi amaçladılar.
Yasa tasarısı AP, CHP ve TÜRK-İŞ koalisyonunun ürünü olarak gündeme geldi.
İşçiler, ‘15-16 Haziran’da “Benim hangi sendikaya üye olacağıma devlet değil
ben karar veririm” diyerek bu oyunu bozdu. Eylemin önemi buydu.
AGOS yazarı Ferda Balancar da yaptığı uzun söyleşide bir konuya dikkat çekiyor. Bu büyük işçi eyleminin arkasında örgütleyici güç kimdi? Konfederasyon mu, parti mi (TİP) ve/veya DevGenç mi?
Net ve açık bir biçimde söylemek gerekir ki eylemin arkasındaki güç DİSK’tir. DİSK, 1969 yılındaki kadük hale gelen yasa teklifinden başlayarak, konuyu takibine aldı. Basın açıklamaları ile lobi faaliyetleriyle yasaya karşı bir duruş sergiledi. 1969 seçimlerinden sonra düzenleme yeniden gündeme taşınınca DİSK, Genel Kurulu’ndan (Şubat 1970) başlayarak adım adım eylem iradesini oluşturdu. 18 Mart’ta DİSK üye sendikalarını toplantıya çağırdı. Bu çağrı metninde, “İleride gerçekleşecek eylemlerde fiilen yönetici olabilecek arkadaşlarınızı da toplantıya getirin” deniyordu. Yani daha Mart ayında DİSK’in bir eylem kararlılığı olduğu görülmektedir. DİSK yönetimi bir karar aldı; işyeri temsilcileri ve öncü işçiler de bu kararı uyguladılar. Fabrikaların boşaltılması, kent merkezlerine doğru yürünmesi tamamen alınan kararların sonucudur.
TİP’in ve Dev-Genç’in rolünü destek- dayanışma biçiminde formüle etmek daha doğru olur. Çünkü fabrikalarda üretimi durduran, işyerlerini boşaltan esas olarak DİSK’in temsilcileridir. Gençlik ve diğer kesimler işçiler sokaklara çıktıktan sonra onlarla buluşmuşlardır.
Öte yandan dönemin kültürel iklimi, yükselen sol/sosyalist hareket toplumsal muhalefetin mobilizasyonu eylemi besleyen faktörlerdendi.
Günümüzün emekçileri, örgütlü kesimleri bu ve
benzeri direniş eylemlerinden özel bir ders çıkarmış mıdır? Sınıf tarihi ne
diyor sizce?
Geleneğin sahiplenildiğini rahatça söyleyebiliriz. Elde edilen deneyim ve
birikimin yeni eylemler için esin kaynağı olduğunu da. Ama gerekli derslerin
çıkarıldığını söylemek pek mümkün değil. Eğer öyle olsaydı, sosyal ve siyasal
süreçler daha farklı yaşanabilirdi. Emek hareketinin ders çıkartmadığını, ama 15-16
Haziran’dan devlet ve sermayenin gerekli dersleri çıkarttığını söyleyebiliriz.
12 Mart ve 12 Eylül darbeleri bunun kanıtıdır.
Tarih, bize sadece olayları anlatmaz, gelecekte neyi nasıl yapacağımıza dair de ipuçları verir, örnekler ortaya koyar. Yani tarih bir anlamda etkileyeceğimiz bir gelecektir. Bugün ne yapmalıyız sorusuna yanıt ararken bakılması gereken en büyük kaynak tarihtir.
Dünden bugüne ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal koşullar büyük ölçüde değişti. Dünün dünyası ile bugünün dünyası birbirinden çok farklı. Ama işçi eyleminde belirleyici olan ortak çıkarlar çerçevesinde birlikte mücadele etme gücü potansiyel olarak yerli yerinde duruyor. Ne var ki bugün emeğin haklarına yönelen açık saldırı karşısında bu gücü aktive edecek irade yoktur. 15-16 Haziran’dan alınacak en büyük ders, dayatmayı çaresizce kabul etmek yerine kavgaya cesaret edebilecek bir iradeyi ortaya çıkartmak olmalıdır.
Zafer Aydın da benim gibi 78 kuşağının
gençlerinden… Yani daha ziyade, öncülü olan 68’lilerin eylemlilikleri gibi
öğrenci gençlere dayanan hareketler… Ve bu hareketlerle birlikte çok sayıda
siyasal oluşum ve fikri yapılanma ortaya çıkmıştır. Ne dersiniz işçi sınıfı
‘küçük burjuva’ karakterli olan bu eylemliliklerden etkilenmiş midir; ne kadar
yer almıştır?
68 dendiğinde örneğin Fransa’da ya da İtalya’da hem öğrenci gençlikten, hem de
işçi sınıfı hareketinden söz edilir. Türkiye’de ise sadece gençlik ve öğrenci
hareketi konuşuluyor. Üniversite işgalleri konuşuluyor, ama fabrika işgalleri
konuşulmuyor. ‘68’in işçileri ihmal ediliyor. Oysa gerek 15-16 Haziran öncesi
fabrika işgal eylemleri, gerekse 15-16 Haziran Türkiye 68’inin ihmal edilmemesi
gereken eylemleridir.
Elbette bir etkileşim vardır, fabrika işgallerinin üniversite işgallerinden bağımsız ele almak, oradan etkilenmemiştir demek mümkün değil. Nitekim 1968’de Derby Lastik Fabrikası’nı işgal edecek olan işçilerin deneyim alışverişi yapmak maksadıyla eylemlerden önce gençlerle temas kurmak istemesi bunun göstergesidir.
Bu arada şunu da sormak istiyorum. Ortak dostumuz da olduğu için gazeteci ve akademisyen Atilla Özsever de bu direniş eylemleri sırasında ordu mensubu bir subaydı ve emrindeki askerlerle birlikte ‘ateş açma yetkisini’ de kullanarak, yürüyüş kollarından birini engellemesi istenmiş ama Özsever bu emre karşı çıkmıştı. Kitapta bu özgün öykü de yer alıyor… Daha neler var?
Öncesi ve sonrasıyla pek çok olgu, olay, gelişme kitapta yer alıyor. Sadece olgulara işaret etmedim, eylemlerde yer alanlar nasıl bir ruh hali içindelerdi, neler yaptılar, böyle bir eylemde yer almak hayatlarını nasıl etkiledi gibi sorulara da yanıt bulmaya çalışarak insan hikâyeleri ortaya koymak istedim. Sanatta, edebiyatta, siyasette, sendikal harekette ne tür değişimlere yol açtı, bunlara ayna tuttum. Neyi ne kadar başarabildim, buna karar verecek olan elbette okurlar olacaktır.
Atilla Özsever’den söz açılmışken; geçen yıl Evrensel’e direnişin 49. Yılı için yaptığı değerlendirmede şöyle diyordu ve benzer fikirler taşıyor olmamızdan dolayı çok memnunum:
“Günümüzde 15-16 Haziran 1970’deki gibi bir işçi hareketi ve sol dalganın yükseldiği bir süreç yaşanmıyor. Ülkemizde AKP’nin emek karşıtı politikalarına karşı çeşitli eylem ve direnişler olmakla birlikte bütünsel, etkili ve birleşik bir emek mücadelesinden söz etmemiz mümkün değildir. Kuşkusuz burada bir kaç istisna hariç mevcut sendikal yapıların bürokratlaşmış olmasının ve mücadeleci bir sendikal anlayış yerine uzlaşmacı, iktidar yandaşı bir tavır sergilemesinin de rolü vardır.
Keza işçi sınıfı içinde dönemin özelliklerine uygun olarak muhafazakar ve milliyetçi eğilimlerin ağır bastığı da söylenebilir. Tüm bu sürece rağmen ekonomik ve sosyal koşulların, yani başta yoksullaşma olmak üzere işsizliğin, işten çıkarmaların, ekonomik krizin işçi sınıfı ve emek kesiminde bir öfkeye ve direnişe zemin hazırladığını da hatırlatmakta yarar vardır.”