Prof. Dr. Mustafa Durmuş
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre Korona salgını (hız kesmiş olsa da) hala ciddi boyutlarda devam ediyor. Buna rağmen başta ABD ve Avrupa ülkelerinin hükümetleri 7 haftalık karantinanın ardından ekonomileri yeniden açma hazırlığı içine girdiler.
Salgın devam ediyor
3 Mayıs 2020 itibarıyla Koronavirüs vaka sayısı dünyada 3.546.758’i bulurken, günlük vaka sayısı 65.387; günlük ölüm sayısı 2.649 ve toplam ölüm sayısı 247.312 oldu.
ABD’de toplam 1.179.454 vaka; dünkü vaka sayısı 18.680; dün ölen sayısı 735 ve toplam ölüm sayısı 68.179 oldu. Avrupa’da toplam 1.447.189 vaka; 22.803 yeni vaka (dünkü); 1.163 günlük ölüm ve 140.573 toplam ölüm var. Türkiye’de toplam vaka sayısı 126.045; dünkü vaka sayısı 1.670; dün ölen sayısı 61 ve toplam ölüm sayısı 3.397 oldu (1)
Sayılar gerçeği yansıtmıyor
Ancak bu verilerin gerçeği tam olarak yansıtmadığına yaygın bir biçimde inanılıyor. Buna gerekçe olarak da; salgın karşısında başarısız kalan hükümetlerin sayıları bilinçli olarak düşük gösterdikleri ileri sürülüyor.
Öncelikle; bu sayılar hastane vb. resmi kurumlara intikal eden vakaları yansıtıyor. Bu kurumların dışında (örneğin kırsalda, sağlık hizmetlerinin çok yetersiz olduğu bölgelerde) salgından ölümler olduğunda bunlar rakamlarda yer almıyor. Ya da salgın belirtileri göstermesine rağmen (evlerinde karantinaya alınanlarda olduğu gibi) bazı hastaların hasta sayılmaması, bunlar öldüğünde ise Koronavirüsten ölmüş olarak kayda geçirilmemesi söz konusu. Keza daha az test yapıldığında bu sayılar azalıyor. Ayrıca bu aylarda (geçen yılın aynı ayları ile kıyaslandığında) ölen insan sayısı neredeyse iki kata çıkmış durumda. Aradaki farkın salgın ile ilgili olması beklenirken, salgından ölenlerin sayısı ile bu aradaki fark uyuşmuyor.
Şeytani bir açmaz
Salgınla ilgili olarak hükümetlerin izleyebileceği iki strateji olabilirdi: (i) Mevcut sosyal izolasyon ve evde kal biçimindeki katı karantinanın, salgın iyice hafifleyene kadar uzatılması. (ii) Bu önlemlerin (aşamalı olarak) kaldırılarak, üretim ve diğer ekonomik faaliyetlere geri dönüş.
Hollanda Başbakanı bu durumu “şeytani bir açmazdayız” diye tanımlarken, (2) kapitalist hükümetlerin nerdeyse tamamı ikinci stratejiye yöneldiler (yeni bir salgın dalgasını tetiklemeyi de göze alarak). Üretime bu aydan itibaren geri dönmeyi, okulları, fabrikaları, alışveriş merkezlerini, restoranları, küçük işyerlerini yeniden açmayı planlıyorlar.
Okullar, dükkânlar, restoranlar, fabrikalar açılıyor
ABD değişik eyaletlerde eş anlı olmayan bir üretime ya da işe geri dönüş planlıyor. Bu bağlamda bazı eyaletler hali hazırda fiziki mesafelenmeyi gevşetip, işe başlama programlarını açıkladılar.
Örnek olarak, Boeing şirketi 27.000 işçisini yeniden işe başlatıyor. (3) Trump ayrıca verdiği bir talimat ile tüm et üretim-işleme işletmelerinin salgın boyunca açık tutulması, yani işçilerin tam kapasite ile çalışmalarını sürdürmesi zorunluluğunu getirdi. Bu kararın öncesinde bazı et işletmeleri üretimlerini yüzde 20’ye kadar düşürmeyi planladıklarını açıklamışlardı. Bu karar patronları mutlu ederken, sektörde çalışan işçiler sağlık güvenliği ile ilgili önlemlerin yetersizliği ve virüs kapma riskinin yüksekliğinden dolayı çalışmayı reddediyorlar. (4)
Avrupa’da; Almanya Wolkswagen fabrikalarında yeniden iş başı yaptırıyor. Ayrıca küçük dükkânlar açılabilecek ve bu aydan itibaren çocuklar okullarına gidebilecekler. Danimarka ve İzlanda’da kreşlerin, okulların ve üniversitelerin açılıp, küçük dükkânların da faaliyetlerine izin verilirken, Norveç’te kişisel temasa dayalı hizmetler (kuaförler gibi) artık serbestçe verilebilecek. Avusturya küçük dükkânların, okulların yanı sıra restoranların da 2 Mayıs’tan itibaren açılmasını kararlaştırdı. Benzer uygulamaları İsviçre ve Hollanda da başlattı. Şimdilik alışveriş merkezlerini açacak tek ülke ise Hırvatistan olacak. Bu ülkede şehirlerarası seyahat yasağı bu ay kalkıyor. (5)
Türkiye’de üretime ara verilmiş miydi?
Türkiye’de ise ekonomik kapanma (talep azalması nedeniyle) otomotiv sektöründeki geçici olarak faaliyet durdurma, restoran, kuaför gibi hizmete dayalı işyerleri ve kamu sektörü dışında gerçekte yaşanmadı.
Başta tekstil gibi emek yoğun sektörlerde üretim faaliyetleri devam etti. 65 yaş üstü ve 20 yaş altına getirilen evde kalma zorunluluğu, fiziksel mesafelenme ve hafta sonları 31 ilde uygulanan sokağa çıkma yasakları, şehirlerarası seyahat yasağı dışında her hangi bir yasak getirilmedi. Çalışma yasağı gündeme getirilmedi, hatta sokağa çıkma yasaklarına rağmen madenler de dâhil olmak üzere bazı kentlerde (özel izinle) işçiler fabrikalarda üstelik çoğu kez maske dahi olmaksızın, çalıştırıldılar. (6)
Bu durum işçiler arasında hastalığın yayılmasına neden oldu. Örneğin yaklaşık 12 bin maden işçisinin fiili olarak çalıştığı Soma’da, salgına rağmen işçilerin hiçbir önlem alınmadan çalıştırılmaya devam ettirilmesinin sonucunda 200 civarında işçinin virüs kaptığı belirlendi. (7)
Kadın işçiler çalışmaya devam ettiler
Koronavirüs nedeniyle ortaya çıkan mağduriyetin önlenmesiyle ilgili çıkartılan yasaların da görmezden geldiği bir işçi sınıfı katmanı olan ücretsiz aile işçileri ve bir kısım kendi hesabına çalışanlar üretimlerini sürdürdüler. Evlere gündelikçi olarak temizliğe giden kadın işçilerse büyük risk altında bu işlerini sürdürmek durumunda kaldılar.
Karantina günlerinde işte olanların çok önemli bir kısmının (özellikle de tekstil ve konfeksiyon fabrikalarındaki işçilerin) kadın olması, salgının yükünün de ağırlıklı olarak onlar tarafından taşındığını gösteriyor.
Bu nedenle de Ramazan Bayramı sonrasında karantina ya da evde kal uygulamalarının gevşetileceği sözü aslında emekçilerin çok büyük bir kısmı açısından müjdeli bir haber değil.
Evde kal: Ama nasıl?
Özellikle de salgının çok hızlı yayıldığı haftalarda evde kalmanın doğru bir yöntem olduğu konusunda (sürü bağışıklığı yöntemini savunanların dışında) hemen herkes hem fikirdi.
Diğer yandan evde kalmanın kendi de, çalışmak için dışarı çıkmak kadar sorunlu. Özellikle de sınıfsal ayrımın, dolayısıyla da olanakların devasa bir biçimde farklılaştığı, bazılarının (deyim yerindeyse) evlerinin adeta “yeryüzü cenneti” halindeyken, bazıları için evlerin küçük birer cezaevi anlamına geldiği bir toplumda, evde uzun süreli kalmayı savunmak da adil değil.
Öncelikle; 65 yaş üstündeki ve 20 yaş altındaki onlarca milyon insan için (özellikle de yoksul ve yoksunlar için) cezaevi tanımlaması uygun düşüyor. Mahalledeki parka dahi gidememek, hareketsiz kalmak, yaşlı insanların fiziki olarak sağlık sorunlarını artırırken, gençleri en hafif deyimle bunalttı. Yalnız yaşayan yaşlıların gıda temini sorunu ise başlı başına bir sorun olarak akıllarda kaldı.
Ayrıca “evde kal” uygulaması, endişe ve kaygı artışları gibi gelecekle ilgili belirsizliklerden kaynaklı ruhsal sorunlara neden olabildiği gibi, başta kadın ve çocuklara yönelik olmak üzere ev içi şiddetin de artmasıyla sonuçlandı. Keza uyuşturucuya ve alkollü içkilere yönelimin de arttığı gözlemleniyor.
‘Evde kal’manın sürpriz iyi yanları
Kuşkusuz, evde kalmanın olumlu yanlarının olduğu da ileri sürülebilir. Örneğin evde kalma nedeniyle çocuklar hem daha iyi uyuyup, daha fazla dinlenebilirler, daha az endişe duyarlar, istedikleri şeyleri daha çok yapabilirler, aileleriyle etkileşimi öğrenerek daha mutlu olabilirler.
Brooklyn Rail gazetesine verdiği röportajda ekonomist José Tapia ekonomik yavaşlamanın hayatlarımızı olumlu yönde etkileyebileceğini ileri sürüyor. Ona göre fazla mesailer ortadan kaldırıldığında ve genel olarak da çalışma saatleri azaltıldığında insanlar daha fazla uyuyabiliyorlar ve daha fazla egzersiz yapabiliyorlar. Daha az sigara ve alkol tüketiyorlar, daha çok dinleniyorlar, tehlikeli sanayi ekipmanlarıyla daha az zaman harcıyorlar. Daha az insan trafiğe çıkıyor ve daha az karbondioksite maruz kalıyor. Keza böyle dönemler insanlar arasındaki sosyal dayanışma ağlarının güçlenmesine de yardımcı oluyor, bu da sağlıkla ilgili daha iyi sonuçlara yol açabiliyor. (8)
Salgın döneminde evde kalmanın yukarıda sözü edilen sürpriz faydalarının temel ihtiyaçları karşılanan, gelir yetersizliği içinde olmayan, bahçeli, internetli, orta sınıf ve üstü aileler için geçerli olduğu ileri sürülebilir.
Farklı sınıfların ‘evde kal’ı da farklı oluyor
Diğer taraftan böyle zamanlarda evde kalmak büyük çoğunluğu yoksul ve düşük gelirli ailelerden oluşan toplumlarda gıdadan yoksun kalmak, aç kalmak, telefon, doğal gaz, elektrik, su, kira, anapara taksiti, faiz gibi ödemelerini yapamamak anlamına geliyor. Bu kesimler için Korona salgınından ölmek ile açlıktan ölmek arasında çok ince bir çizgi olduğu da aşikâr.
Ayrıca böyle evlerde internet, plazma TV ya da geniş bir kitaplık (okuma alışkanlığının da düşük olduğu beklenir) imkânlarının çok sınırlı olması (maddi olarak ihtiyaçları karşılansa dahi), kendilerini bu kapalı mekânlarda oyalamalarını da önlüyor.
Göçmenler ve sığınmacıların durumu çok daha kötü
Toplumun büyük bir kısmınca hiç dikkate alınmayan, varoşlarda yaşamak zorunda kalan toplulukların, göçmenlerin, sığınmacıların evlerine, kamplarına kapatılması ise bambaşka yoksunluklara ve sağlık sorunları da dâhil psikolojik sorunlara yol açıyor.
İngiltere’deki bir araştırmacının Korona günlerindeki gözlemleri bu açıdan çok çarpıcı. Ona göre; sosyal mesafelenme ya da izolasyon mültecileri ve sığınmacıları diğer insanlardan çok daha fazla etkiliyor. Çünkü salgınla birlikte bunların güvendiği dayandığı enformel destek ağları ortadan kalktı. Tek odalı evlere tıkılmış, küçük çocuklu, dil bilmeyen ebeveynler acil gereklilikte dahi sağlık hizmeti alamıyorlar, mahalle doktorunu dahi arayamıyorlar (bazıları çocukları ellerinden alınır korkusuyla bunu yapmıyor). Normal koşullarda onlara bu tür destekler enformel destek ağları ve kişiler tarafından sağlandığından, sosyal izolasyonla bu imkan ortadan kalkınca bu kesimler büsbütün kaderleriyle baş başa kaldılar. Sosyal izolasyon bu tür destek gruplarının da faaliyetlerini büsbütün durdurmasıyla sonuçlandı. (9)
Türkiye’ye sığınmak durumunda kalan ve sayılarının 4,5 milyonu bulduğu ileri sürülen, başta Suriyeli mülteciler olmak üzere mültecilerin, salgın döneminde nasıl hayatta kalabildikleri ya da ne tür sorunlar yaşadıkları ise hala içinde yaşadığımız toplumun büyük bir kesiminin dert edinebildiği bir konu değil.
İşsiz ve yoksul haneler
Eve kapanmanın en yakıcı sonucu kuşkusuz emeğinden başka satacak gücü olmayan ve bir ay sonrasını bile idare edebilecek düzeyde maddi birikime sahip bulunmayan emekçilerin işsiz ve gelirsiz kalmaları.
Küresel çapta bu yılın ilk üç ayında 305 milyon insanın işsiz kaldığı, ABD’de sadece 6 haftada işsiz sayısının 30 milyonu aştığını biliyoruz. Türkiye’de ise işsiz sayısının 6,5 milyon kadar artarak 10 milyona yaklaşabileceği ileri sürülüyor. (10)
Tüm dünyada resmi olarak işsiz kalanlara (çok yetersiz olsa da) çeşitli ücret ve gelir destekleri yapılıyor. Oysa bu desteklerden hiç yararlanamayan çok geniş bir işçi sınıfı kitlesi var: Kayıt dışı çalışanlar.
Kayıtdışı çalışanlar en korumasız olanlar
ILO’ya göre dünyadaki istihdamın yüzde 61,2’si kayıt dışı sektörlerdeki istihdamdan oluşuyor. Buralarda çalışan işçilerin çok büyük bir kısmı da devlet kurtarmalarının dışında kalan işletmelerde çalışıyorlar. Bu nedenle de kriz dönemlerinde bu işçiler tamamıyla korumasız kalıyorlar. Yükselen ekonomilerde bu oran yüzde 70’i buluyor. Yani bu ülkelerde her 3 işçiden ikisi kayıt dışı çalışıyor. 2018 yılında küresel çapta 2 milyar işçi kayıt dışı çalışıyordu (ILO, 2019 için bunu 1,6 milyar olarak tahmin ediyor). Bunlar hakları olmayan, kötü çalışma koşullarında çalışan, sosyal korumadan mahrum işçiler. Bir ekonomik krizde aileleriyle birlikte krizden en çok etkilenen kesimler. Bu kriz bir de bir pandemi ile birlikte geldiğinde durum onlar için tam bir felakete dönüşüyor. (11)
Türkiye’de büyük bir emek sömürüsüne maruz bırakılan mevsimlik tarım işçilerinin yaygınlığı ve bunların önemli bir kesiminin de kadın ve çocuk işçilerden oluştuğu dikkate alındığında, kayıt dışı işçiler açısından evde kal stratejisinin çok da anlam ifade etmediği anlaşılabilir.
Sağlık kadar sosyal güvenlik ağı da gerekli
Dolayısıyla da eğer insanların yaşam koşulları onlara yeterli imkân tanımıyorsa evde kalmayı, sosyal ya da fiziksel mesafelenmeyi önermek (toplum sağlığı açısından çok önemli olsa da) çok anlamlı değil. Salgının neden olduğu sorunlar hafifletilmek isteniyorsa, hem sağlıkla ilgili radikal önlemler alınmalı, hem de güçlü sosyal güvenlik ağları oluşturulmalı. Bunlar yapılırken de orta ve üst sınıflara mensup kesimlerden önce, işçi sınıfının en yoksulu ve yoksunu konumundaki kayıt dışı işçilerin ihtiyaçları ön planda tutulmalı.
Bu salgının önemini artırdığı bir istihdam biçiminin “evden çalışanlar” olduğu ileri sürülüyor. Salgın uzaktan erişim teknolojisini izin verdiği; bilişim, haberleşme, finans danışmanlığı, avukatlık, muhasebecilik-mali müşavirlik ya da üst düzey yöneticilik gibi mesleklerde evden çalışmayı artırdı. Bu kesimler gerek yaşam koşulları, gerekse de aldığı ücretlerin yüksekliği nedeniyle sınıfın diğer katmanlarına göre daha iyi durumdalar.
ABD’de böyle çalışanlar toplam işgücünün yüzde 35’ini oluşturuyor. Evlerinden, laptopları ile çalışıyorlar ve kriz öncesindeki gibi ücretlerini almaya devam ediyorlar. Böylece diğerlerine göre salgından çok daha az etkilenmiş görünüyorlar. (12)
Emeğin 24 saat denetimi
Diğer taraftan bunların da evde kalmanın neden olduğu psikolojik ve fiziksel sorunların yanı sıra maruz kaldıkları bir başka sorun var. Bunlar işverenleri tarafından 24 saat çalıştırılabilecek konumdaki işçiler. Zamanla her hangi bir sınırları yok, her an erişilebilir konumdalar. Bu nedenle de ücretleri aynı kalsa da bunun için neredeyse 24 saat boyunca çalıştırılıyorlar. Bu da emek sömürüsünü artırıyor.
‘Evde kal’ın kazananları
Ayrıca Netflix ve Amazon şirketlerinin salgın boyunca artan zenginliği de evde kal stratejisinden işçilerin genel olarak kaybetmelerine karşın, bazı sermaye gruplarının kârlı çıktığını gösteriyor.
Öyle ki bu yılın ilk 3 ayında da Netflix şirketi 799 milyon dolar kâr elde etmiş (geçen yılki ilk 3 ayın 2 katı) (13), Amazon şirketinin kurucusu Jeff Bezos’un serveti ise şirketinin borsa değerinin yüzde 5 artmasından dolayı 25 milyar dolar daha artmış. (14)
Kapanma neo-liberalizmin sürdürülmesi ve otoriterliği artırmak için kullanılıyor
Son olarak, sosyal izolasyon, evde kal, oto karantina gibi önlemlerin neo-liberalizmi derinleştirmeye ve beraberinde otoriterliği artırmaya hizmet ettiğini (ya da bu amaçla kullanıldığını) ileri süren görüşler de mevcut.
Bunlara göre, bu önlemler aslında toplumu kontrol etmek amacıyla gündeme getirildiler, çünkü hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve böylece de gelecekte otoriter rejimlere uygun toplumların yaratılması amaçlanıyor. Örneğin, seçkinlerin (tıpkı 2008 krizi sonrasında yaptıkları gibi), ekonomideki bu kapanmaları ve eve kapatılmaları, “Şok Doktrini”nin bir aracı olarak kullanacakları iddia ediliyor.
Bu bağlamda soldan yapılan bir değerlendirmeye göre; ekonomilerdeki bu kapatılma hali sürerse, bu durum daha fazla konsolidasyona, daha fazla özelleştirmeye, kemer sıkmaya, daha fazla kamusal hizmet programının kısıtlanmasına, böylece daha fazla işsizliğe, yoksulluk ve açlığa, evsiz insana (yani çok daha büyük bir toplumsal bunalıma) neden olacak. Egemenler ayrıca istihdamı daha fazla güvencesizleştirecek, işçileri daha fazla örgütsüzleştirecekler. Kısaca sermaye bu durumu işçileri iyice ezme stratejisinin bir aracı olarak kullanacak. Bu nedenle de vakit geçirmeden ekonomilerin tekrar açılmasında yarar var. (15)
Bu yaklaşımı savunanlara göre, “ekonomilerin yeniden açılmasını savunmak kârın insan sağlığının üzerinde tutulmasını savunmak anlamına gelmiyor”. Çünkü ekonomi olmadan insanların işi, aşı, zorunlu giderlerini karşılayacak gelirleri de olmuyor.
Ayrıca (salgın tüm dünyayı etkilemekte olsa da) ülkelerin bu salgınla mücadelede kullanabilecekleri kaynaklara ilişkin olanaklar çok asimetrik. Örneğin ABD, trilyonlarca dolar basarak ekonomisini ayağa kaldırabilme imkânına sahipken, özellikle de çok kırılgan ekonomilere, çok yüksek borç stoklarına sahip azgelişmiş ülkelerin, (ekonomilerindeki bu kapanma ve kriz hali sürerse), çok daha büyük sorunlar yaşaması ve sonunda kaçınılmaz olarak IMF gibi örgütlere başvurmaktan başka çareleri kalmıyor.
Bu yüzden de yapılması gereken şeyin; olabildiğince az insanın salgından zarar görmesini sağlarken, aynı zamanda da ekonomiyi açık tutmak olduğu (örneğin İsveç’in izlediği yolla bunu başardığı) ileri sürülüyor. (16)
Faşizme karşı bir ceo, özgürlükçü bir Trump (!)
Çağın otomobili sayılan elektrikli otomobilin üreticisi olan Tesla’nın CEO’su Elon Musk ise, salgın sebebiyle uygulanan sokağa çıkma ve dükkân açma yasakları için “Bu faşizm. İnsanlara özgürlüklerini geri verin” (17) ifadesini kullanıyor.
Trump başta olmak üzere sağcı think-tank kuruluşları ve ABD’li milyarderlerse Koronavirüsün ekonomik ve sosyal etkilerinin, neden olduğu sağlık etkilerinden çok daha büyük olduğunu ileri sürerek, olabildiğince çabuk bir biçimde ekonominin yeniden açılmasını, işçilerin yeniden işbaşı yapmasını, AVM’lerin açılmasını talep ediyorlar. Bu taleplerini haklı gösterebilmek için de ülkedeki artan işsizliği gerekçe olarak gösteriyorlar.
Geçtiğimiz haftalarda bu sözler karşılık buldu ve sokaklara taşındı. ABD’nin muhtelif eyaletlerinde, aşırı sağcı bazı örgütler ve bazı sermaye gruplarınca kurulmuş olan muhafazakâr ve aşırı sağcı vakıflar tarafından organize edilen (18) ve sayıları binleri bulan kalabalıklar sokaklara çıkarak karantina politikalarını protesto edip, bu uygulamaların kaldırılmasını talep ettiler.
Taşıdıkları dövizler arasında aşı karşıtı, komünizm karşıtı, 5G karşıtı dövizler ve “virüsün Tanrının bir cezası olduğunu” ileri süren dövizler vardı. Genel olarak protestocular devletin piyasalara ve işletmelere yasak koyarak tiranlık yaptığını iddia ettiler. Trump ise gösterileri kendiliğinden ve insanların hayatlarını geri istemeleri ve işe dönmek istemeleri olarak yorumlayarak destekledi.
Devam edecek: Ekonomileri erken açmak ne kadar doğru?
Dip notlar:
- https://www.worldometers.info/coronavirus (3 Mayıs 2020).
- https://www.bloomberg.com/opinion/articles/2020-04-21/coronavirus-haphazard-reopening-risks-health-and-economy (21 April 2020).
- https://www.washingtonpost.com/business/2020/04/21/boeing-workers-are-wary-factories-reopen-after-coronavirus-lockdown ; https://www.bloomberg.com/opinion/articles/2020-04-21/coronavirus-haphazard-reopening-risks-health-and-economy (21 April 2020).
- https://edition.cnn.com/2020/04/28/politics/defense-production-act-executive-order-food-supply.
- https://www.bloomberg.com/graphics/2020-europe-eases-lockdowns (20 April 2020).
- https://sendika63.org/2020/04/dev-tekstil-fabrikalarda-maske-verilmedi-atesi-olan-isciye-atesi-dussun-diye-yuzu-yikatildi (3 Nisan 2020).
- http://yeniyasamgazetesi.info/chp-soma-icin-acil-onlem-uyarisi-yapti (25 Nisan 2020).
- Jeff Sparrow, “A recession devastates people’s lives. But there are surprising health benefits when capitalism stops working”, https://www.theguardian.com (28 April 2020)’den aktaran Michael D. Yates, https://www.facebook.com/michael.d.yates.10 (28 Nisan 2020).
- Reza Gholami, “Coronavirus: Social distancing is cutting asylum seekers off from education and support”, https://theconversation.com (6 April 2020).
- http://mustafadurmusblog.blogspot.com/2020/05/1-mayis-biz-durursak-hayat-durur.html.
- C. P. Chandrasekhar and Jayati Ghosh, “Informal workers in the time of Coronavirus”, http://www.networkideas.org (24 March 2020).
- Robert Reich, “Covid-19 pandemic shines a light on a new kind of class divide and its inequalities”, https://www.theguardian.com (26 April 2020).
- https://itep.org/pandemic-profits-netflixs-record-profit-haul-past-tax-avoidance-raise-questions-about-tax-laws-weaknesses (29 April 2020).
- https://ips-dc.org/billionaire-bonanza-2020 (23 April 2020).Mike Whitney, “Lifting the Lockdown; Easy Does It”,
- https://www.unz.com/mwhitney/lifting-the-lockdown-easy-does-it (26 April 2020).
- Mike Whitney, “Sweden Is Right. The Economy Should be Left Open”, https://www.globalresearch.ca (20 April 2020).
- https://tr.euronews.com/2020/04/30/elon-musk-tan-koronavirus-yorumu-insanlar-eve-zorla-kapatmak-fasizmdir (30 Nisan 2020).
- https://mronline.org/2020/04/30/carnivals-of-the-damned-the-u-s-far-right-fights-the-lockdown (30 April 2020).