Yusuf Alataş
Davanın 20 Eylül 2019 günlü bir önceki duruşmasında, esas hakkındaki görüşlerimizi açıklarken:
“…yargı iki şekilde işlev görebilir: Birincisi, yargının olması gereken asıl işlevidir ki bu, suç işleyenlerin yargılanıp, cezalandırılması ve adaletin yerine getirilmesidir. İkincisi, yargının siyasi amaçlarla araç olarak kullanılmasıdır. Örneğin, devletin örtülü ya da doğrudan desteği ile muhalif kesimlere yönelik suç işleyenlerin, özellikle de kamu görevlilerinin yargı eliyle bu yasadışı eylemlerinden aklanmasıdır.”
Demiş ve devamında, bu davada yapılan yargılamanın, aralarında Eski İçişleri Bakanı ve Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin, Özel Harekat Dairesi ile askeri makamlar arasında Koordinatörlük yapan ve özel harekat polislerinin seçim ve eğitiminden sorumlu Korkut Eken’in ve özel harekat polislerinin bulunduğu sanıkların, yargı eliyle aklanması sürecine dönüştüğünü belirtmiştim.
Bu gün (13.12.2019) yapılan duruşmada, Cumhuriyet Savcısının önceden mahkeme bilgisayarına kaydedilmiş esas hakkındaki görüşünü dinlerken, yukarıdaki görüşlerimizin ne denli doğruyu yansıttığına tanık olduk. Savcılık adeta “İddia Makamı” yerine “Savunma Makamı”na dönüşmüştü.
On iki sayfadan oluşan esas hakkındaki görüşün tamamı, uzun uzun itirafçı olup, bu davanın açılmasına neden olan Özel Harekat Polisi Ayhan Çarkın’ın değişik aşamalardaki ifadelerinin ne kadar çelişkili ve geçekle bağdaşmadığı üzerine kurulmuştu ve sonuçta da tüm sanıkların beraatlerine karar verilmesi talep ediliyordu.
Cumhuriyet Savcısına göre, davada tanık olarak dinlenilen Başbakanlık Teftiş kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın, Eski İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’nın, Eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür’ün ve gizli tanık Ayışığı’nın beyanları ve dilekçelerinin üzerinde durmaya, esas hakkındaki görüşte bunları tartışmaya hiç gerek yoktu.
Cinayetlerin sadece özel harekat polisleri tarafından kullanılan Uzi marka silahlarla öldürülmüş olmaları da önemli değildi.
Aynı şekilde, sanıklardan İbrahim Şahin’in ve Korkut Eken’in İstanbul 6. Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 12.02.2001 tarih ve 1997/180 E.- 2001/36 K. Sayılı kesinleşmiş kararı ile Sanıklar İbrahim Şahin ve Korkut Eken “silahlı örgüt yöneticisi” oldukları, Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça’nın da “silahlı örgüt üyeleri” oldukları nedeniyle cezalandırıldıkları da hiç önemli değildi.
Zaten daha yargılamanın başından itibaren, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın mahkeme önündeki ifadesi ile, “En azından devletin bilgisi dahilinde” işlenen (faili belli) cinayetlerin sorumlularının ortaya çıkarılıp, cezalandırılması amacından uzaklaşılmış, adalet kayıplara karışmıştı.
Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki görüşünden sonra, Mahkemenin kararını açıklaması için sadece birkaç dakika gerekiyordu. Sonuç, tüm sanıkların beraatine…
Böylece, Adalet Bakanlığı’nın sürekli olarak yazılı bilgi istediği, İçişleri Bakanlığı’nın kendi eski bakanları olan Mehmet Ağar için mahkemeye “Mehmet Ağar hakkında bilgi ve belge bulunmadığı”nı bildirdiği; 19 kişinin öldürülmesinden sorumlu oldukları iddiası ile yargılanan Mehmet Ağar ve Korkut Eken için hiç tutuklama talep edilmediği, İbrahim Şahin’in de birkaç ay için de serbest bırakıldığı; Cumhuriyet Savcısının bırakın tutuklama talep etmeyi, sanıkların duruşmaya dahi gelmemesi için, sanıkların duruşmadan vareste tutulmasını talep ettiği, “faili belli cinayetler davasının ilk aşaması beraatla sona erdi.
Fakat dava bitti mi? Hayır bitmedi. “Kayıp olan Adalet bulununcaya dek” de bitmeyecek. Mücadeleye devam.
Unutmayalım ki “Gerçeklerin, er geç bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır”.