Gelir ve servet eşitsizliği döviz kurunu yükseltiyor!

Prof. Dr. Mustafa Durmuş

1 ABD doları 1 hafta önce 6.85 TL iken dün 7.30’un üzerine çıktı. Yani 45 kuruş değer kazandı. Bu; TL’nin dolar karşısında sadece 1 haftada yüzde 6,6 değer kaybettiği anlamına geliyor.

Dolar diğer paralar karşısında değer yitiriyor, TL hariç          

Üstelik dolar, başta avro olmak üzere diğer rezerv paralar karşısında değer kaybederken (1), TL dolar karşısında daha da zayıfladı.

Önce kısaca, doların neden diğer ulusal paralar karşısında değer yitirdiğine değinelim. Bu konuda en az 4 faktör sıralanabilir.

İlk olarak, ABD’de Korona salgını ile ilgili işler hiç iyiye gitmiyor. Günlük yeni vaka sayısı 50.000’e dayanırken, ülkede salgın yüzünden hayatını kaybedenlerin sayısı 160.000’e yaklaştı.

İkinci olarak, ülke ekonomisi ciddi bir resesyonda, yani tarihindeki en sert ekonomik küçülmelerden birini yaşıyor.

Üçüncü olarak, ülkede 1929 yılından bu yana en derin işsizlik yaşanıyor. Öyle ki Salgının başladığı Mart ayından bu yana işsizlik yardımı başvurusu yapanların sayısı 55,3 milyonu buldu. Bu sayı Salgın öncesinde 4,4 milyon ve 2008 Büyük Resesyonu sırasında ise 12,6 milyondu. (2)

Son olarak, Devlet Başkanı Trump’a ve onun yönetimine olan güvenin dibe vurmakta olduğu bir süreç yaşanıyor.

Bu gelişmeler, ABD gibi parası petrol ve altın alımında tek geçerli rezerv para olan dünyanın en büyük ekonomisine bile olan güveni azaltır ve yatırımcıların gözünde onun güvenli liman olma özelliğini zayıflatır. ABD dolarının son günlerde yaşadığı şey de bu.

Buna rağmen TL dolar karşısında değer kaybediyor. Üstelik ABD yönetimi üzerinde çalışılan yeni bir teşvik paketini henüz açıklamadı.(3) Bu pakette zor durumdaki şirketlere yüzlerce milyar dolarlık yeni mali desteklerin verilmesi öngörülüyor.

Bunun ilk etkisinin doları güçlendirmek ve ABD’yi sermaye hareketleri için güvenli liman yapmak olacağı açık. Bu paket, FED’in faiz artırmasına, buradan hareketle de uluslararası sermayenin kendi güvenli limana geri dönmesine benzer bir etki yaratır. Bu da gerçekleştiğinde TL’nin dolar karşısındaki kan kaybı devam edecektir.

Sorun ‘yerli ve milli’: Ekonomi ve siyaset yönetimine olan güven iyice azaldı

Böylece TL’nin dolar karşısında değer kaybetmesi Türkiye ekonomisinin ve siyasetinin sorunlarıyla yakından ilgili. Yani “dış güçler” söylemleriyle başlayan ve artık hiçbir inandırıcılığı kalmayan komplo teorilerini bir kenara bırakıp içerdeki “yerli ve milli” sorunlara kulak vermek gerekiyor.

Dolardaki yükselişi açıklarken, ülkenin önde gelen ekonomistleri (haklı olarak) Türkiye ekonomisinin ve siyasetinin yönetiminin derinleşmekte olan sorunlarına ve yetersizliklerine atıfta bulunuyorlar.

Yani sırasıyla; vadesi gelen büyük çaptaki özel sektör dış borç geri ödemeleri, cari açığın artması ve bunun da döviz ihtiyacını artırması, ülke risk puanını gösteren CDS’lerin 600’e doğru tırmanışa geçmesi, içerde uygulanan negatif reel faiz oranlarının yarattığı dolarizasyon baskısı, Merkez Bankasının son dönemde geniş çaplı olarak emisyona gitmesinin TL’yi daha da değersizleştirmesi, yabancıların TL cinsinden portföylerini boşaltarak çıkış yapmaları ve diğer yabancı sermaye çıkışlarındaki artışlar (buna karşılık yeni yabancı kaynağın gelmemesi), Merkez Bankası rezervlerinin ciddi biçimde erimesi (son 4 ayda 40 milyar dolar eridi (4), durumun döviz SWAP’larıyla kurtarılmaya çalışılması, 10 milyonun üzerine çıkan işsizlik, artan yoksulluk ve Salgın yönetiminde gösterilen zafiyet yüzünden salgın vakalarının tekrar artışa geçmesi…

Bu faktörleri inkâr edebilmek mümkün değil. Çünkü bunlar ülkenin ekonomisi ve siyaseti ile ilgili ciddi belirsizlikleri, riskleri sergiliyor ve güven sorununa dikkat çekiyor ki döviz kuru başta olmak üzere parasal tüm göstergeler bu güven yitiminden doğrudan etkileniyor.

IMF raporu: Türkiye ekonomisi şoklara çok duyarlı

Lafı daha fazla uzatmadan Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) birkaç gün önce yayınlanan Dış Finansman Raporu’nda anlatılan Türkiye bölümünü özetleyelim. (5)

IMF, ülkenin dış yükümlülüklerinin bileşimi ve büyüklüğü; döviz rezervlerinin (2020 Mayıs ayı ortası itibariyle) 22 milyar dolar azalarak 26 milyar dolara gerilemiş olduğu (işin gerçeği bugün döviz SWAP’ları düşüldüğünde net rezervler ciddi miktarda eksiye gerilemiş durumda); 2020 yılının ilk çeyreğinde dışarı giden sermayenin 6 milyar doları bulduğu (Temmuz sonu itibariyle 10 milyar doları buldu); 2020-2021 döneminde yılda GSYH’sinin yüzde 23’ü oranında dış finansmana ihtiyaç olduğu gibi gerçekler dikkate alındığında; Türkiye ekonomisinin likidite şoklarına, yerli ve yabancı yatırımcılardaki güven değişimlerine ve küresel faiz oranlarındaki artışa son derece duyarlı bir konuma geldiğinin altını çiziyor.

Göz ardı edilen diğer gerçekler

Ne ekonomistlerin, ne de uluslararası raporların sözünü ettiği diğer bazı gerçekler daha var: Sırasıyla; devlet eliyle yaratılan rant ile yüksek kur arasındaki ilişki ve gelir ve servet bölüşümü eşitsizliği ile kurdaki yükseliş arasındaki ilişki.

Öncelikle rantı ele alalım. Gerçi bazı iktisatçılar yazılarında son aylarda Merkez Bankası rezervlerinin kullanılarak kamu bankaları aracılığıyla (adeta arka kapıdan) bazı şirketler başta olmak üzere, piyasalara göreli olarak ucuz döviz sağlamasından defalarca söz ettiler. Nitekim bu yolla son 1 yılda piyasalara 100 milyar dolarlık dövizin piyasa fiyatının altında verildiği ileri sürülüyor. (6)

Böyle bir operasyon, kuru belli bir düzeyde tutmak gerekçesiyle savunulabilirse de, bunun en az iki sonucu oluyor:

İlki Merkez Bankası rezervlerini eritmesi ve bunun bir süre sonra kuru fırlatması.

İkincisi ise hemen bununla ilgili olarak, bu yolla bazı sektörler ve bu sektörlerde faaliyette bulunan şirketlere rant aktarılması.

Ucuz faiz gibi, ucuz döviz de bir rant aktarımı

Aslında ekonomiyi yakından takip edenler bu şirketlerin, iktidara yakın büyük sermaye gruplarına ait ağırlıklı olarak inşaat ve enerji şirketleri olduğunu biliyor. (7)

Bu şirketler öyle palazlandılar ki, aldıkları her türden devlet desteği sayesinde patronları ülkenin sayılı dolar milyarderleri arasına girdi, servetlerine servet kattı. Kendileri süper zenginler haline gelirken, geriye deyim yerindeyse “zombi şirketler”, yani ölü mü, canlı mı olduğu bilinmeyen, ucuz faiz ve ucuz döviz desteğiyle ayakta kalabilen dev sermaye şirketleri ve ağır koşullarda çalıştırılan yoksul işçiler bıraktılar.

Dövize dönük kamu bankalarınca yapılan operasyonlar (tıpkı faizde olduğu gibi) bunlar için yapılırken, kamu bankaları ciddi boyutlarda görev zararı vermeye başladı. Nihayetinde ülkenin döviz rezervleri tükendi. Böyle olunca da döviz kuru artık engellenemez bir tırmanışa geçti. Bu arada servetine servet katan patronlar daha da büyüdüler.

Kısaca döviz kurundaki hızlı yükselişi (bizce) bilinçli bir biçimde uygulanan ve belli sermaye gruplarını zengin etmekle, dolayısıyla da bir tür rant aktarmakla sonuçlanan, büyük sermayenin belli kesimlerini gözeten sınıf politikalarından ayrı düşünmemek gerekiyor.

Döviz: Arzı kıt, talebi fazla

İkincisi ise bildik arz-talep yasası ile ilgili. Döviz arzı kısıtlı. Adı üstünde başka bir devlete ait rezerv paralardan söz ediyoruz. Bu paraları kendi banknot matbaamızda basıp arzı çoğaltma imkânımız yok. Üstelik turizm sektörünün sağladığı döviz gelirleri tarihin en düşük düzeyinde seyrediyor. İhracat ve ithalat malum: Cari açık tekrar artmaya başladı.

Dövize olan talep tarafında ise yazının girişinde sıraladığımız faktörlere ilaveten (yorumcuların atladığı bir diğer gerçek olan) gelir ve servet bölüşümü eşitsizliği önemli rol oynuyor.

Gelir ve servet eşitsizliği döviz kurundaki yükselişin bir nedeni

Bunu açıklayabilmek için öncelikle bu eşitsizliğin hangi boyutlarda olduğunu özetle gösterelim.

Ülkede en zengin yüzde 1’lik nüfus milli gelirin yüzde 24’ünü elde ediyor. Aynı yüzde 1’lik grup servetin yaklaşık yüzde 54’üne sahip. En zengin yüzde 10’luk kesim ise toplam servetin yüzde 78’ine el koymuş durumda. (8) Bir de bu zenginlerimizin ülke dışındaki vergi cennetleri denilen yerlerde tuttukları döviz cinsinden servetleri var. (Sıkı durun) bu tutar, ülke milli gelirinin beşte birine yani 150-160 milyar dolara denk düşüyor. (9)

“Yerli ve milli” bu süper zenginlerimiz bu serveti içerde ve dışarda büyütmek istiyorlar. Zaman zaman dışardaki bu paralarını ülkeye getirerek de bunu yapıyorlar ama biz asıl olarak bunu ülkede nasıl yaptıklarına odaklanalım.

Parasal servetten söz ettiğimiz için Kanal İstanbul civarında alınan arsalardan ya da hızla imar geçirilerek bir anda değeri onlarca kat artan arazi, arsa yatırımlarını ya da altını dikkate almıyor, daha çok para piyasalarındaki servet biriktirme araçlarından söz ediyoruz. Yani kısaca; banka mevduatlarını, Hazine bonosu ve tahvillerini ve borsayı masaya yatıracağız.

Parasal serveti büyütme araçları

Resmi verilere göre; Türkiye’de yerleşikler servetlerinin yüzde 66’sını mevduat,  yüzde 29’unu Hazine Bonosu ve devlet tahvili (DİBS) ve yüzde 5’ini borsada (BİST) tutuyor.

Türkiye’deki yerli ve yabancı tüm mevduat sahiplerinin (15 Mayıs 2020 itibarıyla) bankalarda toplam 3,1 trilyon TL’lik mevduatı var. Bu mevduatın yüzde 82’si yerleşiklere ait. (10) Böylece bu yerleşiklerin bankalarda tuttukları yaklaşık 2,6 trilyon TL’lik servetleri mevcut ve bu servetin dağılımı şöyle:

TL cinsinden mevduatta 1,335 trilyon TL; döviz cinsinden mevduatta 1,216 trilyon TL (15 Mayıs dolar kuru ile 178 milyar dolar/) olmak üzere toplam 2,560 trilyon TL’lik banka mevduatı söz konusu.

Bu mevduatın (servetin) yüzde 55’i 1 milyon TL’nin üzerinde. 1 milyonun üzerindeki mevduatı olanların sayısı (15 Mayıs itibariyle) 220.000. Korona Salgını döneminde milyoner sayısının 30 bin 470 kişi daha arttığı ileri sürülüyor. (11) Kısaca 1 milyon TL ve üzerinde mevduata sahip 250.000 kişinden fazla insan var Türkiye’de.

Kuşkusuz servet sadece mevduatlarla sınırlı değil. Hazine kâğıtları olarak da adlandırılan DİBS Tutarı (28 Mayıs 2020 itibariyle)  969 milyar TL. Bunun yüzde 94,7’si yurt içi yerleşiklere ait.

Son olarak, BİST İstanbul’un (27 Mayıs 2020 tarihindeki) değeri 135,9 milyar dolar yani o günkü kur ile 927 milyar TL. Bunun da yüzde 74’ü yerlilere ait.  Böylece kabaca TC’de yerleşiklerin 821 milyar TL değerinde borsa kâğıtları var.

Asgari ücretli kadar vergi ödemeyen servet sahipleri

Bu arada bankalardaki mevduatların faiz gelirlerinden asgari ücretliden alınan kadar dahi bir Gelir Vergisi alınmıyor. Hazine kâğıtlarından (yerli ve yabancı fark etmeksizin) sadece yüzde 0-10 arasında bir vergi alınıyor. Borsadaki servetten elde edilen gelirlerdense her hangi bir vergi alınmıyor. (12)

Özetle; dövize olan talebi sadece yukarıda sözü edilen yapısal faktörler değil, gelir ve servet eşitsizliği yüzünden iyice büyüyen, güçlenen büyük servet sahipleri de belirliyor. Ülkede olduğu gibi TL’nin getirisi enflasyonun altındaysa ve MB’nin kullanım biçiminden dolayı TL’nin satın alma gücü sürekli düşüyorsa, ülkede hem ekonomik, hem de politik belirsizlikler ve riskler artıyorsa, büyük servetlerin sahipleri ya servetlerini yurt dışına çıkartmak ya da böyle bir zamanda spekülatif kazançlar sağlamak için dolara, dövize (ve altına) yöneliyorlar. Böylece bu büyük oyuncular kurun sürekli olarak yukarı çıkmasını sağlıyorlar.

Sonuç olarak bir ülkede sadece üretim ilişkilerinin sürdürülebilirliği değil, bölüşüm ilişkilerinin son derece eşitsiz bir hal alması da (bunun sadece piyasalar eliyle değil, devlet tarafından da teşvik edilmesi neticesinde) ulusal paranın değer kaybıyla, dövizin sürekli yükselmesiyle, bu şekilde de yeni servetlerin yaratılmasıyla sonuçlanıyor. 

Ayrıca bu çaptaki bir gelir ve servet eşitsizliği sadece kurun anormal biçimde artmasının nedenlerinden biri değil, aynı zamanda sonuçlarından birini de oluşturuyor. Yani, döviz kuru arttıkça dolar ve avro zenginleri toplumun geri kalanlarıyla arayı daha da açıyor.

Sonuç: Sistemik sorunlar sistemik çözümler gerektiriyor

Böylece hem Korona sonrası çöken ekonominin ayağa kaldırılabilmesi, yeni istihdam ve gelir yaratılabilmesi, hem de döviz kuru artışlarının önlenebilmesi için, böyle bir finansal servet kaynaklı zenginleşmenin önlenmesi gerekiyor. Bunun için de acilen, adaletli bir artan oranlı servet vergisi ve kâr vergisini hayata geçirmek kaçınılmaz hale geliyor.

Merkez Bankası’nın kurdaki artışı yavaşlatabilmek için likidite imkânını azaltmak biçimindeki son müdahalesi ise başarısızlığa mahkûm. Gizli faiz artırımı olarak adlandırılsa da, bu tür operasyonlar ancak diğer şeylerin normal olduğu bir ekonomide para arzını kısarak dolaylı bir faiz artışı, bu da ulusal paranın güçlenmesi etkisini yaratabilir.

Politik ve jeopolitik risklerin hızla artmaya devam ettiği, ciddi bir ekonomik krizin ve bu krizi yönetmeme sorununun yaşandığı bir ülkede kâğıt üzerinde geçerli olan teoriler başarısız kalmaya mahkûm.

Sorunların birinci derecede sorumluluğuna sahip olsalar da, kişiler üzerinden siyasal iktidara yapılan eleştiriler yeterli olmaz. Sistemik sorunlar sistemik, radikal çözümler ve tutumlar gerektirir.  

Anahtar sözcükler: Döviz krizi, Rant aktarımı, Bölüşüm adaletsizliği, Finansal araçlar, Servet vergisi.

Dip notlar:

  1. https://www.ig.com/en/commodities/markets-commodities/us-dollar-basket (7 Ağustos 2020).
  2. Initial unemployment claims, https://anticap.wordpress.com (6 August 2020).
  3. James Politi, Lauren Fedor, “ Republican divisions threaten new US stimulus proposal”, https://www.ft.com (23 July 2020).
  4. Uğur Gürses, “Ankara’daki döviz vakumu”, https://ugurses.net (31 Temmuz 2020).
  5. International Monetary Fund, 2020. External Sector Report: Global Imbalances and the COVID-19 Crisis, Washington, DC,( August 2020), s. 91.
  6. “Reuters: Türk Lirası’nı desteklemek için piyasaya geçen yıldan beri 100 milyar dolar döviz sürüldü”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye (16 Temmuz 2020).
  7. Bu konu ile ilgili detaylar için Bahadır Özgür’ün Gazete Duvar’daki ve Çiğdem Toker’in Sözcü Gazetesi’ndeki araştırmacı-gazetecilik yazılarına bakılabilir.
  8. Mustafa Durmuş, Büyük Değişim: Popülist Otoriterleşme, İMGE Kitabevi,  2019, s. 45.
  9.   Annette Alstadsæter, Niels Johannesen and Gabriel Zucman, “Who Owns the Wealth in Tax Havens?, Macro Evidence and Implications for Global Inequality”  (27 December 2017), s. 28.
  10.  TCMB, Hazine ve Maliye Bakanlığı ve BDDK verileri.
  11. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/salgin-doneminde-milyoner-sayisi-30-bin-470-kisi-artti (6 Haziran 2020).
  12. 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu,  Geçici 67. Madde, https://www.gib.gov.tr (7 Ağustos 2020).