YOK OLMA RİSKİYLE YÜZ YÜZE OLAN DİL ve KÜLTÜRLER (5)
Adnan Genç
Bir zamanlar, ‘Overland’ denilen biçemde, toprakları yürüyerek aşmak ve üzerine; bölge insanlarıyla hemhal olup, yazılar, fotoğraflama çalışmaları ve bilgi/belge toplama çalışmaları yapıyorduk. Kimi ülkelerden olduğu gibi Gürcistan özerk cumhuriyetlerinden, hemen Hopa sınırlarımızda olan ve başkenti de Batum olan Acara Cumhuriyeti cumhurbaşkanı ve turizm bakanının davetlisi olarak; benim gibi alternatif turizm yapanlar ve gene benim gibi turizm yazan gazetecileri davet ettiler… Ülkenin en güzel yerlerini birlikte gezdik. Sonra Gori üzerinden Tiflis’e götürüp en güzel şekilde ağırladılar… Gori’nin bir önemi de Sovyet liderlerden Stalin’in doğduğu yer olması. Kocaman bir müze yapmışlar ve doğduğu ev de bu müzenin bahçesinde ama başka hiçbir yerde Stalin’den başka bir iz yok… Oysa, Moskova’da Stalin neredeyse, bizim babacan sinema oyuncusu Hulusi Kentmen gibi seviliyor ve sayılıyor… Müzelerini, sanat kurumlarını, kimi okullarını gezdik ve bizim Artvin’deki Macahel yaylasının öbür yanına da götürdülerdi…
Biraz Batum’dan söz etmek istiyorum. 1800 ortalarında İngiliz bir şehir plancı tarafından, ‘ızgara usül’ denilen bir yöntemle sokak ve caddeleri birbirini keser ve birbirine paralel biçimde sıralanmış. Ayrıcı kentin yüzde 40’lık bir bölümü de sahilde ve genel olarak dokunulmamış. Yeşil ve büyücek bir park halinde… Şahane bir Botanik ormanları var; dünyanın 9 ayrı flora bölgesinden çiçekli ağaçları ve bitkileri burada; Karadeniz’e bakan tepelerde var ediyorlar. İyi bildiğinizi düşündüğüm Altın Post öyküsüne kaynak olan coğrafya da burası ve uzunca bir sütun üzerinde şahane bir de anıtları var. Yok olmakta olan kültür ve diller bağlamında niye bu denli çok Gürcüstan anlattığımı lütfen yadırgamayın. İki ülke Gürcüleri de zaten birbirleriyle komşu ve ilişkilidir… Kültürel yakınlıktan öte, kültürel aynılık söz konusudur. Arada Hemşinliler ve Lazlar’da da olduğu gibi bura Gürcüleri de Hristiyandır… Size hem Gürcüstan Gürcülerinin talihi ve tarihinden hem de ‘el alarak’ ülkemiz Gürcülerinin varlığından söz etmek istiyorum… Tabii bir dostumuzdan da yardım alarak…
Yok olmakta olan kültürler ve diller konusunda; ilgili dostlarımızın neredeyse, birer ‘misyoner’ gibi yoğun ve sürekli çalıştıklarını biliyoruz. Bu kültür ve diller arasında neredeyse, en şanslılardan biri de Gürcü kültürü ve dili. Çünkü 30-40 yılı bulan ciddi bir çalışma ortamından ve bunun gönüllü bireylerinden biriyle konuşacağız, Uğur Zuboğlu dostumuza; yaşanılan sürecin sorunlarını, çözüm yollarını ve yaptıklarına ilişkin gelişmeleri soracağız… Umarım bu çalışmayı yok olmaya yüz tutmuş, bütün kültür ve dil için mücadele verenler, örnek alır…
Merhabalar. Sizi de pek çok dilbilimcinin pek girişemediği ölçütlerde; Gürcü kültürü ve diline emek veren; kültür ve dil arkeolojisi yapan, dostlarımızdan sayarak bazı sorularım olacak. Acaba Gürcüler’in dili ve kültürü; yok olmaktan kurtulabilecek mi? Resmi ve gayri resmi ne gibi çalışmalarınız oluyor? Hatta, Gürcüler’in ‘tarihi ve talihi’ konularında olabilecek kadar anlaşılır ve kısa bir bilgi verebilir misiniz?
Memnuniyetle yanıtlamak isterim. Gürcü kültürünün var olması yaşayabilmesi için benim gibi pek çok başka dostumuz da var. Dilimizi, kültürümüzün ana unsurlarından olan halk bilimleri ve şarkılarımız ile danslarımızı ve mutfak kültürümüzü yaşatmaya çalışıyoruz. Ben de izninizle önce biraz tarih ve dil üzerine kimi alıntılarla ve mutfak kültürüne ilişkin bildiklerimle konuşmak istiyorum…
Gürcü Kültürü üzerine…
“Gürcistan kültürü, ülkenin uzun tarihi ile beraber gelişmiş, Gürcü dili ve alfabesi üzerine dayanan güçlü bir edebiyat geleneği ve eşsiz bir ulusal kültür barındırmaktadır. Bu özelliği güçlü bir ulusal kimlik sağlayarak tarih boyunca tekrarlanan yabancı işgali ve asimilasyon çabalarına rağmen Gürcü kimliğinin korunmasına yardımcı olmuştur.
Gürcistan kültürü, ülkenin uzun tarihi ile beraber gelişmiş, Gürcü dili ve alfabesi üzerine dayanan güçlü bir edebiyat geleneği ve eşsiz bir ulusal kültür barındırmaktadır. Bu özelliği güçlü bir ulusal kimlik sağlayarak tarih boyunca tekrarlanan yabancı işgali ve asimilasyon çabalarına rağmen Gürcü kimliğinin korunmasına yardımcı olmuştur. Gürcü alfabesi milattan önce 5. yüzyılda bulunmuş ve milattan önce 284’de Iberia krali 1. Parnavaz tarafından geliştirilmiştir. Gürcistan’in orta çağa ait kültürü büyük ölçüde Ortodoks Hristiyanlık, Gürcü Ortodoks ve Apostolik kilisesinden etkilenerek çoğu kez dini bağlılığı yüceltmiş ve destek olmuştur.
Bu çalışmalar kiliseler, manastırlar Gürcü azizlerin ikonlarını içeren sanat eserleri ve Hagiografi (Aziz çalışmaları) içine almıştır. Bu eserlerle beraber dinden bağımsız olarak, milli tarih, mitolojiler ve hagiografik eserler de yazılmıştır. 17. yüzyıl ve sonrasını içeren modern dönemde Gürcü kültürü büyük ölçüde Avrupa’dan gelen kültürel yeniliklerden etkilenmiştir. Gürcü dilini baskıda kullanan ilk matbaa İtalya’da 1620 yılında kurulmuş ve Gürcistan’a ilk defa Tiflis‘e 1709 yılında getirilmiştir. Gürcistan tiyatrosu uzun bir geçmişe dayanmaktadır ve en eski formu olarak bilinen ‘Sakhioba’ milattan önce 3. yüzyıldan milattan sonra 17. yüzyıla kadar var olmuştur. Gürcistan Milli Tiyatrosu 1791 yılında oyun yazarı ve diplomat olan Giorgi Avalishvili (1769-1850) tarafından kurulmuştur. Bu tiyatronun önde giden aktörleri olarak Aleksi-Meskhishvili, David Machabeli, David Bagrationi, Dimitri Cholokashvili ve diğerleri örnek gösterilebilir. Gürcistan Devlet Müzesi 1845 yılında kurulmuştur. Tiflis Devlet Opera ve Bale tiyatrosu ise birkaç yıl sonra 1851‘de kurulmuştur. 19. yüzyılda Gürcü kültürünü temsil eden en önemli sanatcılar olarak Nikoloz Baratashvili (şair), Alexander Orbeliani (yazar), Vakhtang Orbeliani (şair), Dimitri Kipiani (yazar), Grigol Orbeliani (şair), Ilia Chavchavadze (şair ve yazar), Akaki Tsereteli (şair), Alexander Kazbegi (yazar), Rapiel Eristavi (şair), Mamia Gurieli (şair), Iakob Gogebashvili (yazar), Simon Gugunava (şair), Babo Avalishvili-Kherkheulidze (aktör), Nikoloz Avalishvili (aktör), Nikoloz Aleksi-Meskhishvili (aktör), Romanoz Gvelesiani (ressam), Grigol Maisuradze (ressam), Alexander Beridze (ressam), Ivane Machabeli (çevirmen), Okropir Bagrationi (çevirmen), Sardion Aleksi-Meskhishvili (çevirmen), Kharlampi Savaneli (opera şarkıcısı), Pilimon Koridze (opera şarkıcısı), Lado Agniashvili (yerel şarkıcı), Alioz Mizandari (besteci), ve benzerleri örnek gösterilebilir.
Gürcistan’da ilk sinema Tiflis’ de 16 Kasim 1896’da kurulmuştur. Gürcistan’ın ilk sinema belgeseli ‘Akaki Tsereteli’nin Racha-Lechkhumi’ye Yolculuğu“, Vasil Amashukeli (1886-1977) tarafından 1912’de çekilmiş, ilk uzun metrajlı filmi olan ‘Kristine’ ise 1916’da Alexandre Tsutsunava (1881-1955) tarafından çekilmiştir. Tiflis Devlet Sanat Akademisi 1917 yılında kurulmuştur. 20. yüzyılda Gürcü kültürü, Sovyetler Birliği‘nin yönetiminde büyük baskılara maruz kalmıştır. Rusikifasyon olarak adlandırılan Ruslaştırma siyasetine birçok Gürcü şiddetle karşı koymuştur. Gürcistan’ın 1991’de bağımsızlığını ilan etmesinden bu yana kültürde yeni bir diriliş oluşmuş ancak buna rağmen ülkenin ekonomik ve politik sorunlarından dolayı bu gelişmeler Sovyet sonrası dönemde yavaşlamıştır. Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te yaklaşık 14 tiyatro faaliyet göstermektedir. Ülkedeki kötü ekonomik koşullar tiyatro ve diğer sanat dallarını olumsuz etkilemiştir. Ancak, Tiflis’teki kültürel hayatın imkânlar ölçüsünde canlı olduğu söylenebilir. Son zamanlarda sergi salonları sayısı artmakta, sinema salonlarının sayısı azalmaktadır. Televizyon ve radyo faaliyetleri de artmaktadır; iki devlet televizyon kanalı ile 7 özel televizyon kanalı yayın faaliyetinde bulunmaktadır.”
Alıntı sonrası sözü biraz ben alayım ve sonra Zuboğlu’nun ilgi alanına giren konulara dönelim:
Batum’da otelimizden çıkıp biraz fotoğraf çekmek istedik. Yanımızda değerli fotoğraf sanatçısı Faruk Akbaş da var. Tabii NTV Trabzon Bölge Temsilcisi, gazeteci dostumuz Ahmet Kayacık da var. İçimizden birinin makinasında piller bitmiş ve yedek pillerini de otelde unutmuş. Bu nedenle anıtın hemen yanındaki bir bakkalımsı dükkâna girdik. Yüksek tavanlı ve fresklerle kaplı enteresan bir yerdi. Köşede yüksekçe bir ‘fiskos masasında’ hepsi akraba olan, dede, nine, çocukları ve torunları gibi 6-7 kişilik bir grup şarap içerek, sohbet ediyordu. Bize istediklerimizi verdiler ama birer kadeh içmemiz için davet de ettiler. Sevimli ve sıcak bir grup. Tek kelime Gürcüce ve İngilizce bilmeden, kahkahalar arasında Tarzanca konuşarak bir saate yakın kaldık. Çoğu Türkiye’den giden ürünler satıyorlardı ama bisküviler kendi ürünleriydi sanki. Onlarca çeşit ve ev yapımı belli olan ürünler. Çıkacakken ben caddenin adına bakmıştım. K. Gamsakurdiya yazıyordu. Konstantin yani… Benim de Edvard Şavardnadze zamanından duyduğum bir başka Gamsakurdiya vardı. Meğer torunuymuş. Bundan ve doğal olarak bu ailenin etnik kökeninden söz ettim; Megrel’den, yani, Hristiyan Lazlar’dan. Yaşlıca olan hanım, şiddetle itiraz etti ve hepimiz Gücüyüz demeye getirdi. Durumu pek karıştırmamak için usulca çıktık… Taraftarları bu elemanı yeniden Gürcistan başına getirmek için tonla gösteri yapıyordu ve ben de kimilerine tanık olmuştum. Biraz mafyozo tarzı bir muhteremmiş.
Gürcüler’in Türkiye’deki yerleşimleri üzerine de 08 Artvin dergisinden yardım alalım:
“Mesleğinin henüz başında yer alan Buket Çelik, araştırmasından; ‘Artvin halkı ve Artvin kültürü ile birbirlerine çok yakın ve birbirine girintili olan Gürcü kültüründeki birçok şeyi kendi kültürümüzde de olduğunu görecek ve her iki kültürün ne denli birbiriyle bütünleştiğini görmüş olacaksınız. Birinci bölümde Gürcistan hakkında genel bilgi verilirken, Gürcü adının kaynağı ve Gürcülerin kökenine yer verilmiş’… Biz de yukarıda yeterince ayrıntılı verdiğimiz için ilk bölümü atlıyoruz…
İşte Buket Çelik’in araştırmasının ikinci bölümü…
“Günümüzde Gürcistan dışında Türkiye, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri, İran, İsrail, Azerbaycan gibi ülkelerde çok sayıda Gürcü bulunmaktadır. Ama Gürcistan dışında Gürcülerin çoğunluğu Türkiye’de bulunmaktadır. Bunlar Sovyet Türkiye sınırının çizilmesinden sonra Artvin ve yöresinde Türkiye tarafında kalanlarla 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası Acara ve yöresinde göç ederek çoğunluğu Ordu, Samsun, Sinop, Tokat, Amasya, Adapazarı, Bolu, Balıkesir, Bursa, İstanbul yörelerine yerleşen Müslüman Gürcüleridir. Türkiye’de Gürcü nüfusunun ne kadar olduğu kesin olarak bilinmektedir. Bu belirsizlik diğer Müslüman etnik gruplar için de geçerlidir. 1965 ve önceki genel nüfus sayımı sonuçlarında, “ana dil itibari ile nüfus” dökümleri yayınlanmadı. Ama bu sonuçların Müslüman etnik toplulukların gerçek nüfusunu yansıtmadığı bu sayıların çok düşük olduğu bilinmektedir.
Genel nüfus sayımı sonuçlarına göre Türkiye’deki Gürcülerin ya da ana dili Gürcüce olanların nüfusu; 1950’de 72.604, 1955’te 51.982, 1960’da 32.944, 1965’te 34.330 idi. Türkiye’de hızlı bir nüfus artısı olmasına karşın, burada anadili Gürcüce olan topluluğun nüfusunda bir gerileme olduğu görülmektedir. 18 Mart 1991 Cumhuriyet gazetesinden Türkiye’de konuşulan dillere ilişkin bir yazıda, Kürtçe dışındaki azınlık dillerinin birçoğunun kullanımının, devlet ve kültür politikaları sonucu hızla düştüğü belirtilmektedir.
1965 genel nüfus sayımı sonuçlarına göre, anadili Gürcüce olduğunu söyleyen 34.330 kişinin yanında 48.976 kişi de en iyi konuştuğu ikinci gruptakilerin de Gürcü kökenli olduğu açıktır. Bu durumda 1965’te resmi sonuçlara göre Gürcü nüfusunun 83.306 olduğu söylenebilir. 1965 genel nüfus sayımına göre Gürcülerin çoğu Artvin (7.968 kişi), Ordu (4.815 kişi) ve Sakarya (4.535 kişi) illerinde yasamaktadır. Bu illeri 2.938 kişi ile Bursa, 2.755 kişi ile Kocaeli, 2.350 kişi ile Samsun, 2.029 kişi ile Giresun, 1.543 kişi ile Bolu, 1.378 kişi ile Amasya, 1.281 kişi ile Balıkesir, 1.144 kişiyle Sinop, 849 kişi ile İstanbul ve 412 kişi ile Tokat izlemektedir.
Bu resmi sonuçların dışında Türkiye’deki Gürcüler için çeşitli tahmini sayılar verilmektedir. Ama bunların çocuğun abartılı sayılar olduğu söylenebilir. Gürcistan’daki Gürcü nüfusu bile 4 milyonun altındayken Türkiye’de 3-5 milyon Gürcü’nün bulunduğundan söz etmek gerçekçi olmaktan uzaktır. Türkiye’deki Gürcü nüfusunun 1- 1. 5 milyon dolayında olduğu tahmini gerçeğe daha yakın bir sayı olarak görülebilir. 1965 genel nüfus sayımı sonuçlarındaki Gürcü nüfusun gerçek sayısını yansıtmıyorsa da, illere dağılımının genel olarak doğru olduğu kabul edilebilir. Anadilinin Gürcüce olduğunu belirten nüfus üzerinde yapılacak istatistiki, sonuçlara göre, Türkiye Gürcülerinin % 48. 9’u kadın, % 51. 1’i erkeklerden oluşmaktadır. Gürcülerin % 22. 4’ü Artvin’de, % 14’ü Ordu’da, % 13. 2’si Sakarya’da, % 8.5’i Bursa’da, % 8’i Kocaeli’nde, % 6.8’i Samsun’da, % 5.9’u Giresun’da, % 4.5’i Bolu’da, % 4’ü Amasya’da, % 3.7’si Balıkesir’de, % 3.3’ü Sinop’ta, % 2.4’ü İstanbul’da, % 1.2’si Tokat’ta yasamaktadır.
1965 sayımına göre Gürcülerin % 97,5’i 10.000’den az nüfuslu yerlerde bulunuyordu. artvinden.com adlı sitede de bu yazıdan yararlanılmış ve galiba gazetecilik okulundan değerli yazar ve araştırması dostum Fahrettin Çiloğlu’ndan yararlanılmış… Hafızama güveniyorum ama o kadar da değil; bir yanlışlık yaptıysa herkeslerden özür diliyorum, şimdiden…
Uğur Zuboğlu Gürcü Dili ile ilgili anlatıyor…
Gürcü dilinin Türkiye Gürcüleri arasında kaybolduğu, halen konuşulan köylerde de birkaç kuşak sonra hiçbir yerde konuşulmayacağı şimdiden görünüyor. Çünkü 20 yaş altı hiçbir köyde özel bir çaba harcayan birkaç genç dışında konuşana, bilene rastlamak çok zor. Eğer bir şeyler yapılmazsa unutulup gideceği acı bir gerçek. Ancak Gürcü dilinin dünya üzerinde kaybolmayacağı da aşikâr. Çünkü kendine has çok eski ve özel bir alfabesi var, tarihte hem bilim dili, hem edebiyat dili olmuş, Şota Rustaveli gibi bir şair çıkarmış, Rönesans’ı yaşamış bir dil ve bugün iyi kötü % 20’si Rus işgali altında da olsa bir devlet dili, resmi dil, edebiyat dili ve ayrıca halen bilim dili olarak da kullanılıyor.
Yeni yapılan arkeolojik kazılarla ortaya çıkan Gürcü yazıtları çözümlenirken dünya tarihine de ışık tutuluyor. Türkiye Gürcüleri arasında yok olup gitse bile Gürcistan’da yaşatılacağı, gelişmeye devam edeceği, 4. yüzyılda kitap yazılan bir dilin kaybolmasına gelişmiş dünyanın izin vermeyeceği açıktır. Bu da bizi bu anlamda biraz rahatlatıyor.
Keşke Türkiye Gürcüleri ve Türkiye devleti de sahip çıkıp geliştirse ancak sınırlı imkânlarla bireyler olarak yapılan çabaların varlığının da pek bir sonuç vermeyeceği bugünden nettir.
Bu nedenle en az dil kadar değerli ve belki de kültürün en son asimile olan öğesi mutfak kültürüne yöneldim. Dil ne kadar kolay unutuluyorsa yemekler de bir o kadar zor unutuluyor. Günde 3 öğün yediğin yemekleri kolayca atıp başka yemeklere geçemiyorsun. Gürcücenin artık esamesinin okunmadığı ilçelerde Gürcü yemek adlarının varlığı bunu gösteriyor. Kentleşme ile birlikte yemek kültürü de yok olmaya başladı ancak Türkiye’de Gürcü Mutfağı halen kurtarılabilir ve korunabilir ve geliştirilebilir durumda. Belki de mutfak kültürünün korunması ve geliştirilmesi kültürün diğer sacayaklarını da ayağa kaldırabilir.
Çok zengin bir mutfak; Gürcü Kafe
Takdir edersiniz ki, sevgili okurlarım; bütün yazıları yazışarak ve telefonda konuşarak hazırlıyorum. Oysa röportajın hası, yüz yüze olandır. Sohbet bir anda ‘hazır’ sorulardan çıkar ve bambaşka mecralara sürüklenir… Şimdi de Uğur Zuboğlu’nun anlattıklarını, yazalım…
Gençliğinin bir kısmını Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te geçiren Gürcü Kafenin sahibi ve işletmecisi Zuboğlu, Gürcü kültürünün kadim ve zengin kültürlerden olduğunu dile getirdi. Gürcü mutfağının yaklaşık 10 bin yıllık geçmişi olduğu bilgisini paylaşan Zuboğlu, Gürcü kültürünün Yunan ve Mısır kültürü ile olan benzerliklerine dikkat çekti. Zuboğlu, “Gürcü kültürü çok eski bir kültür ama, Türkiye’de çok tanınmıyor. Yerleşik bir kültürdür. Çok zengin bir mutfağı var. Türkiye’de çok tanımamasına rağmen Gürcü mutfağı uluslararası yarışmalarda sürekli adını duyuruyor” dedi. Zuboğlu, açtıkları örneklerinin Türkiye’de olamamasına rağmen New York, Londra ve özellikle Moskova’da benzerlerine rastlanabileceğini söyledi.
Yok olmaya karşı
Gürcü Kafe açma fikrinin uzun zamandır kafasında olduğunu ifade ederek, “Zengin Gürcü mutfağının Türkiye’de neden bir temsilciliği yok?” diye yola çıktığını anlattı. Zuboğlu, köyde tadını bildiği yemeklerin şehre geçişle beraber yavaş yavaş yok olduğunu ve kendisinin bu durumu sorguladığını anlattı. Zuboğlu, “Uzun zamandır ‘Köyde yaptığımız yemekleri şehre gidince neden yapamıyoruz?’ diye kendi kendime soruyordum. Böyle bir yerin açılması noktasında başka insanları bu konuda teşvik ettim. Sonunda iş başa düştü, ben kendim burayı açmak durumunda kaldım. Ben buradaki çoğu yemeği çocukluğumdan beri severek yiyorum” dedi.
‘Gürcü Kültürü’nün yok olmasını istemiyoruz
Gürcü Kafe’ye gösterilen ilgiden memnun olan Zuboğlu, “Bu kafeyi açtık. İlgi güzel demek ki böyle bir renge ihtiyaç varmış. Burada cevizli kete, eritme peyniri, kata gibi lezzetleri insanlara sunuyoruz ve bildiğim kadarıyla bizim sunduğumuz eritme peynirinin Türkiye’de bir benzeri daha yok” diye konuştu. Zaman zaman “Neden fast food zinciri veya hamburgerci gibi daha karlı bir yer açmadın?” şeklindeki sorulara maruz kaldığını aktaran Zuboğlu, amacının ise bir kültürü devam ettirmek dolayısıyla yaşatmak olduğunu vurguladı. Zuboğlu, “Biz bu yemeğin ve kültürün yok olmasını istemiyoruz. Bugüne kadar herhalde 3 bin-5 bin lahmacun yemişimdir. Bu tabii ki lahmacunu yapan ve pazarlayan için büyük bir başarıdır. Benim küçüklüğümde lahmacun yoktu, lahmacunu şehirde tanıdım. Eğer bu insanlar bana lahmacunu tanıttıysa ben neden Hinkali veya Haçapuri’yi onlara tanıtmayayım?” diye, düşündüğünü paylaştı.
‘Zenginliklerimizi koruyalım!’
Gürcü mutfağındaki alternatif içeceklere ve saklama yöntemlerine ilişkin de bilgi veren Zuboğlu, şöyle devam etti:
“Elma ve armut suyu birbirine karıştırılarak kaynatıldıktan sonra jel haline getirilir. Bu şekilde bunu uzun yıllar muhafaza edebilirsiniz. Yüzyıllardır yapılmasına rağmen bunu da kaybetmişiz, yüzyıllardır içmemişiz. Organik bir meyve suyudur. Bunun da adı Korava.”
Bütün dünyada yeni yemekler üretilirken Türkiye’de var olan yemeklerin bile kayboluşuna tanıklık edildiğini değinen Zuboğlu, şunları dile getirdi:
“Geçenlerde oturduk sadece köyümüzde yapılan çorbaları saydık 16 tane idi. Ama sokakta sorduğunuz herhangi bir kişi 3-4 çorba ismi dışında bir şey sayamaz. Türkiye’de bu zenginliğimizi koruyabilelim, bu gerçekten bizim zenginliğimizdir.”