Akın Olgun
Nefes almaktan bile suçlandığımız bir zaman dilimi içerisindeyiz. “Hala nefes alıyorlar” saldırganlığı, hayatın her alanında kendini gösteriyor.
Elindeki gücü bir canavara dönüştürenler, yarattıkları canavarı doyurmakta zorlanıyorlar artık. Etrafımızdan sürekli birileri eksiliyor. Etrafımızdan alıp götürülenler çoğaldıkça, sesimiz önce fısıltıya, sonra kendi içimize dönüyor.
Bir insanın geleceğe dair hayalleri kırılabilir, yaşadığı ve içinde yer aldığı topluma, toprağa dair umudu eksilebilir, karamsarlığa kapılıp birçok şeyden vazgeçebilir ama en beteri kendi içinde yenilmesidir. Kendi içinizde yenildiğinizde, artık her cümleniz slogana, her sözünüz abartıya, her tavrınız gösteriye dönüşür.
Örgütler, yapılar, kurumlar, partiler için de bu böyledir.
Yüzleşme yaşanmadığında, orada gerçeklikle olan bağlar kopuyor, hayat geriliyor ve kendimiz dışında herkesi, her şeyden sorumlu tutmak en kolay yol oluyor.
Tüm enerjiyi, yenilgiyi gizleyecek kurbanlar bulmaya harcamak da böyle başlıyor.
En iri cümleleri, en iri sözleri söyleyenler böyle alkışlanıyor, gerçek o alkışların altında ezilmiş olarak kalıyor çoğu zaman.
Kendisi gibi düşünmeyin herkesi “bölmeye çalışanlar” olarak görüp, herkesi kışkırtıcı, kötü niyetli ve “düşman” ilan etmek de böyle kaçınılmaz oluyor.
Yenilgi, yenilgiler tedavi edilmediğinde, bağnazlaşıyor ve çapı kadar bir kara deliğe dönüşerek, etrafındaki her şeyi parçalayıp, yutup, yok ediyor.
İktidar şu an bunu büyük ölçekte yaşıyor.
Yenilgisini bastırmak, göz önünden çekmek için bağırıyor, en geri, en şoven, en milliyetçi, en yobaz, en lümpen, en düşkün söylemlere sarılıp, var olan her sorunun ve itirazın karşısına dikilerek, kurtulmaya çalışıyor.
Gazetelerden, televizyonlardan, köşelerden yükselen ve devasa bir uğultuya dönüşen o seslerin hepsi yenik. Hepsi, yanındakinden daha fazla bağırarak, yanındakinin söylediklerinin üstüne çıkarak memleket kurtarıcılığı oynuyor. (Her siyasi yenilginin, masada memleket kurtarmaya dönüştüğünü bilenler için tanıdık gelecektir bu durum)
Ve aşağıda yoksulluğun, ezilmişliğin, çaresizliğin tüm sesleri, bu kurtarıcılığın altında kalıyor.
İktidara karşı vaat edilen şeylerin, söylemlerin dili de maalesef sadece nüans olarak farklı.
İktidar gider, kiri miras kalır durumu.
Kürt yine “iç düşman”,
Mülteciler “kendi vatanlarına ihanet etmiş kaçkınlar”,
Sol söylemler “marjinallik”,
Barış “bölücü bir kılıf”,
“Ülke ve millet olarak içinden geçtiğimiz bu zor dönemde” adlı kullanma kılavuzu, yönetenler ve yönetmeye talip olanlar için her derde deva bir buluş vesselam.
Ve hepsinin kapısı, dönüp, dolaşıp “beka” ve “millilik” dedikleri sopaya çıkıyor. Hemen yan yana dizilip poz vermeleri bundan.
Sopanın nerede, nasıl daha etkili kullanılacağı konusu, yönetmeye talip olanın da başlıca meselesi oluyor.
Öyle olmasa, HDP’ye dönük her saldırı, her hukuksuzluk, her hak gaspı bu kadar “meşru” hale gelebilir miydi? Demokrasinin en temel ilkelerinin ortadan kaldırılmasına sunulan onay olmasa, hukuksuzluk bu kadar yaygın olabilir miydi?
HDP’ye, illegal bir parti muamelesi yapanların ve bunun “normal” gösterilmesine uzanan siyasi hamleleri gerçekleştirenlerin diline, söylemlerine ve bir ülkeyi yönetme iddialarının motivasyonuna baktığınızda, karşınızda devleti görüyor, hissediyorsanız büyük bir sorun var demektir ama yok-muş gibi yapmayı “tercih” ediyoruz. Bu “tercih” de başımıza bela olacak biliyoruz.
“Kötünün iyisi” haline sıkışmışlığın üzerinde herkes istediği gibi cirit atıyorsa, bunun en büyük sebebi dengelere sıkışmışlıktır. Her yere sinen, esneyen, yatan ve yuvarlanan bir şey bu.
HDP ise muhalefet çevrelerinin “konjonktür” denilen şeye sığınarak, kendisini kapalı kapılar arkasına çağırmalarına itiraz etmedikçe, siyasi anlayışını, vaatlerini, beklentilerini ve programını kamuoyuna açık ve tüm ittifak taleplerini, halkın önünde konuşmadıkça, iktidarın “terör” diyerek kurduğu ve uyguladığı tüm korkuların kullanışlı nedenine dönüşmekten maalesef kurtulamayacak ki şu an “olağanüstü” bunun muhatabı.
Açık olmak, “yanlış anlaşılır, kullanılır” denilerek geri durmaktan çok daha kıymetli bir duruş. İlki siyaseti ilkeler üzerine oturtuyor, ikincisi siyaseten herkesi ve her şeyi idare etmeye.
İlki Demirtaş’ın dediği cesareti bulaştırmaya, ikincisi korkulara bir kılıf bulmaya yarıyor.
Biz ilkine tutunalım.
Üzerimize kir yapışmasın.