Ailesi için Katar’ın, Riyad’ın yollarını tutanların hikayeleri: İşsizlik göçü…

 Antakya Uzun Çarşı... İşsizliğin kol gezdiği şehirde erkekler Arap ülkelerine işçi olarak gitmek zorunda kalıyor.
Antakya Uzun Çarşı… İşsizliğin kol gezdiği şehirde erkekler Arap ülkelerine işçi olarak gitmek zorunda kalıyor. (Fotoğraflar: Burcu Özkaya Günaydın)

Burcu Özkaya Günaydın – ANTAKYA

Yıllarca birbirlerine seslerini, fotoğraflarını gönderen aileler… Kimisi babasını sadece sesinden tanıdı, kimisi fotoğrafından… Bir yandan yıllarca tek başına yaşam mücadelesi vermek zorunda kalan kadınlar, diğer yandan ailelerine hasret bir ömür geçiren babalar, kardeşler, eşler…

Türkiye’nin en kadim kentlerinden, dünyada barış kenti olarak bilinen Antakya’da yaşayanların bir kaderi olmuştur ayrılık. Sanayinin olmadığı, işsizliğin kol gezdiği kentte; hayaller hep emekliliğe ertelenmiş durumda.

Çocuklarına bakabilmek için, düğün parası biriktirmek için, ev alabilmek için Katar’ın, Riyad’ın yollarını tutanların ve onları bekleyen eşlerin, çocukların hep geleceğe ertelenmiş hayat hikâyelerini paylaşacağım…


Tarihi, inançları, kadimliği ile insanı kendine bağlayan bir yapısı vardır Antakya’nın… Sorunlarına rağmen dışarıdan bakıldığında ‘mutlu’ bir şehir gibi görünen bu kentteki dramları, hanelerin içine girdiğinizde görebiliyorsunuz. Türkiye’den önce Fransız işgalinde kalan Hatay, kısa bir süre de bağımsız devlet olmuştur. 1938 yılında da Türkiye’ye bağlanmıştır.

Savaş patlak vermeden önce her türlü alışverişini Suriye’den yapan Antakya halkı, çalışmak için de İstanbul, İzmir gibi büyük şehirler yerine, hem Arapçaları iyi olduğu hem de ücretleri daha iyi olduğu için Arap ülkelerini tercih eder. Öyle ki bu artık bir kültür halini almıştır. Her aileden reşit olan en az iki kişi; Suudi Arabistan, Katar, Libya gibi Ortadoğu ülkelerine çalışmaya gider. Yıllarca ailelerinden, çocuklarından ayrı bir yaşam sürmek zorunda kalırlar.

Bu ayrılıkta eşi gittiği ülkede evlenip, çocuk sahibi olan da var, gittiği yerde başka bir kadınla yaşamını sürdüren de… Konuştuğum kadınlardan eşi gittiği ülkede evlenen ya da başka bir kadınla beraberliği olan yok. Ama çevrede duyduklarından bu tür olayların yaygın olarak yaşandığını söylüyorlar. Gelin hep beraber bu sürecin hem tanığı hem mağduru olan kadınları ve çocukları dinleyelim…

Bedia Atakan, 6 aylık evli iken eşi Suudi Arabistan’a çalışmaya gitmiş.

Ya eşim gidecekti ya aç kalacaktık

Bedia Atakan, üç çocuğu ile Hatay’ın Defne ilçesi Çekmece Mahallesi’nde oturuyor. Atakan’ın eşi henüz 6 aylık evli iken Suudi Arabistan’ın yolunu tutmuş… 10 yıla yakın bir zaman da sadece senede 1 ya da iki defa gelebilmiş eşi. Eşi yurt dışına gittiğinde 4 aylık hamile olan Bedia’nın, 3 çocuğunun doğumunda da eşi gelememiş. İlk çocuğunu ise doğduktan yedi ay sonra kucağına alabilmiş. Şimdilerde eşinin Hatay’da berberlik yaptığını ve ayrı geçen yılları geride bıraktıklarını söyleyen Atakan’ın o yıllara dair sözleri şöyle: “Hatay’da işsizlik had safhada. Sanayi yok, fabrika yok. Ya burada aç kalacağız ya da eşim çalışmaya gidecek. Mecburduk bu ayrılığa. Eşim gittiğinde 4 aylık hamileydim. Sıkıntılı bir hamilelik geçirdim, çocuğum sağlık sorunlarıyla doğdu. Her hafta Adana’nın yolunu tutuyordum. Her mücadelede tek başına olmak en yoran kısımdı.”

Evliydik ama sevinçte, üzüntüde hep ayrıydık

İlk çocuğu sağlık sorunlarıyla doğan Bedia, bu süreci eşine yansıtmadan atlatabilmek için çok çaba sarf eder. Hem eşinin yokluğu, hem genç oluşu ve sağlık sorunlarıyla doğan bir çocuğun bakımı Bedia’yı çok yorar. O süreci ve yaşadığı duygusal boşluğu Bedia’dan dinleyelim:

“Kızımın rahatsızlığından dolayı sürekli hastanelerdeydik. Bu durum bile başlı başına sorun. Bir de babası uzakta. Yanımda manevi anlamda destek verecek kimse yoktu. Her işin üstesinden geliyordum ama yıpranıyordum. Hem ruhsal hem bedensel olarak. Bugün de hastaneye ben gitmeyeyim deme şansım yoktu. Bazen sadece eşimin sesini duymak istiyordum ama bu bile lükstü. Çok yoğun çalışıyordu orada ve her aradığımda cevap veremezdi. Bazen bir sese dahi hasret kalıyordum.”

Evliliklerinin ilk 10 yılında eşiyle toplamda 10-15 defa bir arada olan Bedia Atakan, çocuklarının büyüdükçe babalarının yokluğunu daha çok hissetmeye başladığını belirterek, çocuklara hem anne hem baba olsa da bazı boşlukları hiçbir zaman kapatmadığını düşünüyor. Eşinin açısından da hayatın zor olduğunu vurgulayan Bedia, maddiyatı toparlarken eşiyle birlikte bir hayat yaşayamadığına üzülüyor ve aslında hem eşinin hem de kendi hayatını özetliyor: Ne sevinçte ne üzüntüde yan yanaydık…

Süheyla Turunç’un eşi 30 yıldır Suudi Arabistan’da çalışıyor. Yılda bir, bazen de iki yılda bir geliyor.

Hayaller emekliliğe ertelendi

Defne ilçesi Tavla Mahallesi’nde oturan Süheyla Turunç’un eşi 30 yıldır Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde çalışıyor. Turunç’un eşi bazen yılda bir, bazen iki yılda bir yanlarına geliyor. 30 yıl resmiyette evli ama aslında ayrı geçmiş yıllar olduğunu söyleyen Turunç, geçmişi düşünmek istemiyor. Tıpkı Bedia gibi o da eşinin para kazanmak için gitmek zorunda olduğunu düşünüyor ve eşine hak da veriyor ama diğer taraftan biraz da sitemli. Neye sitemli olduğunu da o da tam bilmiyor. Belki eşini kilometrelerce öteye gitmek zorunda bırakan işsizliğe belki de 30 yılda yaşanmayan anlara…

Süheyla’nın en çok zoruna giden de hem ağır bir yükün altında olmak hem de eşi olmadığı için eşinin tüm akrabalarına hesap vermek zorunda kalması. Bu durumu asla kabul etmese de zaman zaman hesap vermeye mecbur kalmış. Çocuklarını tek başına büyütmenin zorlukları, hem anne hem baba olmanın ağırlığı ve yaşadığı toplumsal baskıyı anlatırken gözlerinden yaşlarla beraber şu sözler akıveriyor dudaklarından: Ben elimden geleni yaptım ama çocuklarım baba sevgisi olmadan büyüdü. Bazen başa çıkamadığım sorunlar oluyordu. Eşim yanımda olsun isterdim. O da ailesine, çocuklarına hasret bir hayat geçirdi. Doğumumda yoktu, çocuklar okula başladı yoktu. Oğlum askere gitti yine yoktu. Şimdi tek isteğim askerden dönerken oğlumuzu birlikte karşılamak. Bir de emekli olduğumuzda birlikte yaşamak.”

Emel Yüksel’in eşi de yurtdışına çalışmaya gidenlerden. Emel Yüksel, kayınvalidesinden “Bizden habersiz tuvalete bile gidemezsin” şeklindeki baskılara maruz kalmış.

Tuvalete giderken dahi haber veriyordum

Emel Yüksek de evlendikten kısa bir süre sonra eşi yurt dışının yolunu tutan kadınlardan. Arabistan’ın Cidde kentine inşaatta kalıp ustası olarak giden Yüksek’in eşi ilk gittiği zaman 2 yıl hiç gelememiş, geldiğinde de 10 gün en fazla 15 gün kalabiliyormuş. Bedia gibi, Süheyla gibi Emel’in eşi de doğumunda yanında olamamış. Yüksek, işsizliğin Hatay’ın kaderi haline gelmesine tepkili. 30 yıl önce eşinin gittiğini, şimdilerde yeğenlerinin, komşularının çocuklarının Arap ülkelerinin yolunu tuttuğunu değişen hiçbir şeyin olmamasına kızgın.
Emel’in hikayesi de diğer kadınlarla aynı. O kadar aynı ki aynı şeylere kızıyor, aynı olaylara üzülüyorlar. En çok da ertelenen ve yaşanmamış yıllara üzülüyorlar. Kadınların hepsi eşlerinin ailelerinin her şeylerine karıştığını, herkese hesap vermek zorunda kaldıklarını belirtiyor. Fakat içlerinde eşinin ailesi tarafından hem fiziki hem psikolojik olarak baskı altında kalan en çok Emel olmuş. Eşinin ailesinin yanında yemekleri yapan, çocuk, yaşlı bakımı yapan Emel, yemeği yetiştiremediği için fiziksel şiddete maruz kalmış. Psikolojik şiddete hep uğradığını söyleyen Emel, kayınvalidesinin “Bizden habersiz tuvalete bile gidemezsin” sözünün aklında hep yer ettiğini belirtiyor.

Şimdiki gibi akıllı telefon, laptop, internet yoktu. O dönem askere gidenler ya da uzak yerlere gidenler için haberleşme ve özlem giderme mektup yazma ve kaset doldurmaydı. Emel de eşiyle mektup ve kasetlerle haberleşmiş, özlem gidermiş. Bir de kötü bir anısı var mektupla ilgili. Emel’den dinleyelim: “Eşim ailesine ayrı, bana ayrı mektup yazardı. Bir gün ben annemle dışarı çıktığımda mektup gelmiş. Ben annemle çıktım diye kayınvalidem çok kızmıştı bana. Bu yüzden eşimin bana gönderdiği mektubu vermediler. Mektubu yakmışlar, çok sonra öğrendim. Epey üzülmüştüm.”

Emel, uzakta çalışmanın neden olduğu aile trajedilerinin de yaşandığını belirtiyor. Yıllar önce kendi eşiyle aynı zamanda giden bir adamın gittiği yerde evlendiğini ve çocuk sahibi olduğundan bahsetti. Hatay’da eş ve çocuklar, Arabistan’da eş ve çocuklar… Bir tarafta yıllarca yolunu gözleyen bir kadın. Bu olaylarda en mağdur olan yine kadın oluyor. Kadın ekonomik olarak bağlıysa ses çıkaramıyor hatta diğer eşi de kabul etmek zorunda kalıyor. Emel böyle olayların sık yaşandığını ama kadınların bu tür yaşananları anlatmak istemediğinin altını çiziyor.

Gürkan Akar, 5-6 yaşında iken babasının çalışmak için yurtdışına gitmek zorunda kaldığını, babasının sesini duymak için aylarca beklediğini anlatıyor.

‘Babamın sesini duymak için aylarca beklerdim’

Biz şu ana kadar kadınların mağduriyetini, kırgınlığını, yaşayamadıklarını dinledik. Kadınlar kadar etkilenen, yaşayamadıkları olan bir kesim daha var o da çocuklar. Uzun yıllar babası yurt dışında çalışmış Gürkan Akar’ın, babasına dair çok az anısı var. Annesinin, babasının neden yanlarında olamadığını defalarca anlattığını belirten Akar, küçükken babasının çalışmak için başka bir ülkede gitmesine anlam veremiyormuş ama şimdi verdiğini söylüyor. Çünkü kendisi de uzun bir süre işsiz kalmış. Babasını mektuplardan, kasetlerden tanıyan Gürkan, bize bir anısını anlatsın: “Babamın gittiği dönem ben 5-6 yaşlarındayım. Öyle internet, telefon falan yok. Şimdi uzaktakiyle haberleşmek kolay. Ama o dönem öyle mi? Hani askere giderken doldurulan kasetler var ya, biz de o kasetlerden doldurup gönderirdik. Babam da bize oradan kaset gönderirdi. Babamın sesini duymak için birkaç ay beklediğim olurdu. Kaset geldiğinde babam gelmiş gibi bir sevinç olurdu evde. Bir de babam seneden bir gelirdi genelde. Ve bir sürü oyuncak, çikolata getirirdi. En büyük mutluluğum bu anlardı. Hem yeni oyuncak hem de babam gelmiş olurdu.”

Süleyman Aldıç, çocukken babası gitmiş yurtdışına. Şimdi işsizlikten kendisi ve abisi gitmek zorunda kalmış.

Baba, oğul, ağabey…

Antakya Gümüşgözeli Süleyman Aldıç’ın hikayesi Hatay’da işsizlik göçünün babadan oğula nasıl geçtiğini özetler nitelikte. Süleyman çocukken babası yurt dışına çalışmaya gider. Süleyman da yıllarca kardeşleriyle birlikte baba hasreti çeker. Gün gelir onları yalnız bıraktığı için kızar babasına ama abisiyle beraber babasıyla aynı kaderi paylaşır. Hasretin, ekonomik çaresizliğin hikayesi olan Süleyman Aldıç’a kulak verelim:
“Annem ağır bir rahatsızlık geçirir ve felç kalır. Babam o sırada hastane masrafları, evin geçimi derken elinde ne var ne yok satmak zorunda kalır. İşsizlik zaten hep vardı Antakya’da. O dönemde de vardı şu dönemde de var. Herkes gibi babam Arap ülkelerine çalışmaya gidiyor. Çocukluğum baba özlemiyle geçti. Gün geldi yanımızda olmadığı için kızdım. Ama ona kızmam benim gitmeme çare olmadı. 30 yıl geçmiş hala aynı sorun. Hala üç kuruş birikim yapacağız diye hayattan çalıyoruz. Ben gitmeyi hiç istemedim. Ama evlenmeyi düşünüyordum, işsizdim. Bu durumda tercih değil mecburi oluyor. ”

Aldıç, Arabistan’da iyi para verildiğini ama hayat şartlarının çok ağır olduğunu belirtiyor. Bir odada on kişi kaldığını vurgulayan Aldıç, bazen aileyle dahi rahat bir şekilde telefonda konuşamadığını en zorlandığı durumun da bu olduğunu anlatıyor.

Defne Muhtarlar Derneği Başkanı Muhsin Demirel, yurtdışı sayesinde Antakya’nın kalkındığını söylüyor. Ve işsizliğe çare bulunmasını istiyor.

Yurt dışı sayesinde kalkınıyor

Antakya halkının yurt dışına gitme sayesinde bir ekmek yediğinin altını çizen Defne Muhtarlar Derneği Başkanı Muhsin Demirel, yurt dışına gitme olayının 1970’lerde başladığını belirtiyor. İlk önce Samandağ ilçesinden insanların gitmeye başladığını, daha sonrasındaki zamanlarda tüm Antakya’ya yayıldığını kaydeden Demirel şöyle devam ediyor:
“1980 yılında 7 kişi bir odada yaşıyorduk. Yeni evlenmiştim. Eşim hamileydi. İş yoktu, geçim sağlayamıyorduk. Yurt dışında çalışma teklifi geldi. Bizim için bayramdı. Eşim doğum yaptı. Çocuğum 15 günlüktü bırakıp gitmek zorunda kaldım. Gittikten sonra 1,5 sene gelemedim. Sonrasında da yine bu aralıklarda gidip geldim.”
Muhtar Muhsin Demirel, o dönemde kendilerinin işsizlikten gittiğini, 30-40 yılda hiçbir değişimin olmadığını, günümüzde de gençlerin işsizlikten dolayı gurbete gittiğinin altını çiziyor. Ve ekliyor: Yetkili kurumlar işsizliğe bir çare bulsun.