İstanbul Ruhu

Hacer Buyruk

Binyıllardır, hiç sönmeden bağrında yanan ateşinde dağladığın, birbirinin nârı ile bağlaşık bütün adlarının, üstünde majüskülle yazılı mührünü alnıma vuran; kalbimi, ki öyle de olmalıydı, kalbimi bir duvarına tuğla yapan; kutlu, mağrur, yaralı, yarı insan, yarı Tanrı, inkâr ettikçe taptığım, sevmeyi bilmediler seni ey, sevmeyi bilemezler;

Sevgilim, karanlığım, ancak dört taraflı yekpare aynalarda sureti görünür olan şehrim, bedenimin bedesteni, ruh-u revanım, öpmeye kıyamadığım boynuna kılıç gölgesi düşürdüler.

./.

Kim gezer ki benden başka benim gibi sokaklarını, mavi bir köpek, mavi bir dumana sevinir gibi, kim kaybeder kendini sislerinin içinde, kim bulunur dumanında bir mermer bir heykele dönerken benim gibi. Kim alıp gidebilir senden içli denizlerini, çürüyen tahtalarının güvertesinde ağladığı, tersaneye çekilmiş yaşlı gemiden benim gibi.  Merhamet edişini de öfkeni de sevmeleri kim bilir, ağrıyan dişini canının içinde, bir büyük buyruğu başının üstünde taşır gibi, vazgeçmiş, başka kim terk eder vahyolunduğum ey, seni?

Bir gece dolunayı bulmaya tenhalarına gittiğim, yokuş sokaklarından çaresiz, Ay’sız gözlerime gri göğünün dolduğu izbeme naçar döndüğüm, sabaha karşı yaylı çalgıların sesini bütün seslerden temizleyip, ninnisini dinleyerek uykusuna daldığım, penceresiz evlerinde zaman suretlerini, Cenevizli tacirler kılığında rüyamda görmeyi öğrendiğim, ışıksız ışığım, gelinlerin çarşısı, sevgilim, şehrim, kaybolduğum bulunuşum, kimlerlesin?

Sularına nişan yüzüğü taktığım, oysa sen sevgilim, eşim, menendim, aklıyla büyüttüğü başımı, yirmi yıl gebelikle doğuran annem, sen; yirmi yıl gebelikle doğurduğum kızım, sen; aynada tüten yüzümden okuduğum adlarınla büyüleniyor ağzım, seni kan tutmasıyla sarstılar nasıl dayanayım. Sen oysa sevgilim, sen ey mekânından münezzeh, sen ey mutlak, sen ey zaman deryasına serpilmiş gümüş ağ, ey sen, daima sen olan sevgilim, seni sevmeyi bilemeyecekler.