Ulaş Kızılsu
Gereksiz bir bonkörlükle kullanırız insanlar için “iyi” kelimesini. Oysa insanın iyiliğini belirleyen nerede saf tuttuğudur; ayrıca, iyi olmak cesaret ve emek gerektirir. Bertolt Brecht “İyi Adama Bir İki Soru” şiirinde bu gerçekliği çok yalın bir dille anlatmıştır: “Anladık iyisin, ama neye yarıyor iyiliğin?”
Zalimler bile iyi geçinebilir, hatta büyük halk kitlelerine dahi yutturabilirler ne kadar iyi olduklarını. Toplumun ürettiği zenginliğin üzerine karabasan gibi çökmüştür bu asalak sınıfı. Birileri yarı aç yarı tok var gücüyle çalışıp üretirken bunlar yan gelir yatar, sonra da sadaka diye dağıtır insanlardan çaldıklarının ufacık bir kısmını. İşin kötüsü, bunun için alkışlanır sömürülenler tarafından; “hayırsever, iyi bir insandır” kendisi. İşlediği hayırların kaynağını sorgulamak kimsenin aklına gelmez ya da o pek mukaddes hayırları işlemesine vesile olan bu çürümüş düzeni muhafaza etmek için iyi adamların arka planda ne işler çevirdiğini görmez kimse, “iyi adamdır” der geçer.
“İyi adam” muktedirle kolkola milliyetçi nutuklar atarak yoksul gençlerin kanı üzerinden rant devşirir. Her daim ezenin ve güçlünün yanında yer alır ama gel gör ki kendisi hiç de güçlü değildir; son derece korkak ve karaktersizdir bu zalim sınıfı. İçten içe bilir korkak bir kan emici olduğunu ve zaman zaman ırkçılık, cinsiyetçilik ve türcülük zemininde dünyaya yansıttığı nefret, aslında kendine olan nefretidir.
Ben bugün size gerçekten iyi olan bir adamdan bahsedeceğim. Ezilenin yanında saf tutmaktan çekinmeyen, zorbalığa kafa tutmaktan geri durmayan, ömrünü yaşam hakkı mücadelesine adamış bir dava adamı: Hayvan Hakları İzleme Komitesi Koordinatörü, vicdani retçi Burak Özgüner.
Burak yıllardır Hayvan Hakları Kanunu’nun hayvan refahının ötesine geçip hak temelli ve tutarlı bir yasa olarak çıkması için mücadele veren bir arkadaşımızdı. Mezbahalardaki zulmü görüp vegan oldu, Roboski’de katledilen katırlar için verdiği mücadelenin sonucunda vicdani reddini açıkladı ve hakkında soruşturma başlatıldı. Gezi direnişinde polis şiddeti yüzünden ölen hayvanlar için eylem yaptı; karıncayı dahi incitmekten çekinen bu insana terörist muamelesi yapıldı. Tüm kurumlarıyla birlikte üstüne üstüne geldi faşizm fakat o geri adım atmadı, direndi. Burak direndi ama güzel kalbi bu dünyanın kötülüğüne dayanamadı ve uykusunda geçirdiği kalp krizi sonucu henüz 32 yaşında yaşamını yitirdi.
Burak’tan kalanlara bakıyorum şimdi; 2003 yılında bir lise öğrencisiyken, Pako’nun sayfasında kendisiyle yapılan röportajı okuyorum. Yedi yaşındayken Bahçeköy Hayvansever Çocuklar Kulübünü kurmuş. Kulüp üyeleri toplantılarını Bahçeköy’deki bir söğüt ağacının altında yapıyorlarmış. O söğüt ağacı canlanıyor gözümün önünde, koynunda büyüttüğü çocuğun gidişine ağlayışı yapraklarını döke döke. Burak’ın küçücük bedeniyle sokak hayvanları için çırpınışı o söğüt ağacının gölgesinde, kulübeler yapışı, itlaflara karşı düzenlediği eylemler… Oradan Burak’ın gözü yaşlı dostları, sevenleri, ailesi geliyor gözlerimin önüne ve onlara seslenmek istiyorum:
Ağlamayın… Nasıl ki sonbaharda dökülen yapraklar baharda açacak çiçeklere can veriyorsa, bizim ezilenler için döktüğümüz gözyaşları ve yürüttüğümüz mücadele de sınıfsız, sömürüsüz bir dünyanın cansuyu olacak. Bahar gelecek, dallar çiçek açacak ve Burak bizim özgür ve adil bir dünya için verdiğimiz mücadelede yaşayacak.