Korona sadece tıbbı bir mesele değildir!..

Korona bahanesiyle sermayeye yeni bir istikrar paketi geldi. Ancak paket var olan ekonomik sorunlarını erteleme paketidir.

Sinan Ok

Yüzbinlerce kişiye bulaşan ve artık onbinlerce kişinin yaşamına mal olacağı açık olan korona virüs salgını, dünya genelinde birçok yeni tartışmayı başlattı. Bazı ülkelerde sağlığın piyasalaşmasının zararlı sonuçları gözle görünür olduğundan “kamusallaştırma” yönünde politikalar uygulanmaya başlandı bile. Sağlığın temel bir hak olduğu, para ile sağlığın korunamadığı, piyasanın insafına terk edilmiş bir sağlık politikasının işleyemeyeceği gün gibi açığa çıkmıştır.

Her gün 200’den fazla korona hastasının yaşamını yitirdiği İtalya’da, yıllardır tartışılan ve sözleşmeli (yani güvencesiz) çalıştırılan onbinlerce sağlık emekçisinin kadroya alındığı, İspanya’da hastanelerin kamusallaştırılmaya başlandığı haberleri gelmekte. Güvencesiz, düşük ücretli, uzun çalışma saatleriyle, dönem dönem şiddet görerek çalışan “Sağlık Emekçilerinin Sağlığı” da korona ile birlikte önemli bir gündem oldu.

Bunların yanı sıra tüm ülkelerin sağlık bakanları gün sonunda “ölü ve enfekte” sayısını açıklamak gibi zor bir görev üstlenmiş durumdadır. Yani korona virüs salgını bir bütün olarak sağlık alanını etkilemiş ve bilinen tüm ezberleri alt üst etmiş ve birçok yeni tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Görünen o ki sağlık boyutuyla yapılan tartışmalara daha çok tanıklık edeceğiz.

Hijyen, beslenme ve tıbbi müdahale çerçevesinde özetlenebilecek bu salgın tedbirlerinin sonuçları ise günden güne ekonomik ve politik bir boyut kazanıyor. Tüm parlamentoların, devlet başkanlarının, siyasetçilerin, bilim insanlarının, sanatçı ve entelektüellerin ana gündemi, tür olarak insanın küresel olarak maruz kaldığı bu salgına; neden maruz kaldığı, nasıl kurtulacağı ve sonuçlarının neler olacağı gibi sorulara verilen ucu açık yanıtlardan oluşuyor.

Ülke ekonomilerinin, borsalarının, döviz ve emtia fiyatlarının göstergeleri yarım yüzyıla kadar varan veri dalgalanmalarını işaret ediyor. “İkinci dünya savaşından sonraki en büyük resesyonun başladığı” yorumları yapılıyor. Bu kadar büyük ekonomik kayıpların mutlaka sosyal ve siyasi sonuçları olacaktır. Bin yıllık newroz geleneği virüs etkisiyle “meydanlardan balkonlara taşınırken”, Diyanet’in zannımca ilk defa toplumsal bir fayda gereği cemaatle namazı tavsiye etmemesi, “umrecilerin karantinaya direnme görüntüleri” ve vaka sayısı çoğaldıkça göreceğimiz/düşeceğimiz “insanlık halleri”, durumun sosyo kültürel boyutlarını da işaret ediyor.

Herkesin gittikçe ortaklaştığı bir durum olarak sağlık politikası başta olmak üzere sosyal politikaların ana ekseni değişecektir. Sınıf, sınır, etnisite, milli kimlik ve bayrak ayırımı yapmayan virüs; insan-doğa ilişkisinde, özne-nesne ilişkisinde hatta beden-ruh ilişkisinde güçlü felsefi tartışmalara da imkan sunacaktır. İnsanların “ekolojiye hürmet” göstereceği bir günün şafağındayız diyebiliriz!

Makro boyutuyla tüm dünyayı sarsan virüs, Türkiye’de ilginç ve artık aşina olduğumuz bir devlet refleksiyle ele alınıyor. Vakaların “Münferit ve Dış Mihraklı” oluşu üzerinden yürütülen koronavirüs politikası için kamuoyunda birbirine taban tabana zıt algılar var. Aynı mahallede şu iki görüş yanyana virüs kapmamak için elinden geleni yapıyor!

“Bu bir komplo, böyle bir şey yok, normal grip işte” görüşü ile “Açıklanan vakalar kesinlikle tüm tabloyu yansıtmıyor, kesin daha çok vaka vardır” görüşü. Bu kaygı, karmaşa ve korku iklimi altında; “okullara ara verilmesi, spor karşılaşmalarının seyircisiz kılınması, mekanların geçici olarak kapatılması, insanların bazı ürünlerde stok yapması, ulusal sınırlardan geçişin (tam da mültecilere buyurun denilmişken!), hava trafiğinin kısıtlanması” gibi kararlar çok hızlı bir şekilde alınmaya başlandı. 12 Mart’a kadar Türkiye’de bu salgının olmadığı, olsa bile gerekli tedbirlerin alındığı iddia ediliyordu.

Halbuki COVİD-19 Aralık ayında Çin’de tespit edildi ancak 3 Şubat’a kadar Çin-Türkiye seferleri devam etti. İran sınırın hali ise daha ilginç bir durumda halen. Türkiye “batı sınırlarını mültecilere açtığını deklere ettiğinden” tüm sınırlardan kaçak girişlerin arttığı tahmin edilmektedir. İran’da koronavirüs salgının boyutlarının ise İtalya ve Çin’in çok üzerinde olduğunu gösteren haber akışları var. İran sınırı çok daha geç kapatıldı. Hatta Van Ticaret Sanayi Odası Başkanı ve “tüccar yaklaşımı” “esnafın durumu ne olacak” diye sınır kapısının kapatılmaması yönünde görüş verebildi. Kamuoyunun baskısı ile kapatılan sınırdan kaçak geçişlerin sürdüğü ifade edilebilir. Sorunun boyutlarına vakıf olmayan ve bilimin yönlendirmesine açık olmayan bu ve benzeri tutumlar Türkiye’de ve dünyada salgının yayılmasının en temel nedenidir.

Dün gece Türkiye Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, en son gittiği yurtdışı ziyaretinden sonra çıkmadığı ekranların karşısına, ilk defa çıktı. Muhtemelen tedbir amacıyla sunumunu “Saray’da değil, Köşk’te” yaptı. Konuşmasında bugüne kadar yapılanları takvimine sadık kalarak özetledi. KOVİD-19 test laboratuvar sayısının sadece 16 tane olduğunu, “KOVİD-19 hastalığından en iyi korunma yöntemi, herkesin kendi kendine alacağı tedbirler” olduğunu bu tedbirlerin önemli bir kaynağının zaten dinsel (islami) olarak yapılması gerektiğini ifade etti. Hijyen dışında belirli bir yaş üzeri nüfusa sağlanacak kolaylık ve destekler konuşmanın önemli kısımlarıydı.

Ancak ekonomik anlamda en çok merak edilen hususlar; sunulacak teşvik, destek ve yardım programıydı. Bu anlamda konuşma toplamda 100 milyarlık (15,5 Milyar Dolarlık) bir “paket” sözü içeriyordu. Öncelikle diğer ülkelerin açıkladığı paketlere göre (Polonya 50 Milyar $, İspanya 200 Milyar $ paketler açıkladı) Türkiye’nin açıkladığı miktar görece düşük kalmıştır.

Ayrıntılara bakılınca; “hasarın boyutlarının kestirilemediği” “2 aylık bir direnç dönemi öngörüldüğü” gibi negatif tespitler de (aslında itiraflar) içeren konuşmanın; genelinde ise iyimser olan “bazı ülke borsaları ile kıyaslandığında Türkiye Borsasının daha az kayıp (% 17) yaşadığı, “TL’nin iyi bir direnç gösterdiği” gibi tespitleri de içerdiği görülüyor.

En düşük emekli maaşının 1500 TL’ye yükseltilmesi, emekli ikramiyesinin erken ödenmesi, 80 yaş üzerine bakım hizmetlerinin geliştirilmesi “muhtaç” ailelere yardım yapılması, koronadan bağımsız zaten geç kalınmış uygulamalardır. Bu vesileyle uygulanacaksa bile olumlu gelişmelerdir.

Korona bahanesiyle sermayeye yeni bir istikrar paketi geldi

İşten uzaklaşan veya uzaklaşacak olan milyonlarca işçiye yönelik doğrudan bir düzenleme içermeyen diğer tedbirler; 2008 yılından bu yana tanık olduğumuz, uygulandıkça işsizliği arttıran istihdam paketlerinin bir benzeri yine listelenmiş görünüyor. Bu tedbirlerle yeni bir işsizlik dalgasının başlayacağını ifade edebiliriz.

21 Maddede özetlenen bazı tedbirlerin bir kısmı ekonomik sonuçları olabilecek tedbirlerdir. Muhtemelen bu iki aylık süreçte mutlak zarar yaşayacak olan “Perakende, AVM, Demir-Çelik, Otomotiv, Lojistik-Ulaşım, Sinema-Tiyatro, Konaklama, Yiyecek-İçecek, Tekstil-Konfeksiyon ve Etkinlik-Organizasyon sektörleri için Muhtasar ve KDV tevkifatı ile SGK primlerinin Nisan, Mayıs ve Haziran ödemelerinin 6’şar ay ertelenmesi bir teşvik olarak gösterilmiştir. Ancak bu sektörlerin 6 ay sonra bugünkü koşullarından daha iyi olacağını gösteren bir eğilim bulunmamaktadır. Erteleme, sorunların çözülmeden ertelenmesi anlamına gelmektedir.

Zaten daha yeni çıkarılan ve henüz “uygulanmamış” Konaklama vergisinin Kasım ayına kadar uygulanmaması reel bir teşvik olarak ifade edilemez. Listede bu da var. Turizm sektörünü desteklemeyi hedefleyen “Otel kiralamalarına ilişkin irtifak hakkı bedelleri ve hasılat payı ödemelerinin Nisan, Mayıs ve Haziran ayları için 6 ay süreyle ertelenmesi” ödemelerin 2021 Ocak dönemine ertelenmesi anlamına gelmektedir. Eğer önceki yıl gibi bereketli bir turizm sezonu olacaksa bu ödemelerin ertelenmesi bir anlam içerir. Ancak virüs etkisiyle kitlesel rezervasyon iptallerinin olduğunu biliyoruz. Turizm sektörü için karamsar bir dönem başlıyor diyebiliriz.

İç havayolu taşımacılığında 3 ay süreyle KDV oranının yüzde 18’den yüzde 1’e indirilmesi havayolu şirketlerinin zararlarını karşılamaya dönük somut bir adımdır. Zaten 2019 yılını zararla kapatan havayolu firmaları için yakıt fiyatlarının düşürülmesi aslında daha büyük bir teşvik olacaktı. Ama iktidar, buradaki vergi gelirlerinden vazgeçmesi durumunda zaten büyük olan bütçe açığının daha da büyük olacağının farkındadır. Halbuki petrol fiyatlarında son 3 ayda yüzde 55’in üzerinde bir düşüş varken bu yönde bir indirim tüm sektörlere yönelik bir teşvik olacaktı.

Kredi ödemelerinin 3 aylık ertelemesi olarak ifade edilebilecek tedbirler de kısmen olumludur. Ancak 3 ayın sonunda ekonomik kriz koşullarının daha ağır olması halinde bu ertelemenin yeniden gündeme geleceğini göreceğiz. Yeni “kredi türlerindeki müjdelerin” ise gerçekçi olmadığını, hem vatandaşların hem de işletmelerin ödeyebileceklerinin çok üzerinde borçlandığını zaten biliyoruz. Batık kredi istatistiklerinin yanı sıra, icra/haciz dosya sayısının 21 milyon civarında olduğu bir ülkeden söz ediyorsak artık borçlandırma siyasetinin işlemeyeceğini ifade etmek gerekiyor.

Kısa çalışma ödeneğinin devreye sokulması ve ilgili süreçlerin hızlandırılması zaten yasada olan bir durumdur. 2009 ve sonraki kısmi krizlerde de başvurulmuş bir argümandır. Böylece faaliyetine ara veren işyerlerindeki işçilere geçici bir gelir desteği verirken, işverenlerin de maliyetleri azaltılmış oluyor. İşin içinde işverenin menfaati olduğu için AKP iktidarının hızlı uyguladığı başarılı bir politikadır.

Tedarik zincirlerine alternatifler oluşturulacağına dair ifade edilen sözlerin yerine nasıl getirileceği ise muğlaktır. Tedarik zincirlerinin oluşumu ve sağlıklı işleyişi kısa ve orta vadede çözülebilecek bir sorun değildir.

Açıklanan pakette Korona ile alakası olmayan sermaye talepleri var

“Kredi Garanti Fonu limitinin 25 milyar liradan 50 milyar liraya çıkartılarak kredilerde, önceliğin, gelişmelerden olumsuz etkilendiği için likidite ihtiyacı oluşan ve teminat açığı bulunan firmalara, KOBİ’lere verilmesi,” “Asgari ücret desteğini devam ettirilmesi,” “mevzuattaki esnek ve uzaktan çalışma modellerinin daha etkin hale getirilmesi” “2 aylık telafi çalışma süresinin 4 aya çıkartılması” koronadan kaynaklı sorunlara değil sermaye kesiminin taleplerine cevaptır. Özellikle telafi çalışmasının 2 ay süreyle uzatılması işçilerin aleyhine keyfi bir uygulama olacaktır. İşçilerin çalışma saatlerinin 4 aylığına günlük yasal çalışma sürelerinin üst limitine çekilmesine imkan sağlayan bu madde emekçilerin aleyhine uygulanacaktır.

Sonuç olarak bu paketle koronavirüsun ortaya çıkaracağı işsizlik ve yoksulluk arasında bir bağ olmadığı ifade edilebilir. Paket, var olan ekonomik sorunlarını erteleme paketidir. Paketteki kısmi iyileştirmeler salgının ortaya çıkaracağı kitlesel sorunlarla ilgisizdir. Örneğin MEB bünyesinde çalıştırılan 100 bine yakın ücretli öğretmenin ödemeleri, kapatılan kreşler, bakım evleri, dersaneler, “mekan işçileri” için net bir destek sunulmamıştır. Çalışmayan milyonların elektrik, su, doğalgaz, telefon faturalarının nasıl ödeneceği, kira ve benzeri giderlerinin nasıl karşılanacağı hiç düşünülmeden sermaye endeksli klasik bir paket AKP paketi ile gelecek toplumsal krizi bekleyebiliriz artık.