Adnan Genç
Dünkü yazı üzerine çok sayıda mesaj yazan ve arayan oldu. Klasik köşe yazarı yalanı değil yahu, çevrem geniş ve severler beni… Yaşlandığımız hatırlattın bize, dediler… Şu da var, bu da fena diyen, oldu… Devam edelim o zaman ama pehlivan tefrikasına dönmeyecek. Bu yazı ile bu dosya kapanır…
Sinema ve radyo aşkıyla büyüdük… 60’ların ortaları… Şehzadebaşı ve Fatih’teki yazlık/kışlık bütün sinemalara gidiyor ve izlediğimiz filmlerle ilgili notları, bir deftere yazıyorum…
Üç Hürel müzik grubu vardı o zamanlarda: Rize Pazar’dan yakın dostlarımız olurdu ve sinemaya bazen onlarla gitme gafletine düşerdim. Benden birkaç yaş büyük abilerimizdi. Toplaştık ve Fatih’ten Etiler’deki bir sinemaya yürüdük… Yürüdük. Başka bir zaman gene Fatih’ten Tarabya Oteli’nin önüne kadar yürüdük. Yani tastamam, ‘Neydik biz eskiden, su içerdik testiden’ halleri. Hatta bu yürüme işini abarttık ve siyaseten hamle yapacağımız yaşlarda Eğitim Enstitüleri için de bir yürüyüş yapmıştık Ankara’ya kadar…
Şimdi mutfağa gidip kendime bir su alıp geliyorum ve 5 dk nefes alıyorum. Gören, ‘Emmi gitti gidiyor’ der… Yaşlılık neyse de yaşamın boyunca dayanışma eksenli yaşayıp da sonunda kendi başımızı sokacak bir vakıf ve onun rahatlatıcı kampüsünü kuramadık ya, bu bize ders olsa kaç yazar. Komün hayatı üzerine Norveç ve Almanya’da deneyim sahibi dostlar geldi; anlattılar, bizler de sorduk. Ama çoğumuz delikanlılığımızı hapislerde geçirdiğimiz için; hayata tutunmak falan gibi günlük maişet motoru meselesinin iyice gayya kuyusuna dönüştüğü bir ortamda; gidip de Rize Pazar’da bir ev ve çevresini satın alıp 4 aileyi oraya yerleştirme işini yapamadık. Çok da iyi planlamıştık. Geçtiği sana 40 yıl aradan… Olduk mu aksaçlı imzacı… En güçlü siyasi eylemimiz artık sanal imza… Tık, eylemin göbeğindeyiz. Gerçi Ankara’daki bir imza metninin listesinde alfabetik olduğu için adım en baştaydı ve arkadaşlar mahkemede, ‘Adnan Genç ve Arkadaşları’ diye, seslendi mübaşir demişlerdi…
Eve bir bakıcı al diyorlar. İyi şimdilerde (zaten öznel durum başkasını kaldırmaz) yardımcı al, diyorlar. 4 bin liraya yakın parayı nasıl vereyim? Mübarekler genel müdür maaşı istiyor.
Huzurevini mecburen geçtik, bakımevi de mesele. Özelleri servet+servet istiyor… Devlet ise, pandemi var; kimse yanaşmasın bize deyip; kayıt alıyor ama kabul yapmıyor…
Su içmek de mesele; demin dedim ya, mutfaktan su almak falan, diye. Bunun bir de işemesi var. Salavat getir, kalk malum yere git ve işini gör; sonra gene bir su bulup öyle otur. Suyu çıkartmanın iyi yanı ayaklardaki ödemi falan da atıyorsunuz
Bir tarihte İzmir Fuarı’nda kimi etkinlikleri üstlenmiştik. Kitap Fuarı gibi bir şey; sohbetler; etkinlikler ve bir de İbrahim Balaban sergisi. Koca ressamla ben oturup müşteri beklemiştik. Bazen de çıkıp maç izliyorduk yukarıda bir lokalde. Fethi Naci ve kimi yazar dostları oturmuşlar aralarında konuşuyorlar; ‘Azizim bir E vitamini var ki, multipıl; her derde deva’… Biz de yakın masa seçip, ilim irfan kaparız sanmıştık. O yıllar bize de geldi. İlaç konuşuyoruz; vitamin ve iğne konuşuyoruz; doktorun hası, hastanenin pisini konuşuyoruz. Az yemekle zayıflanamayacağını 40 yıldır öğrenemedik diye, pişmanlık konuşuyoruz… Laf da laf, yani…
Gözlerimiz görmez, kulaklarımız da azıcık duymaz olmuştur. Yazı yazıyoruz ama okuma işinde epey geri kaldık, artık. Yaşlı sanatçılarla da konuşuyorum bu arada; artık ne yapıyorsun diyene, proje yapıyorum diyorlarmış… Yani hiçbir şey yapmamanın bir diğer adı. Onu gençliğimizden biliyoruz yahu…
Cin gibi olsak; dil bilsek; yedi düveli yenecek sayıda dostumuz olsa dünyanın her yerinde ne fayda. Survivor’da Cemal Can’ı tuttuk; usta şeflerin yarışmasında ise jürinin niye peçete kullanmadığına gıcık kaptık… Neyse ki günün her saati radyo var da kafamız daralınca çalana kulak veriyoruz. Gene Zeki Müren seviyoruz; gene klasikçi ve cazcıyız… Gerçek türkülere de yakınız… Gazete okumuyoruz artık, internet yetiyor da artıyor derken, ‘Gazete mi kaldı, mirim?’ demeyi unutmuyoruz… Orta yaşlı konukların ve/veya çarşı esnafının amca demesi koymuyor da uzman hekimlerin ‘Amca aç bakayım ağzını’ demesi feci bir şey. Ulen senin de amca yaşın gelmiş, niye beni mağdur ediyorsun…
Bu yazının sonu olarak, gençlere öğüt: Et filan yemeyin ama vegan olmayı da iyice tartıp, öyle olun. Spor yapmak parayla ve zamanla derseniz bile yürümeyi unutmayın… Haftada bir (özel bir hastalığınız yoksa) organlarınızı dinlendirin; bir şey yemeyin ve içmeyin yarım gün. Haa, cinsellik tabu değildir; gözünüzü seveyim es geçmeyin… Doğaya çıkın; politika yapın; ailenizi unutmanın marifet olmadığını da bilin…