Provokatif bir suikasttan büyük bir savaş çıkar mı, ne yapmalı?

Prof. Dr. Mustafa Durmuş

Türkiye’de Meclis’in Libya’ya asker gönderme kararını aldığı günlerde, ABD İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’yi Irak’ta öldürdü. Ardından da Üçüncü Dünya Savaşının fitilinin ateşlendiği yönünde yorumlar yapılmaya başlandı.

Süleymani’nin geçmişte binlerce İranlı Kürt’ün öldürülmesinden sorumlu bir ölüm makinası olduğu biliniyor. Ancak savaş hali mevcut değilken, yerinin insansız hava aracıyla belirlenip, ardından bombardıman ile öldürülmesi bir savaş suçu. Bu kışkırtıcı cinayet Trump yönetiminin de (kendinden öncekiler gibi), burjuva demokrasisinin sınırlarını fazlasıyla aşabilen terörist bir yönetim olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koyuyor.

Gerginlik ve çatışma yayılacak

Böyle bir saldırı bölgedeki çatışmaları, sürmekte olan savaşları daha da büyütüp yeni bir büyük genel savaşın da kıvılcımı olabilecek ciddiyette, bu nedenle de dünya halkları için endişe verici.

Çünkü bu kışkırtıcı cinayet ABD’nin İran ile bir savaşı başlatmış olmasıyla sınırlı kalmayacak, ayrıca sadece İran’dakiler, Lübnan’dakiler ya da Irak’takiler değil, bölgede yaşamakta olan milyonlarca Şii’nin karşı eylemlerini kışkırtarak bölgedeki istikrarsızlığı daha da artıracak. Olaylar kontrolden çıktığında ise savaşın yayılarak genel bir savaşa dönüşmesi işten bile değil.

Savaşlar refah değil, felaket getiriyor

Böyle bir savaşın neden olacağı insani kayıplar, ölümler, sakatlıklar ve ekolojik tahribatın yanı sıra ekonomik zararları da çok büyük olacak. Silah şirketleri başta olmak üzere savaş sanayi bu işten kârlı çıksa da, ortaya çıkan genel toplumsal ve ekonomik zarar bunu misliyle aşacak.

Savaşın enflasyon, işsizlik ve yoksulluk artışı ve yeni göç dalgaları biçimindeki etkilerinin yanı sıra, muhtemelen petrol fiyatları 1973-74’dekine yakın bir oranda (tahminen iki- üç kat) artacak. Çünkü dünya petrol sevkiyatının yüzde 20’sinin yapıldığı bir boğaz olan Hürmüz Boğazı olası bir savaşta petrol sevkiyatına kapatılacak.

ABD yeni bir savaşı neden kışkırtıyor?

İlk Irak işgalinden bu yana bölgedeki savaşların ABD ekonomisine maliyetinin 5-7 trilyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Buna rağmen ABD neden böyle bir savaşı kışkırtıyor, savaş istiyor?

Bu soruya kabaca; “yapı” ya da “özne”den yola çıkılarak iki şekilde yanıt verilebilir. Bu da aslında olay ve olguları açıklamada kullanılan iki farklı yaklaşım demektir.   

Bunlardan yapıyı ya da sistemi esas alan ilk yaklaşımda; savaşlar kapitalizmin ve emperyalizmin (dolayısıyla da ABD emperyalizminin) kaçınılmaz sonuçları olarak ele alınırken, özneyi ön plana çıkartan ikinci yaklaşımda savaşlarda daha çok liderlerin, politikacıların davranışları, tutumları ve psikolojileri önemseniyor.

Oysa hem yapı, hem de özne önemli. Bunlar birbirini dinamik evrimci bir biçimde etkiliyor. Birey (ya da yönetim biçiminde kolektif özne) yapı-sistem tarafından şekilleniyor, geliştiriliyor ya da kısıtlanıyor. Diğer taraftan kurumsal yapılar tarihin geçmişteki insan öznesinin ürünleri ve onları günümüze güncelleyerek taşıyorlar.

Bu yüzden de analizlerde bunları karşı karşıya getirmek yerine birlikte ele almak, yani sorumlu özneyi, sorumlu yapı-sistem ile birlikte değerlendirmek gerekir. Aksi yapıldığında özne olarak kişi ya da yönetim suçlu gösterilirken, kapitalizm-emperyalizm aklanıyor ya da kişinin sorumluluğu inkâr edilerek sorumluluk bütünüyle sisteme yıkılıyor ve kişi-özne aklanıyor.

İşin gerçeği (her ne kadar ikincisi daha ziyade metafizik bir yaklaşım olsa da), daha çok ilgi ve kabul görüyor. Zira sistemi sorgulamak istemeyenler ya da savaşların sistem ile bağlarını kuramayanlar kolayca özneleri sorumlu tutuyorlar.

Savaşları megaloman liderler mi çıkartır?

Bu yaklaşımın somut bir örneğini “Neo-liberalizm Belası: Reagan’dan Trump’a ABD Ekonomi Politikaları (The Scourge of Neoliberalism: US Economic Policy from Reagan to Trump’, Clarity Press, January 2020) adlı bu ay yayınlanmış olan kitabın yazarı olan Amerikalı Jack Rasmus oluşturuyor.

Rasmus’a göre (1) savaşlar; ideologlar ve/veya güçlü pervasız-sorumsuz liderlerin (çoğu zaman halkın dikkatini artan ülke içi sorunlardan uzaklaştırmak için) yüksek riskli askeri maceralara angaje olmalarından çıkar. Megalomanlıkları yüzünden çoğu zaman düşmanca tavırlarının ne tür sonuçlara neden olabileceğini kestiremezler.

Rasmus aşağıdaki tarihsel örnekleri bu savını desteklemek için gösteriyor (2):

▪ Avusturya Arşidükünün suikast sonucunda öldürülmesine karşılık olarak 1914 yılında Almanya Kayser’inin müttefikleri askeri olarak harekete geçirmesi;

▪ Hitler’in, İngiltere ve Fransa’nın Polonya vakası karşısında (Çekoslovakya’da olduğu gibi) hiç bir şey yapmayacaklarını varsayması;

▪ Japon Tojo’nun, ABD donanmasının Pasifik gücünün Hawai’de yok edilmesi ve Filipinlerden uzaklaştırılması halinde, ABD ile yapılacak bir savaşın kısa süreceğine inanması;

▪ Güney Kore Devlet Başkanı Syngman Rhee’nin 1950 Kore Savaşını başlatan Kuzey Kore işgali;

▪ Lyndon B. Johnson’un, Kuzey Vietnam güçlerinin çatışmaya girmeyeceği öngörüsüyle Vietkong’u yok etmek için Tonkin Körfezinde ve akabinde Vietnam’da çıkardığı askeri gerginlik;

▪ Saddam Hüseyin’in ABD’nin karşılık vermeyeceğine yönelik ABD’den aldığı sahte güvenceler sonucunda Kuveyt’i işgal etmesi;

▪ Osama Bin Ladin ve Taliban’ın 11 Eylül’den sonra ABD’nin harekete geçmeyip, işgale girişmeyeceği öngörüsü;

▪ George W. Bush’un ABD’li Yeni Muhafazakârların (neocon) “Irak’ın askeri olarak fethedilmesi durumunda oradaki savaşın başlamadan sona erdirileceği” yönündeki düşünce ve önerilerini benimsemesi;

▪ Son olarak, İran’ın en kıdemli generalini öldürterek Trump’ın savaş provokasyonu yapması.

Kısaca ona göre, bütün bu savaşlar, büyük çapta risk alan politik liderlerin yanlış hesapları, pervasızlıkları, umursamazlıkları ve çoğu zaman savaşa yol açan dinamikler konusundaki kıt kavrayışlarının sonucunda ortaya çıkıyor. 

Savaşlar, askeri maceralara atılmaktan çekinmemelerini, risk almalarını tavsiye ettikleri politik liderlere akıl veren radikal ideologlar ve askeri olmayan entelektüeller ve bürokratlar tarafından başlatılıyor. Politikacılarsa savaşı başlatan dinamikler ve bir savaşın başlaması durumunda kolay kolay durdurulamayacağı gerçeği konusunda miyoplar.

Diğer yandan, çatışmalar bir süre sonra kontrolü mümkün olmayan kendi dinamiklerini devreye soktuğunda, umursamaz, yüksek risk alan politikacılar savaşın gücü tarafından sürükleniyorlar yani onlar savaşı değil, savaş onları kontrol ediyor. (3)

Kof fetih hayalleri

Benzer bir yaklaşımı Oya Baydar Libya’ya asker gönderme konusu ile ilgili olarak sergiliyor:

“Suriye ya da Libya seferleri ve iktidarda kaldıkça başka benzer seferler beka ile ve millî menfaatlerle açıklansa da liderin hayalinde Osmanlı toprakları ve bu topraklar üzerinde nüfuz sahibi olmak var. Günümüz dünyasında bu megalo hayallerin geçerliliği ve sürdürülebilirliği yok, yarın ne olacağı, kof fetih hayalleri peşinde ülkemizin neler yitireceği de ayrı bir konu”.

Libya seferi: Bir taşla birden fazla kuş vurmak

Kuşkusuz bunların dışında da yazılar mevcut. Bunlardan biri de meseleyi neredeyse tüm yönleriyle ele alan bir Baskın Oran yazısı. Baskın Hoca özetle Libya’ya asker gönderme nedenlerini şöyle açıklıyor:

“Dünyadaki 7 askerî üssümüze bir Müslüman ülke daha ekleyerek büyük devletliğimizi iyice tescil ettirmek. Mısır’da Müslüman Kardeşler’imizi düşüren Sisi’yi sindirmek. Akdeniz’i aramızda taksim ederek Libya’nın petrol ve doğalgaz zenginliğine vaziyet etmek. 1911’de İtalyanların bağrımızdan söküp aldığı bu Libya’da (mesela, Fizan’da!) bayrağımızı tekrar dalgalandırmak suretiyle yurdumuzda milliyetçi/ulusalcı desteğini sağlamak, milli birlik ve beraberliğe taze kan vermek. Hatta müteahhitlerimizin içeride kalmış toplam 25 milyar dolarını tahsil etmek”.

Bu çözümlemeler savaşların karar alıcıları, başlatıcıları olan bireyler ya da öznelerin ortak karakterleri konusunda oldukça önemli ipuçları veriyor. Dünya halklarının barış içinde bir arada yaşamaları için bu tür öznelerden kurtulmanın haklı gerekçesini oluşturuyor.

Savaşlar kapitalist-emperyalist sistemin sonucudur

Diğer yandan savaşlar (ya da ekonomik krizleri) sadece öznelerin davranışları ya da ruh halleri üzerinden açıklamak yeterli olmaz, hatta abartıldığında bu bizi yanlış sonuçlara da götürebilir.

Konuyu Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Felsefenin ışığında ele alan “yapı ya da sistem yaklaşımına” göre, küresel militarizm ve emperyalizmdeki yükseliş dünya liderlerinin kişilik bozukluklarına ya da hükümetlerin politika değişikliklerine indirgenemez. Çünkü bu gelişmeler anlık yönetim-hükümet politikaları olmaktan ziyade sürekli hale gelmiş olan devlet politikalarıdır.

Hükümet değil, devlet politikası

Örneğin Irak’ın işgali sırasında yaşananlar emperyalist politikaların, ABD Hükümetinin değil, ABD devletinin bir stratejisi ya da politikası olduğunu gösteriyordu. Çünkü ABD egemen sınıfları 200 yıldır zamanlarının belli bir bölümünü tüm dünyada çıkarlarını en iyi koruyacak askeri yöntemleri bulup uygulama ayırdılar. (4)

Nitekim Süleymani’nin öldürülmesine en çok alkış tutanlar “şahin” olarak da adlandırılan üst düzey askeri yetkililer ve çok sayıda senatör oldu. Bu kesimler ayrıca Trump’ın daha da ileri giderek İran’daki tüm petrol rafinerilerini bombalamasını talep ettiler.

Keza bu suikast ABD müesses nizamının sözcülerinden olan Wall Street Journal tarafından da desteklendi, hatta Trump’tan Suriye’deki İranlı milislerin de vurulması istendi.

Kaldı ki ABD Savaş Yetkileri Yasası uyarınca, ABD Kongresinin onayı olmadan Trump tek taraflı olarak İran ile savaşa giremez. Bunu yapması durumunda, ABD Anayasasını çiğnemiş olur. Ancak, böyle bir savaşı başlatabilmek için İran’ı ABD askeri güçlerine saldırması için provoke edebilir ki bu durum aynı yasa çerçevesinde ona, istediği kadar güçlü karşı saldırıda bulunmasına izin veriyor. (5)

Kraldan fazla kralcı savaş kışkırtıcıları

Benzer bir yaklaşımı bizim yandaş medyamız da sergiledi. Yeni Şafak Gazetesinin yazarlarından Yusuf Kaplan, Süleymani’nin ABD saldırısıyla öldürülmesini bir “oyun” ve “İran provokasyonu” olarak yorumlarken, bölgeyi de asıl olarak ABD’nin değil İran’ın kana buladığını öne sürdü.

Savaşa karşı ne yapmalı?

Yeniden büyük bir savaşın hazırlığı yapılıyorsa tavır ne olmalıdır? Kuşkusuz savaş kışkırtıcılığı yapmak değil, savaşa karşı çıkmak gerekiyor. Bu konuda Birinci Dünya Savaşı sırasında sosyalistlerin kendi aralarında yaşadıkları tartışma ve buna bağlı olarak da takındıkları tutum çok öğretici olabilir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında savaşa taraf olan ülkelerin sosyalistleri “bütün ülkelerin işçileri birleşin” sloganını esas aldıklarından büyük çoğunlukla savaşa karşıydılar. Ancak bu ülkelerin sosyalist partilerinin liderleri bu savaşta kendi devletlerini ve burjuvazilerini desteklediler.

Örneğin Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) savaşa karşı çıkmadı. Çünkü önderlerinden olan Kautsky’e göre savaş ile kapitalizm doğrudan ilişkilendirilebilecek şeyler değildi. Emperyalizm ise sadece bir güç konusuydu ve asla ekonomik bir gereklilik değildi.

Yani Kautsky emperyalist savaşı, savaş baronlarının, finansal manipülatörlerin ve politikacıların ele geçirdikleri bir güç olarak tanımlıyor ve bunu işçi sınıfının sermayenin belli bir kesimi ile yapacağı ittifakın bozabileceğini, böyle bir ittifakın dünyaya barışı getirebileceğini ileri sürüyordu. (6)

Hem Lenin hem de Rosa Lüksemburg bu savı reddettiler ve savaşa karşı çıktılar. Bu süreçte Lenin (1916 yılında) “Emperyalizm” adlı kitabını yazdı. Burada Birinci Dünya Savaşının kaza ile ya da güç düşkünü politikacıların hırsları ya da egemen sınıfların içindeki bazı sert unsurların tutumları yüzünden çıkmadığını, tersine savaşın kapitalizmin küresel çaptaki geldiği noktanın kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri sürdü.

Rosa ise savaşı kapitalizmin içinde düştüğü kâr realizasyonu sorununu aşmaya yarayan, yani burjuvazi için yeni sömürgeler edinerek genişlemesine imkân veren bir çözüm olduğunu ileri sürerek kapitalizmin sonunun barbarlık olacağına dikkat etti. Çıkış yolu olarak da barbarlığa karşı sosyalizmi gösterdi.

Özcesi dünya halklarının egemen sınıfların çıkarlarına hizmet eden ve barbarlığın önünü açacak olan savaşlara değil barışa ihtiyacı var. Öte yandan kapitalizm ve emperyalizm var oldukça insanlık barışa da, huzura da kavuşamayacak.

DİP NOTLAR:

(1) Jack Rasmus, “Trump vs. Iran: Has the US Crossed the Escalation to War Rubicon?” (3 January 2020). Yazıda sözü edilen Rubicon, İtalya’nın Ravenna şehrinin güneyinde yer alan bir nehir. Roma İmparatorluğu döneminde sembolik bir öneme sahipti. Savaştan dönen ordu için sınır kabul edilen bu nehrin herhangi bir Roma ordusu tarafından aşılması yasadışı kabul edilir ve bir iç savaş sebebi sayılırdı.
(2) Agm.
(3) Agm.
(4) Todd Chretien, “What’s the cause of endless wars?”, http://socialistworker.org (30 October 2014).
(5) Rasmus, agm.
(6) Chretien, agm.