Doç. Dr. Burhanettin Kaya
Travma, bireyin doğrudan yaşadığı ya da tanık olduğu, fiziksel bütünlüğünü tehdit eden ve onda sıkıntı yaratan her türlü deneyime verilen bir ad. Travmanın ruhsal etkileri onun yaşamı tehdit etme düzeyi, eş deyişle travmanın şiddeti ile yakından ilişkili. Bu düzeye varmayan ruhsal örselenmeler de insanlarda ruhsal izler bırakıyor. Travmanın şiddetinden öte travmanın o birey için anlamı, nasıl değerlendirildiği de travmanın ruhsal etkilerini belirliyor. Yani öznel algı. Bağlamı ile ele alırsak bireyin “öznel hakikati”.
Buradan bakıldığında bir insan için travmatik olan deneyim bir diğeri için travmatik olmuyor. Travmanın bu öznel yanı tüm insanlık için örseleyici olan bir deneyimin bazı insanlar tarafında travma olarak görülmemesi ya da travma kavramı içinde tanımlanması güç bir deneyimin bir insanın hayatında örseleyici olması. Bunu o kişinin verdiği tepkilerden yola çıkarak anlayabiliyoruz.
Buradan bakınca Sedat Peker’in travması nedir sorusu akla geliyor. Hayat öyküsünü tam bilemediğimiz için yaşadığı travmaları bilmemiz, profesyonel bir ruhsal değerlendirme yapmadığımız için travma ile ilişkili bir ruhsal tepki verip vermediğini saptamamıza olanak yok. Ama 250 milyonu aşan izleme oranlarıyla sosyal medya üzerinden servis ettiği videoların belirli parçalarını izlediğimizde Sedat Peker’in travması ile ilgili bir izlenim edinmemiz, bir sav geliştirmemiz olanaklı oluyor.
Sedat Peker’in ürettiği, yol açtığı travmaları bu yazının dışında bırakıyorum.
Akla ilk yayınladığı videonun ilk dakikalarında bir “racon” diliyle sarf ettiği “kimse benim kızımın gözünden bir damla yaş getiremez, bunu yapamaz, bunu bedelini öder” ifadesi geliyor. Birebir bu cümlelerle değil elbette. Aklımda kalan içeriği aktarıyorum.
Buradan Peker’in kızının ağlatıldığı ve bunun Peker’i incittiği, travmatize ettiği, bunun onu öfkelendirdiği ve bu nedenle hesap sorduğu izlenimi oluşuyor. Gerçek neden bu mu? Sanırım bu değil. Onlarca yıl tetikçi olarak gururla hizmet ettiği ve muhalefet edenlerin “oluk oluk kanlarını akıtacağı, kanlarında duş alacağını” söylediği siyasal iktidarın onu gözden çıkarması kanımca onu travmatize eden. Bu, “racona” uygun olmadığı için onu yaralamış görünüyor. Bu yaralanmanın onarılması gerekiyordu. Hesap sorarak, kendi usulünce elbette.
Buradan “racon” kavramına giriş yapmakta yarar var. Racon ne demek? TDK sözlüğüne göre “yol, yöntem, usul” anlamına geliyor. Gösteriş ve fiyaka anlamı da var. İlk tanımından yola çıkarsak bir kurallar dizgesini tanımlıyor “racon”. Mafyanın hukuku ve elbette ahlakı racon kavramı üzerinden kuruluyor. Yapılan işin racona uygun olması gerekiyor. Racona uygun olmayan davranış cezalandırılıyor. Bir çeteye giren, bu âleme dâhil olan, mafyanın parçası olan kişi bu racona uymak durumunda. Onunla iş yapan da.
“Racon”u, bu kurallar dizgesini kim belirliyor? Mafyanın geleneğinden gelen bu kuralları onu temsil eden lider sunuyor. Baba, baron, ne derseniz. Hem yasa koyucu, hem yürütücü, hem yargıç oluyor. Her suçun cezası ona göre oluyor. “Racon kesmek” kavramı belki daha görünür kılıyor bunu. Racon kesmek “bir anlaşmazlığı kabadayılık dünyasında geçerli kurallara göre sonuca bağlamak, hüküm vermek” anlamına geliyor.
Bu neyi gösteriyor? Mafyanın kendine özgü kuralları, yasası, anayasası var. Bu yasaya tabi olmak doğal olarak ülkede hâkim olan yasaları, anayasayı tanımamak anlamına geliyor. Zaten çek senet işinden ihale yolsuzluğuna, uyuşturucu ticaretinden kaçakçılığa kadar iş alanını düşündüğümüzde hem ülkede var olan yerel hem de evrensel hukuk ilkelerine aykırı bir faaliyeti yürüttüğü görülüyor. Elbette başta ticaret olmak üzere işleri ilgili hukuka uydurarak. Yani mafya kendi hukukunu (raconunu) kuruyor, ifade ediyor, uyguluyor. Elbette o ülkede var olan ve herkese uygulanan (?) hukuka uymamayı, ama uyuyor görünmeyi becererek.
Başta yandaş TV’ler olmak üzere birçok TV kanalından yayınlanan ve bireylerin düşünce tarzını biçimleyen, algısını yöneten diziler, yerli ve yabancı sinemanın en çok izlenen aksiyon, hatta komedi filmleri mafyanın bu kendine özgü hukukunun meşruiyet kazanmasında büyük iş görüyor.
Eğer bir ülkenin yönetimi siyasi egemenliğini kurarken, hizmet ettiği sınıfın politik iktisadını hayata geçirirken mafya ile küçük ya da büyük ölçekte bazı ilişkiler kuruyorsa, inşa etmesi, savunması, koruması beklenen evrensel hukuk ilkelerini kendisi zedeliyor, işlevsiz kılıyor demektir. Bu devletin mafyalaşmasına yol açar.
Ama mafyalaşmanın yolu mafya ile ilişkiler kurmak değil yalnızca. Bir ülkenin kuruluş sözleşmesini, anayasasını, yasalarını, çağdaş hukuk ilkelerini yalnızca bir sınıfın ya da bir grubun çıkarları için kullanarak, her birey için eşit şekilde işletmeyerek, keyfi kararlar alarak, adaleti tümüyle bir otoriterliğe bağlayarak ve işlemez kılarak da mafyalaşma ortaya çıkar. Siyaset, adalet, ticaret, sağlık, eğitim, sanat, hayata ilişkin ne varsa hepsi mafyöz hale gelir. Karanlığın, kötülüğün zenginlikle, lükse birleştiği, ölümün kutsandığı, aynı zamanda sıradanlaştığı, yoksulluğun derinleştiği, şiddetin meşrulaştığı ve daha bir sürü kötülüğün çoğaldığı bir iklim yayılır.
Peker travmasını onarmak için, kendi usulünce racon kesmeye devam ediyor. Hesap sordukları da racona uygun yanıt üretiyorlar. Savcılar racona uygun bir şekilde soruşturmamaya kayıtsız kalıyorlar. Racona uygun sessizlik egemen.
Evet, izleyen birçok kişi de Peker’in ne söylediğini ve travmasını anlamaya çalışıyor ironik bir şekilde.
Ama eşitsizliğin yoksulluğun, işsizliğin, iş güvencesizliğinin, kayıpların, hastalıkların, savaşların, göçlerin, katliamların, tecavüzün, şiddetin, istismarın, iş cinayetlerinin, daha bir sürü felaketin kurbanlarının; asbeste, toksik maddelere, çevre kirliliğine maruz kalanların; ağacını, deresini, toprağını, tarlasını yitirenlerin; tükenmek pahasına fabrikalarda acımasızca çalıştırılanların; maden, tersane, ağır sanayi işçilerinin; kağıt toplayanların, sokakta çalışanların, bedenini satarak hayatta kalanların, öğretmen olup atanamayanların, düşüncesini ifade ettiği için yargılananların, tutuklananların, gazetecilerin, bilim insanlarının, yaşam vermek için çabalarken yaşamını yitirenlerin, daha birçok şeyin travmasını kim anlayacak, nasıl anlayacak? Devlet? Meclis? Medya? Kurumlar? Halk? Kimler? Neden anlamıyorlar?
Neden anlamadıklarını, anlaşılamadığını anlamamız gerek. Anlamak bir şeyin adını doğru koymakla başlar. İçinde bulunduğumuz bu sürecin adını doğru koymak gerek. Kötülük. Örgütlü kötülük. İki hukukun, kanunla raconun aynı kavşakta buluştuğu. Bu örgütlü kötülüğe karşı iyiliği örgütlemek gerek. Umudu örgütlemek gerek. Ortaklaşmacı bir bilinçle. Tüm dünyaya ve evrene nesnel ve eleştirel bir bilinçle bakan… İnsancıl, yaşamcıl bir yürekle… Hep birlikte…