İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, işkencenin yaygın olarak sürdüğünü belirterek, “İşkence mekan, şekil, yer değiştirdi. Artık işkence ‘her yerde’ yapılıyor” dedi.
Türkdoğan: İşkence artık delil, bilgi toplamak için değil toplumun belli kesimlerini korkutmak ve sindirmek için uygulandığını görüyoruz.
Birgül Uzun
Türkiye’de yaşanan hak ihlallerini dönemsel olarak değerlendirebilir misiniz?
Türkiye’de hak ihlalleri dönemsel olarak artıyor ve dönemsel olarak azalıyor. Türkiye’de hak ihlallerine kaynaklık yapan devlet yapısı, rejim yapısı çok fazla değişmiyor. AKP’den önce Ecevit dönemiydi ve Türkiye Avrupa Birliği (AB) üyelik müzakerelerini başlatmıştı. Özellikle 2000 yılıyla birlikte AB uyum paketleri çıkmıştı. Türkiye’de 12 Eylül sonrası en önemli demokratikleşme adımları AB üyelik müzakereleriyle başladı. 1999’da müzakerelerin başlamasına karar verildi, 2000 yılıyla birlikte Ecevit hükümeti reformlar yapmaya başladı. 2001 yılında Anayasa’nın 36 maddesi değiştirilerek 1982 Anayasası’nın çok sayıda antidemokratik hükmü değiştirildi ve AKP böylesi bir demokratikleşme rüzgarının estiği bir dönemde tek başına iktidara geldi. Daha sonra AKP, bu rüzgarı 2004 yılı bitene kadar sürdürdü. Yani bu reformlara devam etti. Fakat 2005’ten itibaren AB sürecindeki reformlar durdu. Bir oyalama süreci başladı. AKP, aslında 2005’ten bu tarafa gerçek manada kapsamlı demokratikleşme reformlarından uzak durdu. AKP, sadece 2013-2015 arası Barış ve Çözüm Süreci döneminde adım attı, ama Barış ve Çözüm Süreci sona erdikten sonra bu adımların tamamı geri alındı.
12 Eylül’den daha kötü Anayasa yapıldı
OHAL’in ülkemize yansıması ne şekilde oldu?
2016 darbe teşebbüsünden sonra ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ve çıkarılan OHAL kararlarıyla birlikte Türkiye, bambaşka bir noktaya geldi. 12 Eylül Anayasası’ndan daha kötü bir Anayasa modeline geçti. 2017 referandumuyla birlikte Türkiye’de tek kişinin yönetimine dayalı bir otoriter yönetim biçimine geçildi. Parlamenter demokratik sistemden tek kişinin yönetimine dayalı Türk tipi başkanlık sistemine geçiş demektir. Bu otoriter bir anlayıştır. Bu otoriterlik zaten kendisini her yerde gösteriyor. OHAL, bittikten 2018’den sonra da OHAL’i kalıcı hale getiren yasal düzenlemeler yapıldı. Şu anda o yasal düzenlemeler devlet adına güç kullanan mülki amirlerine, kolluk gücüne inanılmaz yetkiler veriyor ve tam bir cezasızlık halini düzenliyor.
‘İşkenceye karşı cezasızlık var’
Mevcut iktidar “İşkenceye sıfır tolerans” sözünü hayata geçirebildi mi?
AKP ile ilgili şunu söylemek gerekir; Tayyip Erdoğan, başbakan olduğunda şu sözü ağzından hiç düşürmüyordu: “İşkenceye sıfır tolerans” işkenceye karşı mücadele edeceğini söylüyordu ve tolerans göstermeyeceğini söylüyordu. AKP döneminde işkence “insanlığa karşı suç kategorisine” alındı. İşkence suçlarında zaman aşımı kaldırıldı. Fakat AKP’nin son birkaç yıllık sürecine baktığımızda evet bu kanunlar duruyor ama işkence yapanlarla ilgili de bir “cezasızlık pratiği” sergileniyor. Koruyucu yasal düzenlemeler getirildi. Bu düzenlemeler getirilince de “kağıt üzerinde işkence suçtur”, “işkence suçunda zaman aşımı yoktur” fakat işkence önlenemiyor. Özellikle OHAL ilanı ve sonrasında yaşanan gelişmeler şunu gösteriyor ki Fethulllah Gülen örgüt soruşturması dosyalarında karşımıza çok sık geliyor. İnsanlar gözaltına alınırken, gözaltı sırasında ve cezaevinde işkenceye uğradıklarına dair beyanlarda bulunmaya başladılar.
‘Aşırı güç, işkence ve kötü muameledir’
AKP, yaygın bir şekilde işkence iddialarıyla muhatap diyebilir miyiz?
Silahlı çatışmaların başlamasıyla birlikte Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birçok olayda işkence yapıldığına dair çok somut vakalar var. Gösterilere müdahalelerde kolluğun “aşırı güç” kullanması denilen şey var. O, aşırı güç değildir. O, aşırı güçten daha öte bir şiddettir. Biz o şiddete işkence ve kötü muamele davranışı diyoruz. AKP özelinde ele alırsak işkenceyle mücadele edeceğini söyleyerek gelen bir parti maalesef şu anda çok yaygın bir şekilde işkence iddialarına muhatap olmaktadır. AKP, son dönemlerde işkence kelimesini kullanmamaya çalışıyor, sıklıkla kötü muamele kavramını kullanmaya çalışıyor. Halbuki Birleşmiş Milletler (BM) işkenceye karşı sözleşmedeki tanım “işkence, diğer kötü muamele, onur kırıcı davranış yasağı” olarak tanımlanıyor. Bunları birbirinden ayıramazsınız. Bir insana yaptığınız davranış onun için “işkence” olarak kabul edilir, diğer insan için “kötü muamele” kabul edilebilir. Bir diğer insan için “onur kırıcı muamele” kabul edilebilir. Fakat bunların üçü de aynı anlama geliyor. Dolayısıyla Türkiye’de böyle bir algı operasyonu yapılmak isteniyor. Yani kötü muamele dediğiniz şeyin kendisi de aslında işkencedir. Bu nedenle bu kavramın bir bütün olarak kullanılması gerektiğini söylüyoruz.
Yetkililer tarafından açıklanan resmi rakamlar gerçekleri yansıtıyor mu?
AKP, başka şeyler de yapıyor. Hem bu kavramı kullanmamaya çalışıyor hem de resmi rakamları gizliyor. Geçenlerde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir açıklama yaptı: “İşkence ve kötü muamele nedeniyle fazla şikayet yok, polisler şikayet edilmiyor” dedi. Aynı İçişleri Bakanı, Adalet Bakanlığının resmi verilerinden bihaber. Adalet Bakanlığının resmi verileri var, işkence ve eziyet suçundan yürütülen soruşturmalar var. Bu soruşturmalara bakıldığı zaman sayının oldukça yüksek olduğu görülüyor.
AKP döneminde işkencenin mekanı değişti: Her yer
Düzenlediğiniz raporlar doğrultusunda 2019 verilerinin sonuçlarını rakamlarla açıklayabilir misiniz?
2019 yılın ilk 11 ayında sadece Türkiye İnsan Hakları Vakfına (TİHV) 840 kişi işkence gördüğü iddiasıyla başvuru yapmış. Bizim İnsan Hakları Derneği’nin dokümantasyon biriminin yaptığı tespitlere göre de 2019 yılının ilk 11 ayında gözaltında ve gözaltı dışında işkence ve diğer kötü muameleye uğradığını iddia eden kişi sayısı 830. Bunlar birbirine çok yakın rakamlar.
Yine İHD’nin tespitlerine göre 2019 yılında 962 toplantı ve gösteriye müdahale edilmiş, bu müdahalelerde 2.886 kişi, kaba dayak ve kötü muameleye maruz kaldığı şikayetinde bulunmuş. Yani işkence yer ve şekil değiştiriyor. İşkence deyince bir kişinin karakolda veya cezaevinde uğradığı işkence hemen aklımıza geliyor. Ancak işkence mekan, şekil, yer değiştirdi. İşkence “her yerde” yapılıyor. Devlet adına güç ve yetki kullanan kişilerin açık, kapalı mekanların tamamında fark etmeksizin sözleşmede tanımlanan şiddeti işkence olarak uygulaması biçimidir. İşkenceyi yasak, sorgu yöntemi olarak anlarsanız çok çok daraltırsınız ki o daraltma bizi yanılgıya götürür.
Güvenlik güçleri tarafından zorla kaçırılan insanlar olduğunu biliyoruz, bugüne kadar kaç insan kaçırıldı?
Sadece 2019 yılında gözaltında işkenceye maruz kaldığını iddia eden insanların başvurularını aldık. Ankara mali şubede bu yılın nisan ve mayıs aylarında Fethullah Gülen soruşturmaları kapsamında gözaltına alınan birçok insan işkenceye uğradığı iddiasında bulundu. Ankara Barosu’nun bununla ilgili yayınladığı bir rapor var. Bu konuda devam eden bir adli süreç var. Yine Şanlıurfa Halfeti’de elliden fazla insan gözaltına alındı ve işkenceye maruz kaldılar. Gördükleri işkenceyle ilgili şikayetleri var. Yine 2019 yılında 7 kişi zorla kaçırıldı. Bu 7 kişiden altısının aylar sonra serbest kaldıklarında ailelerin ve avukatların anlatımında yoğun olarak işkenceye maruz kaldıkları ortaya çıktı. 1 kişinin hala nerede olduğu belli değil. Kaçırılıyor, belli değil. Bu şekilde Türkiye’deki son 3 yıldaki vaka sayısı 30 civarında.
‘71 kişiye işkenceyle ajanlık dayatıldı’
Ajanlaştırma dayatmaları daha çok kimlere ve ne şekilde yapılıyor?
Ajanlaştırma adı altında özellikle üniversite öğrencilerine yönelik olarak gerçekleştirilen muameleler var. Polisler bizzat ajan olma yönünde tehditte, şantajda bulunuyorlar. Kabul etmeyenlere önce manevi daha sonra da kaba dayak şeklinde işkence yöntemlerini uygulayarak ikna etmeye çalışıyorlar. Bu şekilde 2019’da 71 kişi başvuru yapmış. Bunlar nitelikli işkence vakaları. Resmi verilere göre Adalet Bakanlığı’nın 2018 istatistiğine baktığımızda onlar bir yıl sonra yayınladıkları için 2018’e bakıyoruz. İşkence ve eziyet suçlamasıyla 2.196 kişi hakkında soruşturma yürütülmüş, bunlardan sadece 766 kişiye dava açılmış. Diğerlerine kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş. Adalet Bakanlığı’nın resmi istatistik verileri bile oldukça yüksek.
İnsan hakları konusunda etkili çalışmalar yapan kurumunuz İHD ve TİHV’in dışında AKP tarafından kurulan başka kurumlar var, bu kurumların etkili çalışma yaptığını düşünüyor musunuz?
Bunlar 2012 ile birlikte kurulmaya başladılar. 2012 yılında Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştu. Kamu denetçiliği işkence vakalarıyla ilgilenmiyordu ama darbeden sonraki süreçte cezaevinde işkence ve kötü muamele iddialarıyla ilgilenmeye başladı. Yine Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu diye bir kurum var. Daha önce Türkiye İnsan Hakları Kurumu’ydu. 2016 yılında bu kurum kapatıldı. Onun yerine Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu kuruldu. Bu kurum darbenin ilk 1 yılı hiç çalışmadı. İkinci yılı kurumun çalışmasını sağlayacak atamalar yapıldı ama etkili bir çalışma yürütmüyorlar. Bu kurumun özelliği şu: Özellikle işkenceye karşı seçmeli bir protokol var. O protokol uyarınca ulusal önleme mekanizması görevine sahip bu kurul. Dolayısıyla her türlü gözaltı merkezini, hapishaneyi, öğrenci yurtlarını yani kapalı her türlü mekanı, mültecilerin barındırıldığı geri gönderme merkezlerini resen inceleme yetkisine sahip. İşkence iddialarının yoğun olarak geldiği yerler dışında kalan yerleri ziyaret ediyorlar. Dolayısıyla bu konuda etkili çalışmadıklarını söylüyoruz. Elbette ziyaret ettiği yerler var. Fakat onlarla ilgili yaygın şikayet alınmıyor, şikayet alınan yerlerle ilgili pek çalışmasını görmedik çünkü doğrudan doğruya hükümetin atadığı kişilerden oluştuğu için bu kurum da görevini yapmıyor. AKP döneminde bu konuda devlet içerisinde kurulan kuruluşlar da etkili olarak görevlerinin yerine getirmiyorlar. Görünüşte varlar ancak ne kadar etkili olabilecekler şu ana kadar pratikleri pek iyi değil.
İçişleri Bakanlığı bünyesinde Kolluk Gözetim Komisyonu adında yeni bir kurul oluşturuldu, bu kurul sizce diğer kuruluşlara göre görevini yerine getiriyor mu?
Polis ve jandarma şikayetleri doğrudan oraya yapılıyor. O komisyonu çalıştırmaya başladık. Şikayetleri oraya da yapmaya başladık. Pratiklerini önümüzdeki dönem göreceğiz. Şu anda bu komisyonla ilgili bir yorumda bulunmayacağım çünkü yeni kuruldu. İlk yaptığımız başvurularla ilgili “başvurularımızı aldıklarını, resen inceleme başlattıklarını” bize bildiriyorlar. Umarım polis ve jandarmanın işkence ve kötü muamelesini önlemede etkili olurlar.
Türkiye’de kötü muamele niye devam ediyor ve neden önlenemiyor?
Çünkü Türkiye’nin resmi devlet ideolojisi değişmedi. Türkiye’nin bir resmi devlet ideolojisi var. Bu ideoloji Türkiye’nin demokratikleşmesini engelliyor. Türkiye, temel sorunlarını çözememiş bir ülke. Türkiye, “Kürt sorunu”nu, Alevilerin “eşit yurttaşlık hakkı” talebini, kadınların “toplumsal cinsiyet eşitliği” taleplerini çözememiş; ayrımcılık temelinde LGBT’liler başta olmak üzere ötekileştirilen grupların talebini karşılayamamış, vesayet sistemini ortadan kaldıramamış çok ciddi anlamda sorunları olan bir ülke. İnsan hakları alanında başarılı olabilmeniz için demokratik dönüşümü bir şekilde gerçekleştirmeniz gerekiyor. Böyle olunca temel insan haklarını çözmede bir irade ortaya koyamazsınız. Çünkü bunlar birbiriyle bağlantılı konular. Demokratikleşirseniz insan hakları sorunlarını çözebilirsiniz. Demokratikleşebilmeniz için de temel sorunları çözmeniz gerekiyor. Temel meseleler çözülmediği için bunlar demokratikleşme yoluyla çözülemiyor, 2015 bunun çok tipik bir örneğidir.
Demokratikleşmenin önündeki en büyük engel Türkiye’nin “Kürt sorunu”nu çözememesinden mi kaynaklanıyor?
7 Haziran 2015 seçimleri oldu, Türkiye halkı demokratik bir seçim yaptı. AKP, iktidardan düştü; çoğunluğu kaybetti. Olması gereken partilerin işbirliği yapıp Türkiye’yi demokratikleştirmesiydi. Ama olmadı. Olmamasının nedeni “Kürt sorunu”nun çözülmemiş olmasıydı. Türkiye, Kürt sorununu çözme iradesini kaybetti. AKP, CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi’nin resmi ideolojiden vazgeçmesi gerekiyor. Bunlar resmi ideolojiden vazgeçmezse nasıl demokratikleşeceğiz. Demokratikleşemedik. Bir oyalamaya girdiler. AKP, CHP koalisyon pazarlıkları yapıldı; 45 gün harcandı ve Türkiye tekrar seçime gitti. Halbuki çok basitti. Basit olmamasının nedeni de iki partinin de “Kürt sorunu”nun çözümünden yana olmamaları. Bunlar birbiriyle çok alakalı konular. Temel meselesini çözmüş bir ülkenin önü açılır, demokratikleşir. Demokratikleştikçe de bu tip ağır insan hakları sorunlarının üstüne gider. Bunu yapamazsa da Türkiye’nin yaşadıklarını yaşar. Ağır hak ihlalleri sürecine girer, cezasızlık politikası her şeyin önüne geçer, bütün bu kötülükleri yapan kamu görevlilerinin yanına maalesef kar kalıyor. Etkili soruşturma yapılmıyor. Soruşturma yapılsa bile davaya dönüşmüyor, davaya dönüşse bile davalar uzun sürüncemede bırakılıyor. Davalar görülse bile suç vasfı değişiyor, basit suçlardan ceza veriliyor ve dosyalar kapatılıyor.
İşkence bir devlet politikası mıdır?
Cezaevlerinde genellikle eziyet suçundan dava açılıyor. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin darbeden hemen sonra Türkiye’yi ziyareti vardır. Bu hükümet, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin hazırladığı raporu açıklamasına izin vermedi. Çünkü orada Türkiye ile ilgili çok kötü şeyler yazıyor. Türkiye’nin işkence ile mücadele etmek için elinde her türlü yasa, yetki var ama bu konuda irade lazım. Muhalifleri sadece yargı yoluyla değil fiziki güçle, devlet şiddetiyle de bastırma yöntemini seçtikleri için güvenlik personelinin bu tarz hareketlerine göz yumuluyor. Güvenlik personeline yetki verilmiş, o yetki çerçevesinde güvenlik personeli işkence ve kötü muameleye başvuruyor. Başvurduğunda da onlara karşı etkili soruşturma yapılmıyor. Yapılmadığı için de bunlar tekrar ediyor. Dünyadaki bütün ülkelerde böyle olmuş, Türkiye’de de böyle oluyor. En tepedeki işkence yapın talimatı vermiyor, öyle bir talimatı kimse vermez, veremez zaten. Ama güvenlik personeline “Suçla mücadele için yetkilisiniz, her türlü yetkiyi kullanın” dediğiniz anda zaten ipler kopuyor. Yeter ki suçla mücadele edin, önleyin, devlet şiddeti kullanın dediğiniz anda işkenceyi önleyemezsiniz.
Darbe teşebbüsünden sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın işkence konusundaki tavrını nasıl buluyorsunuz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbe teşebbüsünden bu yana sadece bu yıl Adalet Reformu Yargı Belgesi’ni açıklarken “işkenceye sıfır tolerans” söylemini uzun zamandan beri ilk defa kullandı. Halbuki darbe teşebbüsü olduktan sonra ilk söylemesi gereken şey darbe yapılırken güvenlik personeline “İşkence yapmayacaksınız, işkence yasaktır” demesi gerekirdi. Bu sözü duymadık. Siz en lazım olduğu zamanda işkencenin yasak olduğunu söyleyeceksiniz ki en alttaki kolluk gücü sizin bu konudaki iradenizi öğrenecek ki kendisini frenlesin, ileri gitmesin.
‘İşkence korkutmak ve sindirmek için yapılıyor’
İşkence ve kötü muamele son dönemlerde farklı amaçlarla mı yapılıyor?
İşkence ve kötü muamelenin korkutma, sindirme amaçlı yapıldığına sıklıkla tanıklık ediyoruz. Delil, bilgi toplamak için değil toplumun belli kesimlerini korkutmak ve sindirmek için uygulandığını görüyoruz. Göz yumulduğuna tanıklık ediyoruz. Çok eskiden yasak yöntemle bilgi almak, delil toplamak için yapılırdı, şimdi maalesef toplumun yaygın kesimlerini korkutmak için yapıldığına tanıklık ediyoruz. Bu bizi biraz korkutuyor, çünkü toplumun tamamını korkutma anlayışında olan bir siyasi iktidar, her türlü anti demokratik yola sapabilir. Türkiye’nin geldiği nokta bu zaten. 2015 yılından beri böyle. Barış ve çözüm süreci bitip silahlı çatışmaların başladığı tarihten beri bu böyle maalesef. Öyle ki 10 Ekim Gar Katliamı’nda bombalar patlamış. Oradaki kolluk, yerde cesetleri olan insanları kurtarmak için çırpınan arkadaşlarının üstüne gaz bombası atıyor. Kolluktaki o davranış biçimi silahlı çatışmalar başladığı yıldan bu tarafa yaygın olarak gelişti. Darbeden sonra tamamen yaygınlaştı. Türkiye’nin hiçbir yerinde sokakta basın açıklaması yaptırtmıyorlar, yapmaya kalkarsanız onlarca polis gelip üstünüze çullanıyor. Halbuki sokakta 3 dakika konuşsanız ne olacak. Yasaklanarak, güç kullanılarak, dağıtılarak, gözaltına alınarak tüm topluma korku salınmak isteniyor. Orada kısmen başarılı oldular.
İşkence gören muhafazar kesim İHD’ye sınırlı başvuruyor
Gözaltına alınıp işkenceye uğrayan insanlar nasıl başvuru yapabiliyor?
Gözaltında işkenceye uğrayanlar daha sonra tutuklanıp cezaevine gönderildikleri zaman başvuru yapabiliyorlar. Şöyle bir sorun yaşıyoruz. Fethullah Gülen örgüt soruşturmalarında işkenceye uğrayanlardan maalesef derneğimize başvuru gelmiyor. Defalarca çağrı yapmamıza rağmen bu konuda çok sınırlı sayıda başvuru geliyor. Sadece zorla kaçırılanların ailelerinin bize yaptığı başvurular var. Muhafazakar kesimin insan hakları örgütlerine başvurusu konusunda açıkçası ciddi sorun yaşanıyor. Başvuru formumuzu doldurmaları gerekiyor ki onlar adına çeşitli girişimlerde bulunabilelim. Bu konuda muhafazakar kesimin henüz kabuğunu kıramadığı düşüncesindeyiz.
İnsanlar ne tür işkencelere maruz bırakılıyorlar?
İşkence yöntemi olarak daha çok kaba dayak kullanılıyor. İstisnai bazı vakalarda kafaya poşet geçirip havasız bırakma, tazyikli su, copla tecavüz. Çıplak halde ters kelepçe bekletme. Yine tecavüz ve tacizle tehdit etme, eşi olan bir insanı çocukları ve eşiyle tehdit etme gibi manevi cebir yöntemleri her zaman çok sıklıkla kullanılıyor.
Cezaevlerinde yaşanan sorunlara kısaca değinir misiniz?
Cezaevlerinde karşılaşılan muameleyle ilgili şöyle bir sorun var; Adalet Bakanlığı bazı uygulamalara yasaların izin verdiğini söylüyorlar. Tutuklandınız, cezaevine gideceksiniz, soyunmanızı istiyorlar. Erkekse erkek gardiyanlar, kadınsa kadın gardiyanlar sizi arayacak deniliyor. Birçok insan bunu onur kırıcı bir davranış olarak değerlendiriyor. Ben niye soyunuyorum, X -raydan geçiyorum. Elbiselerimi arıyorsunuz, ben sizin karşınızda niye soyunayım. Bu onur kırıcı bir davranıştır. Dolayısıyla buna itiraz ediyor, buna itiraz ettiği zaman o tek başına en az beş kişi üstüne çullanıyor ve o şekilde arıyorlar. Bu bir işkencedir. Ama Adalet Bakanlığı diyor ki: “Kanun öyle soyunsaydı, niye soyunmadı”. Bizim “işkence” dediğimiz olaya Adalet Bakanlığı “işkence değil” diyor. “Kolluk kanuni yetkisini kullanmıştır” diyor. Çıkın bu işin içinden nasıl çıkıyorsanız. Örneğin; koğuşta ayakta sayım olayı var. Hazır ola geçeceksiniz, ayakta bekleyeceksiniz, gardiyan gelip sayıp gidecek. İnsanlar diyor ki “Biz zaten 3-4 kişiyiz. Neyimizi sayacaksınız. Zaten üstümüze kapıyı kilitliyorsunuz. Mazgaldan bakın, gidin. Biz buradayız, neyimizi sayacaksınız.” İtiraz edenlere jandarmayı çağırıyor. Jandarma, bir yere girdiği zaman döverek girer. Örneğin; kaba dayak yöntemi.
Yaptığınız başvurularda hükümetin bu konudaki söylemi nedir?
Hükümet. “Yasal yetkimizi kullanırken direndi. Biz de direncini kırdık” diyor. Senin direncini kırdık dediğin şey bize göre işkence. Kelepçeli muayene, onur kırıcı bir davranıştır. Kelepçeli muayeneyi kabul etmediği için tedavi olmayıp çok ciddi acılar çeken insanlar var. Adalet Bakanlığı diyor ki “Protokol öyle. Güvenlik nedeniyle jandarma, kelepçesini çözmez.” Bu onur kırıcı bir davranış ve işkence ama onlara göre işkence değil. Tek kişilik ring araçlarıyla uzun süre bir yerden bir yere sevk etme. Bu bize göre işkencedir, onur kırıcı davranıştır. Jandarma, “Güvenlik nedeniyle kelepçesini çözemem” diyor. Sözleşmeye göre ve bize göre bunların hepsi işkence. Ama öyle yasalar yapmışlar ki bunu kolluğun yetkisi dahilinde müdahale olarak değerlendiriyorlar.
Cezaevinde tek kişilik hücrede bekletme konusuna gelirsek yasalarda boşluk var. Ancak ağır suçlarda hükümlü olursa bir kişiyi tek başına hücrede tutabilirsiniz. Ama tutuklulukta insanları tek başına hücrede tutuyorlar. Biz buna işkence dediğimizde “Hayır” diyorlar. Tecrit, işkencedir. Diyorlar ki; “Mevzuat böyle, tutabiliriz.” Dolayısıyla cezaevleri söz konusu olduğunda bizim itiraz ettiğimiz uygulamaların hepsi mevcut infaz yasası ve ilgili düzenlemelerin yani yönetmeliklerden kaynaklı onların aşırı güç kullanma yetkimiz var dediği konular hepsi. Ama bunlar bize göre işkence. Bu konuda da Adalet Bakanı ile uzlaşmamız mümkün değil, biz bunların tamamının düzeltilmesini istiyoruz.
Sağlık hakkı ihlallerine değinebilir misiniz?
Sağlık hakkı ihlali var. Ağır hasta mahpuslar var. Sayıları 450’yi geçti. Tedavi olmaları için tahliye edilmeleri gerekiyor. Ama Adli Tıp Kurumu, tahliye olmalarıyla ilgili raporu vermiyor. “Cezaevinde kalabilir” diyor. Kalamaz, kalanlar da zaten ölüyor. Bir insanın cezaevinde çürütülmesinden daha büyük işkence olabilir mi? Onlar buna işkence demiyor, “Mevzuat böyle” diyorlar. Öyle vakalar var ki tekrar ifadeye çağrılıyor, “Geleceksin, kan örneği vereceksin, tükürük örneği vereceksin” deniliyor. Soruşturma devam ediyor, kişi “Ben gitmek istemiyorum” diyor. Zorla alıp götürülen vakalar var.
Türkiye’de suç işleyen görevliler cezasız mı kalıyor?
Sokaktaki gösterilerde hak ihlali var. “Vali, yasakladı” diyor. Vali, neye göre gösteriyi yasakladı, Vali, Anayasa’nın üstünde mi? Kendini Anayasa’nın üstünde görüyor. Çünkü iktidardaki Cumhurbaşkanı ve onun partisi Valilere, Emniyet Müdürlerine, Kaymakamlara yetki vermiş. Onlar da bu yetkiyi sınırsız kullanıyor. Peki Türkiye’de onların bu yetkisini denetleyecek bir kurum var mı? Yargı. Peki yargı önüne çıkmazlarsa ne oluyor, böyle oluyor. Cezasızlık dediğimiz şey bu. Türkiye’de Yargı, bu tarz yetkilerini aşırı bir şekilde kullanan, yetkisini aşıp işkence ve kötü muameleye giren davranışlarda bulunan kolluk personellerini, mülki amirlerini koruyucu bir işleve dönüşmüş. Vatandaşı koruması gerekirken ihlal edeni korur bir pozisyona düşmüştür. Biz buna cezasızlık diyoruz. En son Ankara JİTEM davası beraatla bitti. Cezasızlık. Mehmet Ağar, kaç defa itirafta bulundu. “Devlet için 1000 gizli operasyon yaptım. Devletin geleceği, bekası için yapmadığımız şey kalmadı” dedi. İtiraflarda bulundu. Kamuoyunda gizlenen Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun hazırladığı 11 sayfalık “Susurluk Raporu”nda bunların hepsi anlatılıyor. Suç işleyenlerin hepsinin isim isim adı var. Ama yargı hepsini beraat ettirdi. Böyle bir ülkede siz işkenceyle nasıl mücadele edeceksiniz. Edemezsiniz, çünkü suç işleyenler cezasız kalıyor.
Hak ihlallerine karşı kurum olarak neler yapıyorsunuz?
Biz yapılan kötü muameleleri ve işkenceyi belgeliyoruz ve raporluyoruz. Bu bizim en önemli görevimiz. Başvurular geldiğinde başvurularla ilgili suç duyurusu, idari makamlara şikayet, BM İşkenceye Karşı Komiteye başvuru, İşkence Özel Raportörüne başvuru, İnsan Hakları Komiserlerine başvuru. İhlalin giderilmesi için adalet aramaya dönük çalışmalarımızı etkili bir şekilde yürütüyoruz. Kamuoyuyla paylaşıyoruz. Farkındalık yaratıp kamuoyu baskısı oluşturup bu olayların önlenmesi için çalışıyoruz.
Türkiye, demokratik refleksi kaybetti diyebilir miyiz?
OHAL’den bu tarafa Türkiye, demokratik reflekslerini kaybetti. Bir kamuoyu oluşturup “Burada işkence var, artık bunu durdurun” dediğimiz olaylarda bunu algılayabilecek bir demokratik idare mekanizması yok edildi. Türkiye’de şu anda demokratik refleks yok. Olmadığı için de olaylar önlenemiyor. En basitinde Ankara’nın ortasında insanlar kaçırılıyor, aylarca işkenceye uğruyorlar, daha sonra Emniyet Müdürlüğüne teslim ediliyorlar. Emniyet Müdürlüğü de “Bunları yakaladık” diyor. Bunların gördüğü işkence ne olacak? Kadına yönelik cinayet ve şiddette de böyle değil mi? Demokratik bir kültür oluşacak. Son dönemde bu maalesef kayboldu, iktidar son dönemlerde kendini kapatmış durumda. Kendini kapattığı için de hata yapmaya devam ediyor. O hatalar zinciri birbirini kovalıyor. Hata yapmamak için sürekli insan hakları örgütleriyle, sivil toplumla diyalog içerisinde olacak. Olacak ki biz hataları onların yüzüne söyleyelim. Şu anda diyalog halinde olduğumuz tek kuruluş, Adalet Bakanlığı. Adalet Bakanlığının da yargı mekanizmasındaki bu cezasızlık pratiğiyle baş etmesi için daha çok uğraşması gerekiyor. Çünkü önce ihlali yapan Valiler, mülki idare amirleri, emniyet müdürleri, kolluk görevlileri, onların amirleri, İçişleri Bakanlığı, Bakanı ve bürokrasinin kendisini sivil alana açması gerekiyor. Onlar tam tersi bu dönem kendilerini tam kapattılar. Kapattıkları için de hata yapmaya devam ediyorlar. Çünkü biliyorlar ki biz onları eleştireceğiz. O eleştiriyi duymamak için kendilerini dışarıya kapatmış durumdalar. Her dedikleri doğrudur zannediyorlar, öyle bir şey yok. Bütün bunlara rağmen hem Türkiye içinde hem de dışında kamuoyu oluşturmaya devam ediyoruz. Bu faaliyetlerimiz bir şekilde sürecek.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Türkiye’nin bütün bu ihlal sürecinden kurtulabilmesi için gerçek bir çatışmasızlık sürecini yaşaması gerekiyor. Yeniden bir barış sürecinin inşasının yaşanması gerekiyor. Savaşın, çatışmanın durması lazım. Türkiye’nin yeni bir demokratik Anayasa yapım sürecine girmesi gerekiyor. Bu ucube Anayasa’dan kurtulmadığınız sürece bu yapısal sorunları çözemezsiniz. Sadece küçük küçük iyileştirmeler olabilir. Ama Türkiye’de yapısal sorunlar var. Bu yapısal sorunları, çözüm sürecine girmediğiniz sürece gideremezsiniz, bu sorunlarla baş edemezsiniz. ANKARA