‘Vekaleten yönetimler’ işsizliği azaltabilir mi?

18 yıldır iktidar olan bir partinin 10 yıldan fazladır İŞKUR’a asaleten atayacak bir genel müdür bulamaması çok ibretlik bir durum değil mi? Vekaleten çalışmakla askıda çalışma arasında ne fark var?

Sinan Ok

Türkiye’de bazı düzenlemeler kağıt üzerinde kalır, bazılarının da uygulaması kağıt üzerine yapılır. Bunlar hangi düzenlemelerdir diye bir liste çıkarırsak liste uzun aslında. Birkaçını sıralayalım dersek: 5018 sayılı yasa gereği kurulması ve uygulanması gereken stratejik yönetim ve iç kontrol sistemi liste başıdır. Tamamen çeviri olan bu mevzuat, ülke gerçekleri ile bir ilgisi olmadığı gibi kurumlarda bu işlerden sorumlu kişilerin çok önemli bir kısmı; bu işler için gerekli donanıma sahip değildir.

Kağıt üzerinde kaldığını iddia edebileceğim bir başlık da her yılın Eylül ayı sonunda alevlenen ama ekim sonunda unutulan Sayıştay Denetim Raporlarının “gerekleridir”. Birçok kurumda dişe dokunur başlıkları atlayan bu denetim raporlarının, tespit ettiği ama yıllardır bir çözüme bağlanmayan işler listesi bir hayli kabarıktır.

İŞKUR örneği verecek olursak önceki yıllarda GAP idaresine aktarılan 11,5 milyar TL’lik alacak “öylece durmaktadır.” İşsizlerin parası olan, işsizlik fonunun bu alacağı TL cinsinden 2011 yılından bu yana sabit dururken mevduat veya döviz hesaplarının ne kadar arttığını söylemeye gerek yok herhalde.

İŞKUR Sayıştay Denetim raporlarının, İŞKUR bütçesindeki “iki en önemli başlık olan” TYP ödemeleri ve İşveren teşvikleri hakkında bir şey söylemeden“Düzenlilik Denetim Raporu” vermesine ne demeli? Bu tespitler Sayıştay Denetim Raporlarının tamamen önemsiz konulara odaklandığı şeklinde yorumlanmamalı elbette.

Örneğin son 2019 yılı raporu çok önemli bir bulgu olarak 21 yıllık fon için şu durumu tespit etmiştir. “Fonun muhasebe kayıtlarının nasıl tutulacağına ilişkin yönetim kurulu kararı bulunmadığı gibi muhasebe yönetmeliği de bulunmamaktadır.”

Bu konuda düzenleme yapılması gerektiğini öneren Sayıştay’ın tespiti geçen yılda yapılmış ama gereği yerine getirilmemiş görünüyor. Peki can yakıcı olan işsizlik ve sosyal güvenlik meselesi kağıt üzerinde çözülebilir mi? Bu soruna kimler çözüm bulacak?

SGK ile birlikte İŞKUR Türkiye’nin ikinci sosyal güvenlik kurumudur. Ekonomik kriz, yoksulluk ve icra gibi durumlar nedeniyle intihar ve şiddet vakaları gittikçe yayılıyor. SGK’nın, TÜİK’in ve İŞKUR’un verilerine göre Türkiye’de 2016 yılında OHAL ile başlayan “ekonomik duraklama” cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişle birlikte “istihdamda bir erime” şeklinde devam ediyor. Somut olarak her yıl yaklaşık 800 bin kişi artan nüfusa karşın yeterli düzeyde istihdam artışı sağlanamamaktadır. Sorun çok boyutludur elbette. Ancak bu krizin üst yönetiminin kendisi birçok açıdan sorunludur.

OHAL ve sonrasında yaşanan ekonomik krizle baş başa kalan Türkiye ekonomisinde, istihdamın korunmasından ve işsizliğin tespitinden sorumlu olan kurumlar; SGK, İŞKUR ve TÜİK’in üst yönetimi, yıllardır “Vekalet” ağırlıklıdır.

İki yıl önce TÜİK’te işe başlatılan mevcut TÜİK Başkanı M. Cahit Şirin (1984) kurumu vekaleten yönetiyor. Önceki 3 TÜİK başkanı da kurumu yıllarca vekaleten yönetti.

Mevcut SGK Başkanı İsmail Yılmaz da işini vekaleten yürütüyor. İŞKUR Genel Müdürlüğü’nde durum daha da vahim. Genel müdür ve 2 yardımcısı vekaleten çalışıyor. 2 Genel müdür yardımcılığı kadrosu boş görünüyor. İşsizlik ve yoksulluk gibi çok önemli bu toplumsal sorunların çözümünden sorumlu olan kişilerin yıllarca vekaleten görevde kalmalarının gerekçeleri neler olabilir? Kendisi vekil olan başkanların daire başkanlarının da önemli bir bölümü vekaleten çalışıyor. Onlara bağlı çalışan alt yöneticilerinde bir kısmı aynı durumda! 18 yıldır iktidar olan bir partinin 10 yıldan fazladır İŞKUR’a asaleten atayacak bir genel müdür bulamaması çok ibretlik bir durum değil mi? Vekaleten çalışmakla askıda çalışma arasında ne fark var?

Kamuda güvencenin iktidar eliyle aşındırıldığı, kamu sendikacılığında tarihsel bir yozlaşmanın yaşatıldığı, liyakat ve kariyer ilkelerinin yerle bir edildiği bu süreçte; kurumsal deneyimi/geçmişi çok kısıtlı olan, kurum bağlamındaki mevzuat ve sorunlara vakıf olmayan, her hangi bir eleme sınavından geçmeyen “binlerce yönetici” İŞKUR, SGK ve TÜİK’in yönetimine getirildi.

Örneğin İŞKUR’da işçilerin maaşlarından kesilen primlerle biriken fonun yönetimine bakan daire başkanı (ki uzmanlık bu değil) yıllardır vekaleten bakıyor. İŞKUR kapsamında harcanan fon ve bütçenin en önemli iki başkanlığı (Fon ve Aktüerya, Aktif İşgücü Hizmetleri) yıllardır vekaletle yönetilmektedir.

Merkezi yönetimleri dışında bu kurumların taşra yönetimlerinde durum daha da vahimdir. Kurum içi yükselme sınavlarına ilişkin “hukukun askıya alınması”, kurum dışından neredeyse “kuralsız bir şekilde” idareci ithal edilmesi, kurumlardaki personelin motivasyon ve kariyer imkanlarını kısıtlamıştır. Zaten çok az sayıda personel ile çalışan bu kurumlarda, olağanüstü bir emek veren İŞKUR, SGK ve TÜİK emekçilerinin kendi birikim ve deneyimlerine dayanarak, kurumlarına üst yönetici olması istisnai bir duruma dönüşmüştür. İŞKUR’un mevcut üst yönetiminde olanların çok önemli bir kısmı, yönetici olmadan çok kısa bir süre önce kuruma atanmış veya doğrudan yönetici olarak atanmıştır.

Yazının girişinde ifade ettiğimiz “kağıt üzerinde kalma durumu” 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu için de kısmen geçerlidir. Gerek Anayasanın gerekse 657 sayılı yasanın kamu emekçileri için sağladığı güvence ve hakların çok önemli bir kısmı uygulanmamaktadır.

OHAL mevzuatının fiilen yürürlükte olduğu kamu kurumlarında birçok kamu emekçisi hak arama imkanlarına sahip olmadığı gibi hakkını arayanların da ciddi baskılara maruz kaldığı birçok sendika tarafından ifade edilmektedir. Bir yanda liyakatsiz idareciler tarafından sevk ve idare edilen kamu kurumları öte yanda baskı ve korona koşulları altında çalışan kamu emekçileri bulunmaktadır.

Önceki hafta “vekaleten” TÜİK başkanlığı da yapmış Birol Aydemir’in TÜİK verileri hakkında yaptığı açıklama, anlatmaya çalıştığımız durumun bir veçhesidir. Önceden kurum başkanlığı yapmış biri bile ilgili kurumun verilerine dair şüphe taşıdığını ifade ediyorsa söylenebilecek çok az şey vardır. İŞKUR’da; İstatistik, Strateji, İç Kontrol birimlerinde 10 yılı aşkın süre çalışmış biri olarak “İç kontrol eylem planı” “ulusal istihdam stratejisi” “İşkur Stratejik Planı” gibi metinlerin ne kadar “içeriksizleştiğine” her geçen yıl daha fazla tanık oluyorum.

İki hafta önce açıklanan yeni ekonomik programın (YEP) verilerinin ve ömrünün bir ayı bile çıkaramaması da örnek verilebilir. Süreci yönetemeyenlerin sonucu nasıl çarpıtmaya çalıştığını, istatistik bültenlerindeki “revizyonlardan”, “yayınlanamayan” rapor ve bültenlerden görebilirsiniz. Demek ki vekaleten idare ancak bu kadar oluyor.

Aslında kurumlar için anlatmaya çalıştığımız durum ülke ekonomisini idare eden MHP-AKP koalisyonun yansıması değil mi? Formel olarak hiçbir sorumluluğu olmayan “iktidar paydaşının” fiilen ve ideolojik olarak idarede olduğunu görebiliyoruz. Durum böyle olunca bugün açıklanan işsizlik verilerini nasıl değerlendirelim çok saygıdeğer ve kıymetli okuyucu? Korona koşullarında işsiz sayılarının azaldığı tek ülke burası! Gerisini siz yorumlayın artık.