Dilşa Deniz
Sanırım 1930’ların politik saldırganlığının yeni bir versiyonu dünyayı COVID19’undan daha tehlikeli bir biçimde sarmış durumda. Mevcut biçim, muğlak, dolayısıyla tarif edilebilir olmadığı için mücadelede de zorlanan bir biçim… Aşırı sağın kaçak güreşi yani…
Bilindiği gibi 1930’ların aşırı sağı, hizalı, kalabalık, üniformalı ordunun gücü olarak belirir daha çok. Kalabalıklara ise onları alkışlamak ve “düşman”laştırılanların ihbarı gibi daha sınırlı bir rol tanımlanmıştır.
Buradaki en önemli değişim, kuşkusuz sivillerin öncü role yönlendirildiği ve özellikle Türkiye’de de çok köklü bir geçmişi olan “sivil vatandaş” tanımı altında milislerin aktifleştirildiği bir dönem var. Son Şikago katliamında bunun geldiği aşamayı görüyoruz. 17 yaşındaki beyaz genç, göstericilere silahla saldırarak iki kişiyi öldürdü, birini de ağır yaraladı.
Görüldüğü üzere yeni trend siviller saldırıyor ve üniformalılar onları arkadan destekliyor… Şu anda Amerikan sokaklarında üzeri örtülü biçimde polis içindeki ırkçı yapılanma ile sokaklarda buna itiraz eden kitle arasında bu yolla üstü örtülü bir çatışma yürütülmektedir.
Sanırım burada aşırı sağın hamle üstünlüğünü kabul etmek lazım. 1930’lardaki kitlesel katliamların müsebbibi aşırı sağ olmakla birlikte, dünyanın her tarafında aşırı solun asıl tehdit olarak gösterilmesi, hiç kuşkusuz sağın propaganda başarısıdır. Amerika’daki Trump’ın seçim propagandasındaki en önemli payanda da budur. Demokratları, özellikle de Berny Sanders ve onun destekleyenleri üzerinden sürekli, aşırı solun denetiminde olmakla suçlayan, kriminalize edici bir propaganda biçimi geliştirilmiş durumda. Bu, Amerika’daki kutuplaştırmada, yapısal ırkçılığı ve polis şiddetini örtbas etmede kullanılmaktadır.
Demokrat Partinin adaylık sürecinden sonra, Biden’in adaylığı geniş bir Demokrat kesimi hayal kırıklığına uğratsa da Trump karşıtlığının Demokratlardaki politik hareketlenmeyi arttırdığı da açıktır. Black Live Matters’ın aylardır protestolarını sürdürmesi, çok belli olmasa da Amerika’da alttan alta bazı değişimleri tetiklemiş durumda. Örneğin üniversitelerin artık siyah ya da renkli öğretim üyesi, doktora öğrencisi vs. arttırma gibi atılımları mevcut. Tabi bu, Federal düzeyde bir karşılığa ulaşmış olmadığı gibi, mevcut iktidar bunun tam aksi yöndeki hareketlenmesini de sürdürüyor. Kullandığı semboller bu anlamda çok enteresan.
Trump karşıtlığı ve yapısal ırkçılık eylemleri sanırım başka önemli bir olaya daha yol açtı: Kamala Harris. İlk defa renkli bir kadın- ve Hilary Clinton’dan sonra- başkanlığa giden yolda- ikinci kadın aday… Başkan yardımcılığı adayları arasında sanırım en güçlü olan Elizabeth Warren, bu anlamıyla Black Lives Matters’ten ilk kurbanlarından sayılmalı. Devam eden gösteriler ve Trump’ın bu gösterileri kutuplaştırmak için kullanması, Demokrat Parti’nin oy deposu olan renkli, siyah, Hıristiyan olmayan göçmen toplulukların temsiliyetini daha da önemli kılmış oldu. Sonuç Kamala Harris…
Kamala Harris, yarı Jamaika, yarı Hint kökenli bir Amerikalı olmasının yanında, Kaliforniya’daki başsavcılığı onun seçiminde önemli pay sahibi. Başsavcılığı döneminde idam cezasına karşı duruşu ile biliniyor. 2017’den beri Demokrat Parti’den senatör. Onun başkan yardımcılığı, sönümlenmiş olan Demokrat Parti taraftarlarında bir ivme yaratmış gibi görünüyor.
Verilen tepkilerden, Demokratların bu tercihi karşısında, Cumhuriyetçi Parti ve Trump’ın bayağı şaşkınlık yaşadığını söylemek lazım. Harris’in hem kadın hem renkli olması, onun başarılı geçmişi ve güçlü kişiliği ciddi bir endişe kaynağı olmalı. Bu nedenle kendisine karşı bir kampanya ile, -özellikle doğru olmadığı halde- Amerikan doğumlu olup olmaması üzerinde yapılması sanıldığı gibi bilinçsiz bir durum değildir. Aksine bilinçli bir şekilde bu yolla, anne-babası ve dolayısıyla onların göçmenliği hatırlatılmakta, Beyaz Amerikancılara göz kırpılmaktadır.
Burada şunu da hatırlatmak lazım, Amerikalıların tamamı -yerliler hariç- göçmen olsa da Avrupalı göçmenler, bunu dışında tutuluyor Amerika’nın ırkçılık hafızasında. Melanie Trump hala ağır bir aksandan kurtulmuş değil. Üstelik Kamala’nın anne-babası göçmen iken Melanie’nin kendisi bizzat göçmen. Buradaki ayrımı da fark etmek gerekir.
Kamala ile başa çıkmanın yüzü hürmetine başka bir eylem daha yaptı Trump: Amerikan kadın tarihinde kadınlara oy hakkı için mücadele eden Susan B. Anthony’den resmi olarak özür diledi. Anthony’nin birçok kadın ile birlikte ömrü boyunca mücadele ettiği oy hakkı ancak onun ölümünden on dört yıl sonrasına denk düşecekti. Tabi Trump’ın özür dilemesi için Susan’ı seçmesinin başka bir yüzü de var. Çoğu kişi onaylamasa da Susan’ın kürtaj karşıtı olduğu söylemleri dolaştırılıyor. Bunun fake/sahte olma ihtimali yüksek olsa da dediğim gibi, önemli olan kendi paralel söylemini üretmek. Bu yolla bir kez daha konservatif bir mesaj verilerek, Harris’in kadınlığı üzerinden yarattığı ağırlık bertaraf edilmeye çalışılıyor.
İşler kızışıyor, sokaklarda hareket devam ediyor. Siyahların hedeflendiği silahlı saldırılar da… Sanırım bu, seçimlere kadar da devam edecek. Tanıdık bir durum yani…